Adalet kimden yana?
Taha Akyol 01 Ocak 1970
Yargı dünyasında Cumhuriyet gazetesi mensupları hakkındaki mahkumiyet kararlarını İstinaf mahkemesi onayladı…
Bir yıl üç aydır tutuklu bulunan Osman Kavala ve arkadaşları hakkında nihayet iddianame yazıldı, darbeye teşebbüs suçundan haklarında ağırlaştırılmış müebbed hapis cezası isteniyor…
Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşlerle birlikte 6 kişiye “ağırlaştırılmış mübbed hapis cezası” verilmiş ve yine İstinaf Mahkemesi bunu onaylamıştı. Fakat Yargıtay başsavcısı ayrıntılı bir ‘tebliğname’ yazarak bu kararın yanlış olduğunu, terör örgütüne yardım suçunun düşünülmesi gerektiğini bildirdi. Aradaki ceza farkı muazzamdır.
Bütün bunlar yargı tasarruflarıdır.
Yargının genel manzarasına baktığımızda, dünden bugüne bağımsız ve tarafsız yargı kalitesine ulaşamadığımız açıktır.
İki devirde aynı gazeteci
Hüseyin Cahit, Atatürk’ten önce şapka giyip laikliği savunan bir gazeteciydi. Ama ‘muhalif’ olduğu için hapsedildi, sürgün edildi, gazetesi kapatıldı.
İsmet İnönü “Hüseyin Cahit’e zulmettik” demiştir.
1950’de demokrasiye geçtik fakat Ali Fuat Başgil’in de belirttiği gibi maalesef Menderes hükümeti 1954’ten itibaren adım adım otoriterleşmeye başladı. Hüseyin Cahit yine ‘muhalif’ olduğu için, 1 Aralık 1954’te, 79 yaşında, yazısından dolayı hapse konuldu, 80. yaş gününü hapiste kutladı!
Bu tabloya bakarak “biz iyi yaptık, siz kötü yaptınız” demek mümkün mü?
Doğrusu, Türkiye’nin geleceği için artık bağımsız ve tarafsız yargı ilkesine ve özgürlüğün evrensel tanımına sahip çıkmak değil midir?
Artık adalete tek bakış açımız “siz-biz” değil, evrensel hukuk olmalıdır.
‘Gerekçe’nin önemi
Cumhuriyet gazetesi mensuplarıyla ilgili mahkumiyet kararlarında “Bylock kullananlar kendisine mesaj gönderdi” gibi gerekçeler var; ama cevap bile yazmamışlar ki…
Yayın organı sahipliği (vakıf) sorumlu tutularak suçlu sayılmış, ama AYM’nin aksi yönde kararı var.
Sanıklar PKK, DHKP-C ve FETÖ’ye yardım suçlamasıyla mahkum edilmiş ama hangi sanığın bu örgütlerle suç ilişkisi kurduğu somut delillerle gerekçede anlatılmamış…
İstinaf’ın onay kararında da “delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksiklik olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu…” gibi genel ifadeler kullanılmış.
Halbuki Anayasa Mahkemesi’ne göre, bir tedbir olan tutuklama kararlarında bile gerekçenin “ayrıntılı ve somut delillere dayanması” zorunludur. “Delil durumu, dosya içeriği gibi genel ifadelerle” gerekçe yazılamaz. (B. No: 2015/18567)
İstinaf kararları için de böyle midir? Saygın hukukçu Sami Selçuk şöyle diyor:
“Kesinlikle böyledir. İstinaf kararlarında da her bir sanık için somut delillerin ortaya konularak gerekçe yazılması zorunludur.”
Gezi davası
Osman Kavala ve arkadaşları hakkında müebbed ağır hapis istenmesinin sebebi, Gezi olaylarının “kalkışma” yani darbeye teşebbüs sayılmasıdır.
Kavala ve arkadaşlarının Gezi olaylarıyla ilişkisi ve bu konudaki deliller nedir; açıklanınca öğreneceğiz.
Bu konuda İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 29 Aralık 2015 günlü kararında, Gezi olaylarında şiddete başvuranlara bireysel cezalar vermiş, fakat bunun darbeye teşebbüs suçunu oluşturmadığı karara bağlanmıştır. Kararda darbeye teşebbüs suçunun kanuni ve fiili unsurları sayılmakta, Gezi olaylarının bu nitelikte olmadığı belirtilmektedir. (K: 2015/394)
Ama karar üç yıldır Yargıtay’da sırasını bekliyor, Gezi olayları için tutuklama yapılıyor, müebbed hapis talepli davalar açılıyor.
Furkan Vakfı hakkında yapılagelmekte olan uygulamalarda hukuk zorlanmaktadır.
Ben bütün bu uygulamaların en geç AİHM’den döneceğini düşünüyorum.
Adalet Bakanı ne diyor?
Genel tablonun ne boyutlarda olduğunu, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün şu sözleri ortaya koyuyor:
“Temel hak ve özgürlüklere orantısız müdahaleler, bazı haklı eleştirilere neden olabilmektedir. Yine bu tür müdahaleler, yargısal tasarrufların meşruiyetine ve yargıya olan toplumsal desteğe de zarar verebilmektedir.” (29.11.2018)
Evrensel hukuka uymayan tasarrufların, Türkiye lehine olduğunu sanmak büyük hatadır. Türkiye’nin bekası için yüksek kalitede hukuk devleti niteliği gerekir.
Yabancı sermaye getirmek için Türkiye’nin hukuk devleti olduğu söylüyoruz, değil mi?