TÜRK DESTANLARI
Prof. Dr. Abdülkadir DONUK 01 Mayıs 2007
Büyük fütuhat yapan, muazzam devletler kuran Türk milletinin en eski devirlerden beri kahramanlık destanları yarattığında şüphe yoktur. Hunlar devrinde bile Türk milletinin bütün boylarında müşterek bir destanın bulunduğu, Alp Ertonga ve Oğuz destanlarının incelemeleri neticesinde anlaşılmıştır.
Orta Asya hakkında M.P. Gryaznov'un düşüncesi bu bakımdan dikkate değer. Ona göre "Milâttan önceki VII-VI. asırdan, M. sonraki I. asra kadar Orta Asya ve Doğu Avrupa'da atlı göçebe milletler arasında yayla ve hayvan sürülerini ele geçirmek için savaşlar durmadan devam ediyordu. Bu sürekli savaş halk kahramanlarını yarattı. Bunlar en cesur ve kudretli savaşçı alplardır. Milletin başbuğu olan bu alplar hakkında efsaneler meydana gelmiştir. İşte bu efsaneler ilk destanlardı. Güney Sibirya ve Orta Asya boylarının bu en eski destanlarının bazı olayları arkeoloji araştırmalarında elde edilen tunç tokalarda tasvir edilmiş ve günümüze kadar ulaşmıştır. Bu destanların kendileri de ikibin yıldan beri nesilden nesile gelenek olarak söylenmekte devam ederek çok değişik şekilde bize kadar gelebilmiştir. Şimdiki Türk ve Moğolların alp destanlarında bu en eski destanların temel konuları ve birçok şekilleri muhafaza edilmiştir.
Eski Türklerin destanlarında şimdiye kadar tesbit edilmiş olanı, XIV. asrın başlarında İlhanlılar devrinde Reşîdeddîn'in Camiü't-tevârîh külliyatı içinde eski bir Türkçe eserden Farsçaya tercüme edilen Oğuz destanıdır. Reşîdeddîn rivayetinden başka bir de Uygur harfleriyle yazılan ve Bang'la Rahmeti Arat tarafından neşredilen Oğuz destanının değişik bir şekli vardır. Üçüncü bir rivayet Ebulgâzî Bahadır Hanın Şecere-i Terakime'sidir. Bu rivayetin esası Reşîdedîn'in eserinden alınmakla beraber Türkmenler arasında dolaşan şifahî rivayetlerden veya yazma bir nüshadan faydalanmış olması da muhtemeldir. Meselâ kazan Alp methiyesi başka kaynaklarda yoktur.
Orhun yazıtlarının dili, asırlar boyunca işlenmiş millî Türk destan dilinin bir örneğidir.
Çin yıllıklarının Hunlara, Gök-Türklere ve Uygurlara dair verdikleri tarihi belgeler, Türklerin çok eski devirlerden kalma destanî rivayetleri ile karıştırılmıştır. En eski Türk destanının kalıntılarını, bu Çin kaynaklarında buluyoruz. Ebulgâzî Bahadır Hanın Oğuz Han hikâyesini, Çin kaynaklarındaki Hun Hanı Mete (Mavd'un - Mao-tun) hikâyesi ile karşılaştıran sinolog Hyacinth, her iki rivayetin ayrı kaynaktan gelmiş olduğunu belirtmiştir. Demek ki Oğuz Han destanının kökü ta Hunlar devrine kadar çıkıyor.
Gök-Türklere dair Çin kaynaklarının verdikleri bilgilerin de Türk destanî rivayetlerinden alındığında şüphe yoktur. Bu kaynaklara göre VI. asırda devlet kuran Türkler "eski Hunların torunları idiler". Başbuğları Kapan-pu'nun onaltı kardeşi vardı. Bunlardan birinin anası kurt idi. Bu kurt çocuğu yellere, fırtına ve yağmurlara hükmediyordu. Bunun iki karısı vardı: Biri Yaz Tanrısının, diğeri de Kış Tanrısının kızı idi.
Çin kaynaklarındaki diğer bir rivayet de yine kurt efsanesini ihtiva ediyor. Şüphesiz, bu efsanevî unsurlar eski yaradılış efsanesinin kalıntılarıdır.
Eski Türk destanı şu veya bu Türk boyunun, hakimiyeti eline alması ile büyük tarihî hadiseler neticesinde yeni unsurlar ve yeni olaylar alarak nesilden nesile devam etmiştir. Fakat eski destanın birçok temel unsurları her devirde muhafaza edilmiştir. Mesela bozkurt, ışık, kutlu ağaç, yada taşı gibi unsurlar bunlardandır. Türkler Müslüman olduktan sonra bu millî destana İslâmî unsur sokulmakla beraber yine eski Türk inanışları da bunlarda yaşamıştır. Bin yıllık Müslüman olan Akkoyunlu Oğuz boyunun XV. asırda söyledikleri destanî hikâyelerde at kurbanından, yas alâmeti olarak at kuyruğunu kesmekten, kutlu kaba ağaçtan, kurdun yüzü mübarek olduğundan bahsedilmektedir.
Kırgızların Manas destanının bir menkıbesinde (Velihanov rivayeti) Kırgızhanı Kökötay Han, en eski Zerdüştîlerin defin töreni ile gömülmektedir.
Türklerin çok eski destanlarından bazı küçük parçalar ya da bazı menkıbeler, hikâyeler şeklinde bize kadar ulaşmıştır. Meselâ Alp Ertonga destanının ağıt kısmını teşkil eden parçası, Mahmud Kâşgarî tarafından, muhtelif kelimelerin izahında nakledilmiştir.
Gerek Kâşgarî'nin, gerek Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacib'in büyük Türk kahramanı Alp Ertonga'yı andıklarına göre X-XI. asırlarda Alp Etonga destanı hâlâ yaygın ve meşhurdur. Her iki müellifin, birbirinden habersiz oldukları halde, Alp Ertonga'yı İran destanındaki Turanlı kahraman Afrâsyab saymaları bir tesadüf değildir. Alp Ertonga hakkında Yusuf Has Hacib şöyle diyor:
Bu Türk beglerinde atı bilgülüg
Tonga Alp er erdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Bilgilig, okuşlug, budun ködremi
Ne ödrüm, ne ködrüm, ne ersin eren
Ajunda tetig er yidi bu cihan
Tajikler ayur anı Afrâsyap
Bu Afrâsyap tutdı iller talap
"Bu Türk beyleri arasında adı meşur ve ikbali belli olan Tonga Alp Er idi. O yüksek bilgiye ve birçok faziletlere sahip idi; bilgili, anlayışlı ve halkın seçkini idi. Ne seçkin, ne yüksek, ne yiğit adam idi; zaten ferasetli insan bu dünyaya hâkim olur. İranlılar ona Afrâsyab derler; bu Afrâsyab akınlar yapıp ülkeler zaptetmiştir."
Kâşgarlı Mahmud, Alp Ertonga yahut başka destanlardan parçalar almakla yetinmemekte, Büyük İskender'in Türk hakanı Şu ile karşılaştığını anlatan "Altın Han" hikâyesini de nakletmektedir.
