Selahaddin Eyyubi
01 Ocak 1970
Selahaddin Yusuf bin Eyyub
Haçlı Seferleri’ne karşı direnen büyük komutan
1138 yılında Tikrit’te doğdu. Babası Necmeddin Eyyub, Selçuklu emiri İmadeddin Zengi’nin hizmetinde idi. Annesi Selçukluların Harim emiri Şihabeddin Mahmud ibn Tokuş el-Harimi'nin kızkardeşidir. Hıttin Savaşı'yla 2 Ekim 1187 tarihinde Kudüs'ü Haçlılar'ın elinden aldı. Kudüs’te 88 yıl süren hıristiyan egemenliğine son verdi. Bölgede yaşanan katliamları durdurdu. Hıristiyanların düzenledikleri III. Haçlı Seferi'ni etkisiz hale getirdi. En güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen etkisi altına aldı. Irak'taki Selahaddin şehri ve Selahaddin Kartalı da onun adını taşımaktadır. 4 Mart 1193 tarihinde Şam’da vefat etti. Mezarı Emeviye Camii haziresindedir.
EYYÛBÎLER;
Ünlü kumandan ve siyâset adamı Selâhaddîn Eyyûbî tarafından Sûriye, Filistin, Mısır ve Yemen’de kurulan devletin adı. Hânedânın kurucusu olan Selâhaddîn Eyyûbî, Hazbani Kabîlesine mensuptu. Ancak bu âile uzun yıllar Türkler arasında bulunmuş ve tam mânâsıyla Türkleşmişti. Selâhaddîn Eyyûbî, 1138’de çok sayıda askeri ile birlikte Musul Türk kumandanı Zengî bin Aksungur’un hizmetine girdi. Bu durumun akabinde Selâhaddîn’in kardeşi Şirkuh da Zengî’nin oğlu Nûreddîn’in hizmetine girdi. Şirkuh bu hizmetteyken, 1169’da Mısır’ın kontrolünü ele geçirdi ise de, çok geçmeden öldü ve onun halefi olarak yerine Selâhaddîn geçti.
Böylece hânedânın gerçek kurucusu olarak ortaya çıkan Selâhaddîn Eyyûbî, 1171 yılında, Şiî Fâtımî idâresini tamâmiyle ortadan kaldırdı. 1175 yılında ise İsmâil Zengî ile Böri Gâzi’nin kumanda ettiği orduyu Kurunhama’da bozguna uğrattı ve Eyyûbî Devletinin temellerini attı. 1176 yılında kardeşi Turan Şahla berâber Yemen’deki Abdün-nebi Fırkasını yıkan Selâhaddîn Eyyûbî, Abbâsî halîfesi tarafından Suriye, Yemen, Filistin ve Kuzey Afrika’nın sultânı îlân edildi. Bu durum aynı zamanda halîfe tarafından devletinin kabul edilmesi demekti.
Selâhaddîn Eyyûbî ilk iş olarak Mısır’daki Fâtımî idâresinin son izlerini de ortadan kaldırdı. Onların eski toprakları üzerinde din ve eğitimde kuvvetli bir siyâsetin teşvik ve uygulayıcısı oldu. Şiîliğin yerine Sünnî mezhebini yaymaya başladı. Bunda başarılı olan Selâhaddîn, Mısır ve Suriye’de Fâtımîlerin yaydığı yanlış îtikâdın önüne geçerek, Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasında önder oldu. Selâhaddîn Eyyûbî’nin tâkib ettiği siyâsetin diğer bir yönü de Haçlılara karşı cihâd hareketinin başlatılması idi. Bilindiği gibi bu yüzyılda Haçlılar iki defâ Anadolu’dan Kudüs’e kadar gitmişler ve geçtikleri yerlerde kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamışlardı. Hattâ bu zâlimler, kendi dindaşları ve ırkdaşlarının kalplerinde bile derin bir nefret uyandırmışlardı. Kutsal şehir Kudüs, yıllardır bu zâlimlerin elinde bulunmaktaydı. Nitekim Selâhaddîn’in Haçlılara karşı tesirli bir şekilde başlattığı cihâd siyâseti, bütün İslâmî gayret ve heyecanı onun etrâfında birleştirdi. Türk ve Arab ordularının aynı gâye etrâfında toplanmasını sağladı.
