Emekli Tümgeneral Yavuz, 'Balyoz' savcısına FETÖ'den verilen hapis cezasını değerlendirdi: Savcıya kin duymuyorum, onun oraya gelmiş olmasına üzülüyor
Zafer Arapkirli 01 Ocak 1970
Emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Seyr-i Sabah programında dün sonuçlanan 'Amirallere Suikast' ve 'Balyoz' soruşturmalarının savcısı Süleyman Pehlivan'a açılan davanın sonuçlanmasını, FETÖ üyeliğinden 13 yıl 6 ay hapis cezası verilmesini yorumladı. Yavuz, “Tutuklanan savcıya kin duymuyorum onun oraya gelmiş olmasına üzülüyorum” dedi.
Kamuoyunda 'FETÖ kumpas soruşturmaları' olarak bilinen 'Amirallere Suikast' ve 'Balyoz' soruşturmalarında görev yapan eski Yargıtay üyesi Süleyman Pehlivan, FETÖ üyeliğinden 13 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Pehlivan'ın sahte delillerle soruşturmasını yürüttüğü ve sorguladığı isimlerden biri olan emekli Tümgeneral Ahmet Yavuz, Seyr-i Sabah programında davanın sonuçlanmasının ardından görüşlerini paylaştı. Yavuz, içinde bulunduğu hislerin bu gibi insanların ceza aldığını görünce kin duyan bir insanın rahatlaması değil, bu gibi insanların o mevkie gelebilmiş olmasından duyulan üzüntü olduğunu vurguladı:
‘HAYATINI VE SAĞLIĞINI KAYBEDEN SİLAH ARKADAŞLARIMIZ VAR'
"Ben üç buçuk yıl hapis yattım. Adalet henüz yerini bulmadı. Çünkü sadece mesele Balyoz davası değil. Amirallere suikast, Ergenekon. Poyrazköy… Bu davalarda birçok insan zarar gördü, hayatını ve sağlığını kaybedenler var. Artık hapis yatan kimse kalmadı ama gördüğü zararların telafisi henüz sağlanamamış arkadaşlarımız var. Uyduruk belgelere dayanarak silahlı kuvvetlerden uzaklaştırılmış atılmış arkadaşlarımız var. Onlar geriye dönemediler. Anayasa Mahkemesi'nin verdiği ihlal kararları var. Bu kararlardan sonra mahkeme kararları gerekiyor ki henüz bu sağlanamadı. 2010 yılının Ocak ayında başladı. Bir grup arkadaş gözaltına alındı. Biz ne olduğunu hemen kavradık. İki farklı şey vardı: Birisi Balyoz güvenlik harekat planı diye bir darbe planı var. Bir de 2003 yılında benim de katıldığım bir seminer var. Birisi sahte birisi gerçek. Gerçek olan seminer. Bir sıkıyönetim senaryosu var. Böyle bir senaryoyu konuşursanız ne yapacaksınız? Bunlar yapılan şeyler. 2005 yılında da deprem semineri yapıldı. Bunlar olağan ve normal şeyler. Suiistimale açık hale getirildi. Topluma 22 saatlik seminerin içinden birkaç cümleyi seçerek ses kayıtlarıyla birlikte topluma sızdırdılar. İnsanlar burada darbe arayışı var zannetti. Darbe planı olarak ortaya çıkan sahte Balyoz güvenlik hareket planını çekip aldığınız zaman ortada gerekçe kalmıyor. Gerekçeyi üretebilmek için iki şeyi bir araya getirdiler.
Ben hangi ceza maddesiyle ne kadar yargılandığımızı düşünmedim. 18 yıl ceza aldım Yargıtay'da onandı. 3,5 yıl yattım. Benden daha çok yatanlar oldu. İlk grup göz altılarda ben tutuklanmamıştım. Toplumda yanlış biliniyor: Milyonlarca lira tazminat verilmiş zannediliyor. Başlangıçta mahkemeler çeşitli aralıklarla tazminatlara hükmettiler. 1,5 milyon TL'ye de 20 bin liraya hükmeden mahkeme de oldu. Bunlar Yargıtay'a gitti. 200 bin TL civarında manevi tazminat verildi. Ama 2-3 arkadaş hariç kimsenin eline bu tür tazminat geçmedi. Bunları tazminatla geçiştirmek de mümkün değil. Yapılacak olan şey TBMM'de yasa çıkarıp hukuken insanların masumiyetini manevi olarak tescil etmek gerekirdi.