Kâşgarlı'nın naklettiği hikâyelerden, eserinin orasına burasına serpiştirdiği kahramanlık ve savaş şiirlerinden, anlaşılıyor ki Türklerin Büyük İskender'le ve eski İranlılarla yaptıkları savaş ve siyasî münasebetleri aksettiren eski bir Türk destanı, X-XI. asırlarda Türk saz şairleri tarafından söylenmiştir. O devirde yeni Müslüman olan Türklerin henüz eski dinini muhafaza eden Türklere karşı yaptıkları savaşlara ve kazandıkları zaferlere dair destanlar da bu eski Türk destanına karışmıştır.
Budist Uygur Türkleriyle Müslüman Karahanlı Türklerinin savaşlarını anlatan şu parçanın tam bir zafer destanından alındığında şüphe yoktur:
Gemi içre oturup İli Suyunu geçtik biz
Uygurlar'a karşı yönelip Mınlak kendi açtık biz
Belge vurup atlara Uygur'daki tatlara
Hırsız yavuz itlere Kuşlar gibi uçtuk biz
Serçelerce aktık biz Kentler üzre çıktık biz
Puthaneler yıktık biz Putlarına su...k biz
Perçemleri kestik biz Mıntak erlerini biçtik biz
Eski Türk destanı, Alp Er Tonga adı çevresinde mi, yoksa Oğuz Kağan adı çevresinde mi teşekkül etmişti? Yoksa her iki kahramanın adları çevresinde ayrı ayrı iki destan meydana gelmiş miydi? Bu meseleyi çözmek güçtür. Motiflerin eksikliğine ve Oğuz oğullarının Gün Han, Gök Han, Ay han, Yıldız Han, Tağ Han, Deniz Han gibi tabiat kültünü andıran adlarına bakarak Oğuz destanını en eski Türk destanı saymak mümkündür.
Oğuz destanındaki Bozkurt unsuru da çok eski bir unsurdur. Fakat Oğuz destanında çok sayıda eski motif ve unsurların bulunması, onun çok eski çağlarda teşekkül etmiş olduğunu isbat için yeter değildir. Çünkü XIV. yüzyılda yaşamış olduğunu bildiğimiz tarihî kahramanların adları çevresinde teşekkül etmiş olan destanlarda bile eski destanların motif ve unsurları bulunur. Destan şairi tarihî bir kahramanın hayatını ve onun zamanındaki hadiseleri tasvir ederken eski destanların kalıntılarından faydalanır ve eserini eski efsanelerle süsler.
Yeni hadiseler neticesinde zaman zaman meydana getirilen yeni destanlar, eski bir şehir harabesi üzerinde veya yakınında meydana getirilen türlü çağlarda yaşayıp yıkılmış şehrin kalıntılarından yapılmış yeni bir şehire benzerler. Yeni çağlarda teşekkül etmiş destanlarda da eski destanların motif ve unsurlarına rastlamak mümkündür.
Eski Türk destanı, çağdaşları olan başka milletlerinki gibi milletin kozmogonisini (dünya görüşü), inanışlarını, tarihini, edebiyatını, hatta yasalarını içinde toplayan bir dergi mahiyetindedir. Bu vasıftaki Hun, Türk destanı bir devirde Alp Er Tonga adı çevresinde toplanmış, sonra Göktürk - Oğuz devleti kurulduktan sonra Alp Er tonga adı yerine Oğuz Kağan adı geçmiş olabilir. Bu gibi olayları yakın devrin tarihinde de görmek mümkündür. Bayındır boyuna mensup olan Akkoyunlular devrinde Oğuzların destanî hikayeleri (Dede Korkut hikayeleri) Bayındır Han adı çevresine toplanmıştır. Oğuz destanı XII. yüzyılda hiç şüphesiz manzumdu. Bu devirdeki destancıların Oğuz destanın mensur hikâye olarak anlatmaları imkânsızdı. Büyük göçebe boylardan kurulan birliklerin uzun mensur hikâyeler dinlemeye tahammülleri yoktu. Reşidüddin Tabib'in büyük tarihindeki "Tarih-i Oğuz ve Türkân ve Hikâyât-i Cihangir-i O" başlığını taşıyan bölüm, işte bu manzum Oğuz destanının Moğol istilasından sonra Farsçaya çevrilmiş parçasıdır. Bu çevirmede ara sıra rastlanan Türkçe kelime ve cümleler "Ata atlu, as donlu" bu destanın Oğuz boyuna mensup bir destancı şairden alındığına şüphe bırakmıyor. Reşidüddin bu destanın çevirmesinden, ihtimal ki, ancak "tarih" mahiyetindeki parçalarını almış, görenek, inanış, efsaneleri anlatan kısmını atmış olabilir. Bu destanda eski Oğuz hakanlarından birinin adı olarak Tümen (Tuman) adı geçmektedir. Dikkate değer ki, Çin yıllıklarına göre, büyük Hun hakanı Mete'nin babasının adı da Çinliler'e göre, Tümen (ölümü M.Ö. 209) ve Gök Türk İmparatorluğunu kuran İlhan'ın adı da Tumın (Bumın: 535 - 553) idi. Oğuz destanı bu büyük hakanların adını mı muhafaza ediyordu.
Mahmud Kâşgarî ile Yusuf Has Hacib'in haber verdikleri Alp Er Tonga destanı hakkında başka hiçbir bilgimiz yoktur. Kâşgarî'deki Alp Er Tonga'nın ölümü üzerine söylenen ağıt, şüphesizdir ki, destanın bir parçasından ibarettir. Bu destan üzerine fazla bir mütalâada bulunmak güçtür.
Bugün elimizde bulunan destanların en önemlisinin, "Oğuz destanı" olduğu şüphesizdir. Bu destanda eski Türk boylarının hepsinde müşterek bir millhi destan olduğunu gösteren birçok deliller bulunmaktadır. Bu destanın Oğuzlar hâkimiyeti devrinde değil, İlhanlılar devrinde tesbit edilmesi de dikkate değer. Yani bu destan Oğuzlar arasında söylendiği gibi XI-XIII. asırlarda Moğolistan'daki Türkler ve Moğollar arasında da söyleniyordu. Bang ve R. Rahmeti Arat tarafından neşredilen Oğuz Kağan Destanı da Moğollar hakimiyeti devrinde Uygur bahşıları tarafından tesbit edilmiştir. Bu destanda Oğuz Kağan halka yayımladığı tebliğde, "Ben Uygur Kağanıyım" dedi. (Uşbu bildirgülük bildirmiş irdi kim; men uygurların kağanı bolamen). Oğuz destanında birçok Türk boylarının adı geçmektedir: Kıpçak, Kanglı, kalaç, Yağma, Karluk, Uygur, Başkurt... gibi.
Oğuz destanı eski devirlerde muhakkak ki mahzumdu. Merkezî ve Orta Asyada göçebe hayatı yaşayan miletlerin uzun mensur hikâyelere tahammülleri yoktu. Türk halk edebiyatında nesir karışık destan ve hikâyeler Türklerin yerleşik hayat yaşayan boylarında görülmüştür. Bugün elimizde bulunan Oğuz destanı da herhalde ancak XII - XIV. asırlarda nesre çevrilmiş olacaktır. Oğuz destanının ayrı ayrı vakaları olan Dede Korkut hikâyelerinde bu eski manzum şeklinin izlerine rastlamak mümkündü. Ebulgazi'nin şecere-i Terakime'sinde de bu eski manzum destanın izleri bulunmaktadır.