Topladığı bu kuvvetlerle 1187 yılında Haçlıların karşısına çıkan Selâhaddîn Eyyûbî, Hattin’de parlak bir zafer kazandı. Perişan bir vaziyete düşen Haçlıların elindeki bütün kaleler, Kudüs dâhil Eyyûbîlerin eline geçti. 89 yıl düşman elinde kalan kutsal şehir Kudüs’ün de ele geçirildiği bu zaferle, bütün Müslümanların gönüllerinde taht kuran Selâhaddîn Eyyûbî, büyük bir üne kavuştu. Avrupa bu hezîmet karşısında birbirine girdi ve üçüncü Haçlı seferi için çalışmalara başladılar. Ancak bu yeni Haçlı ordusu daha Akka’da iken hezîmete uğratıldı ve yine onların aleyhine olarak bir antlaşma imzâlandı.
Hemen hemen bütün günleri harp meydanlarında geçen, Ortadoğu’daki Haçlı varlığının belini kıran ve onu aslâ eski gücüne kavuşamayacağı bir hâle getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyâsının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren Mücâhid Sultan, 4 Mart 1193 Çarşamba günü Dımaşk (Şam)’da vefât etti. Aynı şehirde bulunan kabri bugün büyük ziyâretgâhlardandır.
Selâhaddîn Eyyûbî, ölmeden önce devletinin çeşitli bölgelerini oğullarına ıktâ olarak dağıtmıştı. Bununla berâber merkezî kontrol, oğullarından El- Âdil’in elindeydi. Bu sultan zamânında, daha önceki aktif politika terk edilerek yumuşak bir siyâset izlenmeye başlandı. Frenklerle barış yapılarak ilişkiler normal bir ortama dönüştü. 1205 senesinde Samsat, Serve ve Ra’sul-ayn’ın şehirlerine hâkim olan Melik el-Efdal amcası El-Âdil’le ilişkisini keserek Anadolu Selçuklu Sultanı Keyhüsrev’e bağlandı. Bu dönemde Eyyûbîler, 1208’de Ahlat’ı, 1215 senesinde ise Yemen’i hâkimiyetleri altına aldılar. Beşinci Haçlı seferi sırasında Dimyat’ın Haçlılar eline geçmesi ile üzüntüsünden hastalanan Sultan El-Âdil çok geçmeden vefât etti (10 Eylül 1218). Yerine oğlu Kâmil geçti.
El-Kâmil kısa sürede orduyu toparlayarak Haçlıları geri püskürtmeye muvaffak oldu. Ancak daha sonra İmparator İkinci Frederik ile anlaşan El-Kâmil, anlaşılamayan bir tutumla Kudüs’ü Haçlılara terk etti. Böylece İkinci Frederik ile başlayan sulh dönemi, Mısır ve Suriye’ye bâzı iktisâdî faydalar sağlarken, aynı zamanda Akdeniz Hıristiyan devletleri ile ticâretin yeniden canlanmasına yol açtı. Sultan El-Kâmil’in devri diğer taraftan iç çatışmalara ve çalkantılara sahne oldu. Sultâna karşı ülkede ittifaklar kuruldu. Aynı zamanda sultânın kardeşi Muazzam ile Melik Eşref bile bu ittifakın içinde yer aldı. Hattâ Melik Eşref bir ordu ile sultânın karşısına çıktı ise de, âniden vefât ettiğinden kuvvetleri dağıldı.
Eyyûbî Devleti son parlak devrini, Sultan El-Kâmil ile yaşadı. Onun ölümüyle ülke parçalanmaya yüz tuttu. El-Kâmil’in yerine geçen Es-Sâlih zamânında, ülke bir taraftan iç mücâdelelere sahne olurken, diğer yandan altıncı Haçlı seferi başgösterdi. Bu karışık vaziyete rağmen Haçlılara karşı başarılar kazanıldı ve Fransa Kralı St.Louis esir alındı. Sultan Es-Sâlih’in kısa bir süre sonra ölümü üzerine Mısır Eyyûbî ülkesi 1250 yılında Türk Bahri Memlûk birliklerinin eline geçti.