‘ORDUYLA MİLLET ARASINDAKİ GÜÇLÜ BAĞI KOPARTMAK İSTEDİLER'
Bugünle o gün arasında farklı bir cevabım yok: Irak'ta Afganistan'da doğrudan müdahale yaptı batılılar. Pembe ve renkli devrimler yaptılar. Libya'da ve Tunus'ta Arap baharı şeklinde cereyan eden olaylar oldu. Suriye'de devletleri yıkmaya çalıştılar. Türkiye'de orduyla millet arasında güçlü bir bağ olduğu için orduyu itibarsızlaştırdılar. Türkiye'nin geçmişi, asker siyaset ilişkileri çerçevesinde baktığımızda ordunun da çok temiz olmayan bir geçmişi var. TSK Atatürk'ü doğru anlamayarak hata yaptı. Toplumdan soyutlandı, 12 Eylül öncesi ve sonrasında yapılanlarla Atatürk'ün şu sözünü içselleştiremedi: Devlet de hükümet de ordu dahi kendisi için bir varlık değil, ancak milletin var olması için gereklidir diyor. Siyasilerin de büyük hataları var. Ama orduyu yönetenler de belli aralıklarla kendisi için bir varlık haline geldi. Böyle olursa fonksiyonunuzu kaybedersiniz çünkü tek yapmanız gereken şey milletin bekasını sağlamaktır.
Sanki silahlı kuvvetler bu işi tek bayına yapıyormuş gibi algılanıyor. Onlar bu milletin bir parçası olduğuna göre siyasetçilerin de hatalarının da ifade edilmesi lazım. Darbe zeminine Türkiye kendiliğinden gelmedi. Ama bunu darbeyi meşrulaştırmak anlamına gelmez, bunu söylemiyorum. Silahlı kuvvetlerdeki subayın askerin en temel sorumluluğu milletinin bekasını sağlamaktır. Problem biraz da silahlı kuvvetlerin iç güvenlik olaylarında görev almasından kaynaklanıyor. Almadan olmaz ama aldığında da bir takım öne çıkmalar, bir takım ilave haklar elde etmeler, nüfuza yönelik haklar toplumda farklı bir yer elde etmesine neden oluyor. Gelinen noktada komutanların da sorumluluğu var. Bunu da kabul etmek zorundayız.
Siyasetle askerler arasındaki ilişkide çok hassas bir nokta var: Silahlı kuvvetlerle siyaset farklı istikametlere bakmayacaklar. Ama silahlı kuvvetlerle siyaset birbirine yapışmayacaklar da. Geçmişte silahlı kuvvetlerle siyaset farklı istikametlere bakıyordu. Bunların bir kısmı doğal olsa bile kamuoyuna sunulması açısından doğru kabul edemeyiz. Bunların birbirine paralel olması gerekiyor. Ama yapışmamalı da. Bundan yarar sağlanmaz. Şu anda problemin bir başka boyutu, içinde temizlenmesi gereken unsurların olması. Ankesörlü telefonlardan yapılan aramalardan yapılan tespitlerden hala FETÖ'nün içinde olduğu bir TSK olduğunu anlamak mümkün. Öte yandan siyasetin silahlı kuvvetleri tamamen kendi hizmetine sokacak şekilde davranışlar içinde olduğunu da görüyoruz. Bu ikisi birbirine yapışınca TSK yetkilileri Suriye politikasına hayır diyemiyor. Suriye ile geldiğimiz nokta ülkenin bekasını tehdit eden bir noktala geldi. TSK'nın fikrini ve uzmanlığını belirtmesi ortadan kalktı.
Süleyman Pehlivan dün ceza aldı. Ben ona 5 Mayıs 2010 tarihinde ifadeye gittim. Önüme bir takım belgeler çıkardı. Bunların hepsi uydurma dedim. Benim en çok üzüldüğüm nokta bunların çeşitli makamlara gelmesi ve millet adına hukuksuzluk dağıtması. Bu gibi insanların ceza aldığını görünce kin duyan bir insanın rahatlaması değil, bu gibi insanların o mevkie gelmiş olmasından duyulan üzüntü var bende. Bize değil; hukuka, devlete ve millete karşı gelmesi beni çok üzdü."