Oğuz destanı Türk toplumunun dikkatini daima çekmiş olacak ki en çok kaleme alınan bu destan olmuştur. Bu destan Moğollar devrinde tekrar nazma çekmey teşebbüs edilmiştir.
Uzunköprü'de bulunup H.N. Orkun tarafından yayımlanan manzum Oğuz destanı, diline bakılırsa, Harezm'de yahut Saray'da (yine Harezmli birinin kalemiyle) yazılmış olsa gerektir. Bu destan Reşidüddin Tabib rivayetinin küçük bir parçasının nazma çekilmesinden ibarettir. Bu manzumede Oğuz Hanın Müslüman olmasına çok önem verilmiştir. Moğollarla Merkezî Asya'dan gelen Türkler, bilhassa budist Uygurlar arasında İslâm propagandası yapmak amaciyle yazılmış olmalıdır.
Oğuz destanı Türkler Müslüman olduktan sonra yavaş yavaş İslâmlaştırılmıştır. Oğuz'un, babası Kara Han ile din için savaşı, kadınlarını İslâma daveti, Dede Korkut hikâyeleri kahramanlarının "sası dinlü kâfirlele" savaşları gibi... Eski destanda bozkurt bir totem niteliğini ifade ettiği halde, Reşidüddin ve Ebulgazi'de ancak bir şahıs adı (Moğolca "Börte Çino", "Bozkurt") olarak geçmektedir.
Moğol istilâsından sonra eski Türk destanlarının parçaları Cengiz Han adı çevresinde toplanarak, Cingizname adıyle Kıpçak boyları içinde teşekkül eder. Bu destan XVI. asırda Başkurtlar arasında tesbit ediliyor. Eserde Çingiz Hanın tarihî hayatı ile ilgili hiçbir olay yoktur ve destan eski Türk destanının kalıntılarının Çingiz adı çevresinde toplanmasından meydana gelmiştir.
Bu destanî hikâye şöyle başlar:
"Yafes'e Ebulca Han derler. Ebulca Han oğlu Bakır Han, Bakır Han oğlu Ovuz Han, onun oğlu Gök Han, onun oğlu Güz Han, onun oğlu Karak Han, onun oğlu Künü Mergen, onun oğlu Ucam Buğrıl, onun oğlu Sam Savcı, onun oğlu Serke Burun, onun oğlu Kaçu Mergen, onun oğlu Kaçuman, onun oğlu Karavman, onun oğlu Tumavul Mergen, onun oğlu Duyun Bayan, onun oğlu Çingiz Han."
Bu şecerede tarih kitaplarının hiç bir tesiri görülmüyor. Bu destanı bir destancıdan tesbit eden adam gûya, giriş olarak, Çingiz'in şeceresini veriyor. Bu şecerede dikkati çeken adlar Ovuz Han ve oğlu Gök Handır. Destancı Çingiz Hanı Oğuz'un oğlu Gök Hanın neslinden saymaktadır.
Ebulgazi Bahadır Han da Şecere-i Terakime'de Moğol ve Tatar kavimlerini Oğuz soyundan saymıştır. "Oğuz Han yetmiş iki yıl Moğol ve Tatarlarla savaştı. Bunlar onun öz soyundan (süngekinden = kemiğinden) idiler" diyor.
XIII. asrın büyük hadiselerinin kahramanı olan Çingiz Han Orta Asya ve İdil-Ural Türklerinin destanlarında eski Oğuz Hanın yerini almıştır. En eski Türk destanındaki birçok unsurlar ve olaylar Çingiz adı çevresinde toplanmıştır. Çingizname, Çingiz'in ve atalarının da bozkurt soyundan olduklarını hikâye ediyor. Bu destanî hikâyede eski Hun - Uygur menşeli menkıbeleri İslâm kaynaklarındaki gibi değil, Çin kaynaklarında olduğu gibi anlatılmaktadır. Meselâ, Çingiz'in atalarından Tumavul Mergen'in karısı Ülemelik'e dair şu menkıbe naklolunuyor.
"Evvel zamanda Akdeniz'de Malta denilen bir şehir vardı. Bu şehrin hanı Altın Han idi, hatununun adı Kürlevüç idi. Bunlardan bir kız dünyaya geldi. Bu kıza Ülemelik adını verdiler. Bu kız çok güzeldi. Kırk kulaç taş saraya kapadılar... Yanında Orduhan adlı dayısı vardı. Bir gün dayısına sordu: "Bu dünyadan başka dünya var mı?" dedi. Dayısı: "Dünya dışarıdadır. Güneş ve ay vardır" dedi. Kız pencereyi açıp baktı ve güneşin ışığından bayıldı ve ışıktan gebe oldu. Altın han bunu duyduktan sonra Ülemelik'i bir gemiye koyup deryaya salıverdi. Bur gemiyi Çingiz'in atalarından Tumavul Mergen ele geçirdi ve kızla evlendi. Bu kızdan, ışıktan peyda olan çocuk dünyaya geldi. Ona Duyın Bayan adını verdiler. Çingiz'in babası budur."
Bu menkıbe, Çin kaynaklarındaki Hun-Uygur menkıbesine çok benzemektedir. Çin rivayetinde menkıbe şöyledir:
""Hun hakanının olağanüstü güzel iki kız vardı. Hun büyükleri bu kızları tanrı sayarlardı. Hakan, "Bu kadar güzel kızları kişi oğlu ile evlendiremem. Ben onlar tanrıya bağışlayacağım" dedi. Başkent'in kuzeyinde büyük bir saray yaptırdı ve kızlarını o saraya kapattı. "Tanrım, bu kızları kabul et" diye Tanrıya yalvardı... Bir süre sonra saray çevresinde bir kurt peyda oldu. Küçük kız bu kurdla evlendi ve bir çocuk doğurdu... Uygur sülâlesi bu çocuktan türedi." (Hyacmth, 1, 248-249).
Çingizname'deki menkıbe ile Çin kaynağındaki menkıbe arasında önemli fark kurd unsurudur. Fakat Çingizname'de bu kurd motifini Çingiz'in anası Alangua menkıbesinde görüyoruz. Alangua kocasının ölümünden sonra "gök yeleli boz kurt" şeklinde gelen ışıktan gebe olup Çingiz'i doğurdu.
Alangua ve Ülemelik menkıbelerine İslâm ve budist Moğol kaynaklarında rastlanmıyor. Çok eski bir Çin kaynağında bulunan bir Türk menkıbesinin Ural dağlarındaki bir destancıdan tesbit edilmesi gösteriyor ki eski Türk destanının bazı parçaları onbeş asır boyunca unutulmuyor...
Çingizname'ye göre Çingiz Han Türk boylarına damga, kuş, ağaç, uran (parola) verdi. meselâ, "Kıyat beye dedi: Senin ağacın çam, kuşun, şongur, parolan "Arucun", damgan palan olsun!.." Kendisine tabi olan boyların beylerine böylece damga, kuş, ağaç dağıtmıştır.
Bu damga ve kuş unsurları Oğuz destanında da vardır. Boyun, bir belgesi olarak "ağaç" Oğuz destanında geçmiyor ise de Dede Korkut hikâyelerinde Dede Korkut'un dualarında "Kaba ağacın kesilmesün!" denilmektedir. İlk Osmanlılar hakkındaki rivayette de "Kaba ağaç" motifi bulunmaktadır (Neşri tarihi).
"Çingizname'de araba icat edenin adı Baylınoğlu Kaldar Beydir. Oğuzname'ye göre Oğuz Han Altın Han ile savaşıyor; "Çingizname"ye göre Çingiz'in büyük anası Ülemelik'in babası Altın Handır.
W. Bang ve R. Rahmeti Arat Uygur harfleri ile yazılan Oğuz destanındaki Altın Kağan için şu notu veriyorlar:
"Altun kağan Yuçen (Kin)'lerin hükümdarı olsa gerek...Bu sülâle 1234 senesinde Moğollar tarafından kovulmuştur. Müellif Altun Kağan ile Çürçet Kağanın aynı olduğunun farkında olmayarak 'Yüçen'leri sonradan bir daha 'Çürçet' şeklinde gösteriyor" (s. 40, not 116).
İki ad taşıyan aynı ülkenin veya şahıs ve sülâlenin ayrı ayrı şeyler olarak geçmesi destanlarda, hatta tarih kitaplarında bile, olağan şeylerdir. Bununla beraber, Altun Kağan adı veya ünvanı Türkler ve Orta Asyada yaşamış başka milletler arasında Kin sülâlesinden çok önce dahi, destanî bir ad olarak, yayılmış olsa gerektir. Kâşgarlı Mahmut, İskender zamanına ait bir hadiseyi tasvir eden hikayede Altın kan adlı bir dağdan bahsetmektedir. XVI. yüzyılda Güney Moğolistan'da Tümet ulusu tarafından kurulan kuvvetli bir hanlığın hanı An-di (1532-1585) "Altun Han" ünvanını almıştı. Özbek Hanı Şeybanî Muhammed'in bir muammasında Altun Kağan adı geçmektedir.
Oğuz han destanlariyle Çingiznâme'nin karşılaştırmalarından anlaşılıyor ki XII - XIV. yüzyıllarda Kıpçak Bozkırlarında ve eski Uygurlar bölgesinde yaşayan Türk boyları arasında çok eski bir destan kalıntıları dağınık halde bulunmuş; sonra Çingiz adı çevresinde toplanıp Çingiznâme'yi meydana getirmiştir. Dikkate değer ki, Oğuz Han gibi Çingiz de Müslüman kahramanı oluvermiştir.
Bu destanî hikâyede Çingiz şöyle tarif ediliyor: "Gök atlı, ak donlu, altın külahlı, er suratlı, Cebrail gibi körklü (güzel) Reşîdeddîn'in Moğol rivayeti diye naklettiği Ergenekon hikâyesi de Oğuz destanının bir menkıbesinden ibarettir.
Bu menkıbenin kısaltması şöyledir: "Moğollara İlhan hakan olmuştu. Tatarların hanı da Sevinç Han idi. Moğollardan çok dayak yiyen Sevinç Han, Kırgız hanın ve başkalarını kandırıp hep birden Moğollara saldırdılar. Moğollar mağlûp oldular. İlhan'ın Kıyan adı ile bir oğlu ile yeğeni Nüküz kurtulup kaçtılar ve Ergenekon adlı bir vadiye gelip yerleştiler. Burası çok güzel ve bereketli yerdi. Bu iki adamdan birçok nesil türedi. Tam dörtyüz yıl bunlar Ergenekon'da kaldılar. Nihayet buraya sığamayacaklarını anlayıp buradan çıkmaya karar verdiler. Fakat yol bulamıyorlardı. Nihayet bir demirci "Burada demirden bir dağ var. Onu eritelim" dedi. Hemen dağın geniş bir yerine kat kat odun bir kat kömür koydular. Yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yerden körüklediler. Yüklü deve çıkacak bir yol açıldı. Çıktılar ve Tatarlardan intikam aldılar. Bu sırada hanları Börte Çine (yani Boz Kurt) idi."
Bu menkıbe hakkında Profesör Dr. Fuat Köprülü şu mütalâada bulunmaktadır: "İslâmiyeti kabul eden Gazan Han zamanında yazılmış olan Reşîdeddîn'in Câmiü't-tevarih'inde bu menkıbe 'Ergene Kon' namı altında ilk şeklinden biraz farklı bir surete münderictir. Orada, İslâmiyet tesiri altında kurttan doğan çocuklar başka şekle ifrağ edilmiş ve Çingiz'e çıkarılan silsilename bunu tabiatiyle Moğollara atıf ve isnat edilmesine sebebiyet vermiştir. Esasen Gök-Türklerin bir parçası -ki Çinliler bunlara Şato Türkleri namı verirler- Milâdî 840 vekayii neticesinde şimali şarkiye muhaceret ederek Moğol kabileleri arasına karışmış, fakat eski Türk hakanları sülâlesinden olmak itibariyle Göktürk ananelerini muhafaza etmişti; işte Çingiz'in ecdadı bu Türklere mensup olduğundan, bu suretle Göktürk ananesi Moğollar arasına girmiş ve muahheren teşekkül eden Çingiz menkıbesi de tabiatiyle Göktürk destanının bir istitalesi şeklinde meydana gelmiştir. İşte bu nokta-î nazardan Reşid-ed-din ve Ebulgazi'deki Ergene Kon menkıbesinde zikredilen Moğollar, şüphesiz, Oğuzlar'dır; Çin menbalarındaki şekil ile bu muahhar şekil arasındaki ayniyet de bunu katî olarak gösterir." Ergene Kon menkıbesinin aynı olduğu tahmin edilen Çin rivayeti şöyledir:
"Türklerin ilk atası batı denizinin batısında bulunuyordu. Bunun ulusu Hunlar'ın bir bölümü olup Aşine adını taşıyordu. Bu Aşine kabilesi komşu kabilelerden biri tarafından yok edildi; bu kabileden ancak bir oğlan kaldı. On yaşındaki bu oğlana acıdılar. Ayağını, kolunu kesip bir kamışlıkta bıraktılar. Bu çocuğu dişi kurt besledi. Düşman han çocuğun yaşadığını işitip öldürmek için adamlarını gönderdi. Kurt çocuğu alıp Altay dağlarının ortasına geldi. Her tarafı dağlarla kapalı bir mağarada on çocuk doğurdu. Bu çocuklar evlendiler; herbirinden bir boy türedi. Bunlardan biri âşine boyu idi. Aşine'nin boyu büyüdü. Bir süre geçtikten sonra Aşine boyu Asın-çe denilen birinin idaresinde bu mağaradan çıktı." Çin kaynağı bu rivayeti, şüphesiz, Türklerin destanlarından almıştır. Bununla beraber şu gerçek tarihî vak'a-yı da kaydediyor: "536 yılında İlhan Tumın, Türk devletini kurduktan sonra, Cücen hanının kızını istedi. Cücen hanı Türk elçisine hakaret etti. "Türkler benim demircilerimdir. Kızımı istemeye nasıl cesaret ediyorsunuz?" dedi. Türkler bir süre önce Cücenlere tabi olup onlar için Altay dağlarında demircilik yapıyorlardı.
Reşîdeddîn Tabib'in tesbit ettiği Oğuznâme'nin, Oğuzların Müslüman olduktan sonra söyledikleri destandan alınmış olduğuna şüphe yoktur. Eski Oğuz destanında bulunduğuna şüphe olmayan Boz Kurt efsanesi Reş^deddîn Tabib'te yoktur. Hatta Ergene Kon efsanesindeki Börte Çine'yi bir şahıs adı saymıştır. Halbuki Börte Çine Moğolca Boz Kurt demektir. Eski Türk ve Moğol rivayet ve geleneklerini iyi bilen Ebülgazi Bahadır Han gerek Şecere-i Türk'de gerek Şecere-i Terâkime'de Boz Kurt efsanesinden bahsetmiyor; ona göre de Börte Çine bir kişi adıdır. Dikkate değer ki, İslâm tesirine hiç rastlanmayan Oğuz Kağan destanında dahi Boz Kurt ata değildir, ancak Oğuz Kağan'a yol gösteren kılavuz, arkadaştır.
Çin yıllıklarındaki, İslâm tarihçilerinin eserlerinde Türklere ait rivayetlerin çoğu Moğol istilâsından sonra yaşayan tarihî kahramanların destanlarına kadar sokulmuştur. Meselâ XV - XVI. yüzyıllarda Altun Ordu ve Çağatay hanlıklarında gelip geçen Ediğe, Toktamış, Çora Batır gibi tarihî kahramanların destanlarında bile eski destanların kalıntıları çoktur.
Destanlar eski görenekleri, gelenekleri, geçmiş ataların dünya görüşlerini, tıpkı ayna gibi, aksettirirler; Müslüman Türklerin gazi - kahramanlarının kâfirlele savaşlarını, yaşayışlarını tasvir een destanlarda bile evlenme, doğum, ad verme, ölüleri gömme, yas törenleri, askerlik, savaş, barış, av, töre ve yasalarını anlatan kısımları İslâmdan çok önceki devirlerin izlerini taşıyorlar. Eski Türk-Oğuz destanının kalıntılarından başka birşey olmayan Dede Korkut hikayelerinde tasvir edilen Oğuz gazilerinin inanışları, dünya göüşleri İslâmdan önceki
kahramanlarınkinden farksızdır. Oğuz gazileri eski Türk kâhinlerinin kopuzunu kutlu sayıyor, "mere, kâfir, Dede Korkut kopuzu hürmetine çalmadım. Eğer elinde kopuz bulunmaydı, ağam başı için, yen bir pare kılırdım" diyor. Bu gazilerin yas törenleri VIII. yüzyılda Orhon boylarında yaşamış olan Göktürklerin yas törenlerinden farksızdır. Kahramanların ölümünden sonra bindiği atın kuyruğu kesilerek kurban edilir; yaslı kadınlar yüzlerini parçalayarak ağlarlar, erkekler sarıklarını yere vururlardı... Elimizdeki Türk destanlarından anlaşıldığına göre destan devri yaşamış Türklerde ana - babanın çocuklarına verdikleri ad gerçek ad sayılmamıştır. Bir delikanlı savaşta ya da avda kahramanlık gösterdikten sonra büyük düğün ve tören yapılır, soyun kâhini olan kam çocuğa ad vererek onu kabilenin üyesi ilân ederdi. Bu törenin izini Dede Korkut'un III. hikâyesinde görüyoruz. Korkut Ata "Sen oğlunu Basam diye ohşarsın, bunun adı Boz Aygırlık Bamsı Beyrek olsun!" diyor. "Ol zamanda bir oğlan baş kesmese, kan dökmese ad komazlardı." Yakut destanlarına göre Yakutlar çocuklarına ilk adını oturmaya başladığı, gerçek adını ise yay çekmeye (ok atmaya) başladığı zaman verirlerdi (Sereşevsky "Yakutı", 53).
Müslüman Türklerden Kırgızların 400.000 mısra tutan Manas destanı bu bakımdan bir etnoloji hazinesidir. Bu destanın bir faslı olan "Han Kögütey yoğu (mâtem töreni)" 1860 yılında Kazak - Kırgız âlimi Ç. Velihanov tarafından tesbit eilmişti. Bu fasılda Han Kögütey'in sözleri Orhon yazıtlarındaki Bilge Hakanın sözlerini hatırlatıyor. Bu rivayete göre ölürken han kögütey halkına hitaben şöyle diyor: "Benim gözlerim yumulduğu zaman vücudumu kımızla yıkayınız. Etlerimi keskin kılıçla kemiklerimden sıyırınız. Bana zırhımı giydiriniz... Başımı doğuya doğru koyunuz. Mezarıma gelen kadınlara kumaşlar dağıtınız. Karasart türbemi yapsın, kullandığı tuğlaları seksen keçi yağıyle terbiyelesin, aşımı veriniz..." "Beylerim, ulusum, sözlerime kulak veriniz: Sizlere sıçan kapanı ile kuş avlattım; serseri dolaşıyordunuz sizi topladım; topluluk kurdum, dağılmış boyları topladım, il kıldım. Benim ölümümden sonra tekrar dağılmasın. Ulusuma bakınız, toladığım il dağılmasın. Yaya gelenlere at, çıplak gelenlere giyim veriniz..."
"Manas" destanının bu parçası İslâmdan çok önceki Türklerin defin ve yas törenlerini tasvir etmektedir. XIX. asır Müslüman Kırgızlar için böyle defin ve yas töreni ancak çok eski destan devrinin hatırasıdır.
Altay ve Yenisey Türklerinin destanlarından eski devrin hatıralarına daha çok rastlanır. Sagayların "Ay Mergen ve Altın Kuş" destanında Ak Hanın atı ve karısiyle beraber gömüldüğü anlatılmaktadır. "Katay Han ve Buzalay Mergen" destanında Katay hanın oğluna vasiyeti ve ölümünden sonra atı ve karısı ile beraber gömülüşü tasvir ediliyor.
Altay ve Yenisey Türklerinin destanlarında tasvir edilen bu defin törenleri VI. asırda yaşamış olan Göktürkler için bile çok eski bir devrin hatırası sayılmış olduğuna şüphe yoktur.
Destan kahramanlarının tanrı, peri kızlarıyle evlenmeleri motifi de XVI. asırda teşekkül etmiş olan destanlarda bile görülmektedir. XV. asrın tarihî şahıslarından olan Edige Beyin adı çevresinde meydana gelen destana göre onun büyük atalarından Baba Tükles bir su perisi kız ile evlenmiştir. Bu Göktürk destanının motifidir. Türklerin babası yaz ve kış tanrılarının kızlariyle evlenmişti. Oğuz Kağan destanına göre Oğuz Han ışık içinden çıkan ilâhî bir kızla evlenmişti. Dede Korkut hikâyelerinden birinde Salur Kazan'ın çobanı peri kızıyla evlenmiş, ondan Tepegöz doğmuştur.
Destanlara göre alplar çok eski çağlarda, dünya yaratıldığı zamanda yaşamışlardır. Kırgızların "Manas" destanına göre bütün dünya milletleri "yer, yer olduğu; su, su olduğu zaman" Müslüman ve kâfir olarak iki bölüğe ayrılmışlar, Manas ve arkadaşları o devirde yaşamış ve ömür sürmüşlerdir. Altaylı Kaç'ların Soyun alp destanı şöyle başlıyor:
Yerin ilk yaratıldığı,
Akan kırmızı bakırın durulup
sertleştiği çağda,
akarsuların ilk defa akmaya başladığı
ak kavakların ilk defa bittiği çağda
Ak denizin kıyısındaki
dağın yamacına
Alp Soyun çadırını kurmuştu...
Altaylı Şor'ların "Kan Mergen" destanı bu alpın kavminin yaşadığı zamanı şöyle anlatıyor:
Pek eski çağda idi bu...
Şimdiki nesilden önce,
eski nesilden sonra olmuştu bu...
Kaşıkla yer bölündüğü
kepçe ile su üleşildiği,
yer yer olup yaratıldığı,
yer yarılıp ağaçlar bittiği
ağaçlar yarılıp tomurcuklandığı,
kayın ağacı yapraklar açtığı çağda
bir ulus yaşamıştı...
Destanlardan birinde "yağız yer yaratıldığı zaman Kır atlı Kır Cutay türemişti" deniliyor.
Destanlarda kalıplaşmış olarak sürüp gelen bu sözler, Orhon yazıtlarındaki "üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldıkta, ikisi arasında kişi oğulları yaratılmış, kişi oğulları üzerine babam ve dedem Bumın Kağan ve İstemi Kağan (hükümdar olarak) oturmuşlar" parçasını hatırlatmaktadır. Altay ve Kırgız destanlarında Orhon yazıtlarında geçen tasvir tarzı ve ifadelerini andıran birçok parçalara rastlamak mümkündür ("alpların kanı suca aktı, kemikleri dağca yattı...", "yoksulları zengin yaptı, yaya gelenlere at verdi, çıplak gelenleri giyindirdi"... gibi).
Alplar daha küçükken avlara, savaşlara iştirak ederler.
Altaylı Kaçlar'ın bir destanın kahramanı Kan Mergen çocukken ava çıkmak ve kız kaçırmak istiyor. Ablası ona: "Boyun posun gelişsin, ağzındaki süt temizlensin, sonra gidersin!" diyor. Kan Mergen şu cevabı veriyor:
Alpların boyu posu
Alplarla çekişirken gelişir
Ağzındaki süt
At üstünde seferlerde temizlenir.
Alpların güçleri çok mübalâğalı tasvir ediliyor. Alplar savaşa hazırlanıp ata binerken yalnız kişioğulları değil, tabiat bile korkuyor.
Kudretinden gün korktu
Gün buluta sığındı
Heybetinden ay korktu
Ay buluta sığındı ("Manas")
Alplar tanımadıkları bir kişi ile karşılaştıkları zaman "geyiğin ütyü olur, kişinin adı, soyu olur. Adın ne?" diye sorarlar. Yabancı da kim olduğunu (meselâ, "kır atlı Cotay Alp", "sarı atlı Salay Alp", "konut atlı Alp Kony beg" olduğunu) söyler. Sagayların "Ay Möke" destanının kahramanı Alp Ay Möke, babası Altun Ergin'in vediği dağda avlanırken, burada başka bir yabancının avlandığını görür ve "geyiğin tüyü olur, kişinin adı olur. Adın ne?" diye sorar. Yabancı "bana kan kızıl atlı Kan Kaygalak Alp derler. Yukarıdaki Tanrı bana vız gelir. Ulu Alpları fiske vurup öldürmüşüm, küçük Alpları kamçı sallayıp öldürmüşüm" der.
Dede Korkut'un Oğuz Alpları da aynı şekilde düşmanın adını, soyunu sorarlar: "Kalarda koparda yiğit yerin ne yerdir, karangu dün içinde yol azsan umun nedir?.. Alp eren erden adın saklamak ayıp olur" (Basat ve Depegöz hikâyesinde).
Türk destanlarının kahramanları alplarda mertlik (şövalyelik) geleneği hâkimdi. "Manas" destanında Hak Han, düşmanı Yolay ile karşılaşırken şöyle diyor:
bağırıp çağıran yiğit,
elma gibi başını kaldıran yiğit,
ad sormak güzel âdettir,
soy sormak töredir,
adın, soyun kim, yiğit?
Alplar kendilerini düelloya çağıran düşmanlarını, uzak yoldan gelmişse, misafir eder, silah seçmekte serbest bırakır. Alpların hile ve ihanet yoluna saptıkları ancak masallaşmış destanlarda söylenir. Düelloya hazırlanırken Alpların dostça konuştukları da olur. Meselâ Çinli kahraman Akıran Taş ile Altaylı Alp Çes Möke karşılaşırlar. Selâmlaştıktan sonra Akıran Taş, "Ben ölürsem Çin yurdu alpsız kalır. Çin'de benden başka alp yok" der. Çes Möke ona, "Ben de ölsem sen de ölsen mavi gök yere düşmez, akar sular da çekilmez. Bu dünya yaatıldığı gibi kalır, senin, benim ölümümle dünya değişmez" diye cevap verir.
Alplar uyuyan üşmanı öldürmezler; düşmanını hile ile öldürenler Alp sayılmazdı. Uyuyan düşmanı öldürme, düelloda hile yapma, ancak masallaşmış destanlarda görülür.
Türkelrin halk edebiyatında destan şekli en önemli yeri alır. Bütün Türk boylarının destanlarının büyük bir külliyatını meydana getirmenin zamanı gelmiştir. Bu külliyat için yeterli belgeler mevcuttur. Radloff'un "Türk halk edebiyatı" külliyatı muhtelif Türk boylarının destanlarını ihtiva etmektedir. Fin bilgini Castren (1813 - 1852) tarafından Altay - Yenisey Türklerinden tesbit edilen onbeşten fazla destan A. Schiefner tarafından, güzel bir tetkik olan önsöz ile, Almancaya tercüme edilmiştir. Son yıllarda Altay - Yenisey folklorcuları, şimdiye kadar Türkologlarca bilinmiştir. Son yıllarda Altay - Yenisey folklorcuları, şimdiye kadar Türkologlarca bilinmeyen birçok destanlar neşrettiler. Bunlardan "Kögötey" ve "Alp Manaş" destanları çok dikkati çeker. Altaylılardan Şor boyunun folkloru Dırınkova tarafından "Şorskiy Folklor" adıyla neşredilmiştir. Bu eserde bu boyun kahramanlık destanları vardır. Yakut Türklerinin halk edebiyatı - destanlar (olongo) Jastremskiy, Pekarskiy ve Yakutlar'ın kendi aydınları tarafından toplanıp neşredilmiştir. Müslüman Türk boylarında Kazan aydınları XIX. asrın otalarından başlayarak folklorun, bilhassa destanların tesbitine ve neşrine başlamışlardır. Kazak destanlarının neşrinde Kazanlı kitapçıların da hizmeti büyüktür. Bu folklor mahsullerinin çoğu ilmî metoda uygun olarak toplanmamış, baskılarında da itina gösterilmemişse de Türkologlar için değerli malzeme teşkil ederler. Bunlardan bazıları Radloff'un "Türk Halk Edebiyatı Örnekleri" külliyatının III. cildine alınmıştır. 1920 - 1923 yıllarında Kazakistan hükümeti tarafından "Batırlar" serisi adiyle Kazak destanları neşredilmiştir. Bu seridekilerin hepsi çok önce Kazan'da basılmış destanlar ve lirik şiirlerdir. Bu destanların kahramanları yalnız Kazakların değil, bütün Kıpçak zümresi Türklerin de söylenen ortak destanlardır. Bunlardan Koblandı, Alpamış, Çora Batır, Ertargın, Kamber Batır, Kuzu Körpeç destanı 1812 yılında bir Başkurt halk şairinden tesbit edilerek Rusçaya tercüme edilmiş, Alpamça ise Oğuzlarda söylenen Alp Bamsı destanının değişik bir şekildir. Kazak destanlarında adları geçen kahramanlar Altınordu devletinin belkemiğini teşkil eden Nogay, Nogaylı yahut Kıpçak boylarındandır. Coğrafî isimlerden en çok Kazan, Kırım, İdil (Volga), Cayık (Ural), İrtiş geçmektedir. Kırgızların 400 bin mısralı destanlarının baş kahramanı da "Sarı Nogay Er Manas" Nogaylardandı. Manas'la savaşa Yolay da Noğay oğludur. Ak Han ile karşılaştığında Yolay kendisini şöyle tanıtıyor:
On san Nogay yurtum var
On san nogay içinde
Nogay bay denen babam var
Nogay bayın yavrusu
Han yolay denen ben özüm. diyor.
Bugün Kırgızlara mahsus millî destan sayılan "Manas" destanı XV - XVI. asırlarda bütün Kıpçak - Nogay boylarının, yani Altınordu kavimlerinin, müşterek destanı olduğunu son yıllarda bulunan ve XVI. asırda yazılmış "Mecmua-i Tevârih" adlı Farsça eserden öğreniyoruz. Bu eserin verdiği bilgye göre Manas, Kıpçak boyunun başbuğu Cakıp Hanın oğludur. Efsanevî rivayetlerle dolu olan bu eserde muhtelif asırlarda yaşamış olan hanlar, hükümdarlar birbirine karıştırılmıştır. Sultan Sencer, Oğuzlar, Moğolların Ong hanı, onun oğlu (!) Toktamış, Turgay oğlu Temür, İlhan Argun Han, Hülâgü oğlu Abaka hep "Manas" destanının içinde zikrediliyor. Manas'ın Yolay ile savaşı bugünkü Kırgız destanına uygundur. Kırım Hanı Nogay'dı. Yolay Kalmuk hanı Çünkçen'in oğlu idi. Kırım Hanı Ak Hüseyin oğlu ak Nogay, Bulgar Hanı Kara Hüseyin oğlu Kara Nogay idi. Toktamış'ın yeğeni Anga Tüe Manas'a yardım ediyor. İdil boyundan dönüp Manas için "Manasiye" şehrini kuruyor. Kalmuklar tarafından Mangıt Pulat Han karşı çıkıyor. Ona Yamgurçı Mirza yardım ediyor... Toktamış Cayık (Ural) denizine gidiyor. Maksadı Pulad'ın ilini almaktır. Oradan Kulzem denizine, oradan da Kırım'a gidiyor. Sonra dönüp Cayık'ta kışlıyor.
Bu karmakarışık efsanevî hikâyelerden anlaşılıyor ki XV - XVI. asırlarda "Manas" destanı bütün Kıpçak - Nogay zümresinde müşterek bir destan olmuştur.
Altın Ordu'nun yıkılışı devrinde Nogay boyunun İrtiş'ten Kırım'a, kırım'dan Altay'a durmadan göç yaparak hareket halinde bulunması, tavâif-i mülükün biribiriyle mücadeleleri, sonra XVI - XVIII. asırlarda Kalmuk istilâsına karşı savaşlar Orta Türk (Kıpçak gurubu) destanlarında derin iz bırakmıştır. Orta Asya Türklerinin destanlarının aşağı yukarı hepsinde Nogay'dan, Nogaylıdan ve Kalmuk savaşlarından bahis vardır. Savaşçı Nogay göçebelerinin Kırım'dan, Dağıstan'dan Altaylar'a med ve cezir halinde dalgalanması XVII. asrın sonlarına kadar devam etmiştir. Kazak destanlarından Er Targın, Çora Batır, Koblandı'nın faaliyet sahaları Kırım, Kazan hanlığı, İdil (Volga) ve Cayık (Ural) ve Altay'dır. Edige'nin ise bütün Altın Ordu, Orta Asya ve Batı Sibirya sahasıdır. Bu destanlar da aynı sahada yayılmışlardır. Bu bakımdan Türk destanları muhtelif Türk zümrelerini birleştirici edebî türdür.
Türk destanları, İslâmdan önceki eski adet, inanç, tören ve bütün hayat tarzlarını öğrenmek için en önemli kaynaktır. Türkler asırlar boyu İslâm kültürü içinde yoğruldukları halde terennüm ettikleri destanlarda eski Türk inanç ve törenlerini muhafaza etmişlerdir. Meselâ, İslâm dininin sıkı kaidelere bağladığı defin töreni bile bu destanlarda VII. asır Göktürk defin törenlerini hatırlatmaktadır. Dede Korkut hikayelerinde kahramanların defin töreninde bindiği akboz (demir kır) atının kuyruğu kesiliyor. Nogayların Aysıla destanına göre bu kahraman ölürken söylediği vasiyetinde "Nâşımı sevgili boz atımın üzerinde taşıtınız. Ölümümden sonra kabrimi derin kazınız. Altınlı sadakımı (okluğumu), edirne yayımı başım üzerindeki kazığa bağlayınız, mezarımın çevresine oklarımı diziniz. Canım sıkıldığı zaman geyik avlayacağım" diyor.
Edige'nin torunlarından Mamay (XVI. asır) adına söylenen destanda anlatıldığına göre bu kahraman şöyle vasiyet ediyor; "Ben öldükten sonra yedi köy halkı yedi argımak (cins at) ile elbiselerini ters giyip ağlayarak gelsinler" diyor. Onun cenaze töreni şöyle tasvir ediliyor: "Arabaya altı at koştular. Atların üzerine kara çul örttüler. Atalıklar elbiselerinin yenlerini kestiler; eyerlenmiş atlara silahlar astılar, atları yeden ala giyimli uşaklar "beğimiz Mamay öldü!" deyip alınlarını parçaladılar. Elbiselerini ters giyip sığıtçı (ağlayıcı) lar geldiler."
Başkurtların XVIII. asra ait "Karas Batır" destanında bu Karas Batır'ın Kazak akıncılarıyla çarpışması anlatılırken Kazak alplarından Akça Batır ile yaptığı düello tasvir edilmektedir. Bu düelloda Akça Batır öldürülüyor. Öldüren Başkurt batırı Karas onu "Büyük kahraman alp idi" deyip törenle defnediyor, onun namına yüksek bir hüyük âbide yapıp baş üstüne oklarla dolu bir sadak koyuyor. Ona ağıt olarak şöyle diyor:
"Bundan sonra senden alp görmez gözüm
Yerinde öğünsen de her bir sözün
Od yürek arslan gibi akça batır
Gömeyim saygı ile bunda özüm.
Taş ile korgan yapıp kazdım orun (çukurun)
atalsın adın ile taykan yerin
Bir sadak ok baş üstüne dikip koydum
Desinler: "Alp geçmiş bizden burun (= önce)".
Bu ağıttan da anlaşıldığına göre alpların mezarına ok dolu sadak asmak âdeti, ta XIII. asra kadar, destanî gelenek olarak, devam etmiştir. Bu okluk koyma âdeti İslâmdan önceki silahlarla beraber defin adetinin sembolik bir şekilde devamından ibaret olsa gerek.
Birçok Türk boyları arasında müşterek bazı destanlar vardır. En eski Oğuz destanlarından Bamsı Beyrek destanı bunlardan biridir. Bu destanın kahramanı olan Bamsı (Alp + Bamsı) Kazak, Özbek ve Başkurt rivayetlerinde Alpamşa olmuştur. Köroğlu destanı bütün Oğuz zümresinde söylendiği gibi Özbek ve Kazaklarda da meşhurdur.
Türk destanlarında müşterek motiflerden en önemlisi ve yaygını at konusu üzerinedir. Türkler atlı millet oldukları için bütün destanları at sevgisi ve öğmesi ile doludur. Kahramanlar atlarını yalnız arkadaş değil, kardeş sayarlar. Birçok kahramanlar atlarını severek, okşayarak "aslım kara kişiydi, adımı sen çıkardın, yürüğüm!" derler. Dede Korkut hikâyelerinde başlıca rolü kahramanın atı oynar. "At işler er öğünür; Kazan diyor: "Hüner atın mıdır, erin midir?" "Hanım erindir" dediler. Han "yok, at işlemese er öğünmez. Hüner atındır" diyor. "At işler er öğünür" (Dede Korkut). At hakkındaki aynı sözleri Orta Türk destanlarında da buluyoruz. Hattâ XVIII. asrın tarihî kahramanlarından Kötübar Batır'ın al atı da düşmanın gelmekte olduğunu haber verdiği "Ayman - Çolpan" lirik şiirinde tasvir edilmiştir.
Altay - Yenisey destanlarında kahramanlar hep atlariyle beraber zikredilir. Ak atlı Ak Han, Akboz atlı Ak Molot, Kara atlı Katay Han, Kök atlı Kök Han ve başkaları gibi.
Geçen asrın ilk yarısında Altay - Yenisey Türklerinin destanları üzerine araştırmalar yapan V. Titov'a göre kahramanın atı yoksa adı da olmaz. Kahramana ad, at aldığı gün verilir. Dede Korkut hikâyelerinde de kahramanlık gösteren Bamsı Beyrek'e Dede Korkut, "bunun adı boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun" diyor. Salur kazan da "Konur atın sahibi" diye anılır. Destanlara göre delikanlı kahramanlık gösterdikten sonra at ve ad alırdı. Yani bundan sonra delikanlı kabilenin gerçek ferdi olur. Minusinsk Türklerinin destanlarını tetkik eden V. Titov bu ad alma törenine çok önem vermiştir. Ona göre kahraman olmayan adi insanların adı yoktur (demek bunlar kabile adı ile göbek adlarını taşımakla yetinmiş olacaklar). Bu adet çok eski devrin hatırası olsa gerektir.
Bazı destanların bazı Türk boylarında yazı ile tesbit edildikten sonra kutlu kitap sayıldığı dikkate değer. Kırgızlar Manas destanını, hastalandıkları zaman, Manasçılara "şifa" için okuttukları etnograflar tarafından müşahede edilmiştir. "Çingizname"yi Başkurtlar'ın kutlu kitap saydıklarını, akademisyen lepehin 1770 yıllarında tespit etmiştir. Yani millî destanlarımız milletimizce en değerli millî miras sayılmakta devam etmiştir.
Türk destanları arasında Kırgız Türklerinin "Manas" destanından da kısaca bahsetmek gerektir.
Türk destanları arasında en büyüğü ve en ilgi çekeni Kırgızlar'ın Manas destanıdır. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi bu destanın bazı parçaları XV. asırda yazılan bir tarih kitabına alınmıştır.
"Manas" destanı, baş kahramanı Manas; onun oğlu Semetey ve torunu Seytek'in hayatlarından bahseden üç şahıslı 400 bin mısralık büyük bir eser teşkil etmektedir ve Firdevsî'nin Şehname'sinin iki mislinden, Homer'in İliyada'sının onaltı mislinden büyüktür. Dünyada şimdiye kadar "Manas" kadar büyük bir destan tesbit edilmemiştir. Bu destan hakkında ilk bilgi 1849 yılında Kazak - Kırgızlarda idare amirliği yapan Rus memuru Franel tarafından hükümete verilen raporda görülmüştür. Franel'den yedi yıl sonra Kazak aydınlarından Çokan Velihanov, 1856'da Kırgızlar arasında yaptığı seyahat sırasında Manas destanını keşfetmişti. Sonra bu destanın (19.000 mısralık) bir kısmı meşhur Türkolog W. Radloff tarafından, "Türk Halk Edebiyatı Numuneleri" külliyatının V. cildi olarak 1885'de yayımlandı.
Sovyet ihtilâlinden sonra "Manas" destanının büyük bir kısmını Kırgızistan İlimler Akademisi yayımladı.
"Manas" destanının ilk teşekkülü, bazı bilginlere göre, IX. asırda kurulmuş olan Kırgız İmparatorluğu devrine rastlamaktadır. O zamandan beri muhtelif devirlerdeki olayların etkisiyle değişe değişe zamanımıza kadar ulaşmıştır.
"Manas" destanı Kırgızların asırlarca süren hayatlarının aynasıdır. Doğum, evlenme, ölüm törenleri, savaşları, mücadeleleri, dinî inançları, ıstırap ve sevinçleri hep bu destana aksetmiştir. Çokan Velihanov'un dediğine göre, Manas destanı Kırgız boyunun ansiklopedisi sayılmalıdır. Bu destanın bir yerinde İslâm velilerine sığınmalardan bahsedilirken birden bire önümüze şaman âyini çıkıverir. Bu büyük destanda muhtelif devirlerin olaylarıyla beraber muhtelif ideolojiler de yer almıştır. Bu destan üzerine en son çalışma "Sovyet halklarının destanlarını tetkik" külliyatının 2. cildini teşkil eden "Kırgız Destanı Manas" adlı onbir araştırmayı içine alan büyük bir eserdir; 1961'de Moskova'da basılmıştır.