Haleb’te ise, 1236 senesinde ölen El-Azîz’in yerine geçen En-Nâsır Yûsuf, Mısır’daki Sultan Sâlih’in ölümü üzerine bütün Suriye’yi ele geçirdi. Onun Suriye üzerindeki iddiâları Mısır Memlûkleri ile mücâdelelere sebeb oldu. Bu sürekli mücâdelelere ancak Moğolların taarruzu son verdi. Devamlı tâbi hâlde yaşayan Hama’daki Şûbe ise, varlığını 1342 senesine kadar sürdürdü. Bu târihte onlar da Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı. Sâdece Diyarbekir ve Hısnıkeyfa civârında mahallî bir beylik Moğolların ve Timurluların hücumlarından kurtulabildi. Eyyûbîlerin bu kolu da Akkayonlular tarafından ortadan kaldırıldı.
Eyyûbîler Devleti, Zengîlerin bir devâmıydı. Eyyûbî devlet teşkilâtı, diğer İslâm devletlerindeki teşkilâtlardan farklı değildi. Başta bir sultan ve onun hânedânı, sonra, idârî ve askerî yetkiye sâhip emirler, daha sonra bürokratlar ve ilmiye sınıfına mensup olanlar gelirdi.
Devlet işlerini yürüten üç dîvân vardı. Dîvân-ül-İnşâ; bürokrasinin idâresi ve diplomatik işlerin yürütülmesiyle uğraşırdı. Dîvân-ül-Ceyş; ordu ve onun mâlî işlerinden sorumluydu. Dîvân-ül-Mâl; bugünkü mâliye bakanlığının görevini yapardı. Dîvânlar arasında en geniş teşkilâta sâhib olan bu dîvândı.
Eyyûbîler Devletinin en önemli hedefi, Ortadoğu’da Haçlılar tarafından işgâl edilen İslâm topraklarını kurtarmaktı. Bu sebepten sultan, her zaman, savaşa hazır güçlü bir orduyu beslemek mecbûriyetindeydi. Ordunun temelini, toprağa bağlı süvârîler meydana getiriyordu. Bunların yanında maaşlarını para olarak alan bir mikdâr piyâde ve süvârî vardı. Piyâdeler kale müdâfaa veya muhâsaralarında vazîfe alıyorlardı. Diğer muhârebelerde ise timarlı süvârîler savaşıyordu. Süvârîlerin en önemli kısmını, parayla satın alınarak veya devşirilerek yetiştirilen memlûkler teşkil ediyordu. Bunların büyük çoğunluğu Türktü.
Eyyûbîler Devletinde sağlık hizmetleri çok gelişmişti. Birçok şehirde hastahâneler yapılmıştı. Bu hastahâneler arasında Dımaşk’taki Nûreddîn ve Kâhire’deki Selâhaddîn hastahâneleri mükemmel tıp merkezleriydi. Buralarda erkekler, kadınlar ve sinir hastaları için ayrı kısımlar vardı. Târihte sinir ve ruh hastalıkları için ilk ilâçlar, bu hastahânelerde hazırlanmıştır. Hastahânelerin yanında, kimsesiz, bakıma muhtaç çocukların ve fakirlerin korunması için birçok bakım evleri ve misâfirhâneler açılmıştır.
Eyyûbîler Devletinde, teknik ve sanat da gelişmişti. Dımaşk ve Kâhire’de dökümhâneler ve cam îmâlathâneleri vardı. Bu şehirlerde ayrıca su ile çalışan kâğıt değirmenleri de yer alıyordu. Kâğıt; buğday, pirinç sapları ve pamuktan yapılıyordu. Musul kumaşları, Mısır pamukluları ve Dar-ut-Tirâz’da îmâl edilen yünlü, ipekli ve pamuklu kumaşlar çok meşhurdu. Bakır işlemeciliği gelişmişti. Bugün, Eyyûbîler devrine âit şamdanlar, leğen ve tabaklar çeşitli ülkelerin müzelerinde bulunmaktadır. Silâh îmâlâtı da oldukça ileri seviyede idi. Bilhassa Dımaşk’ın meşhûr çelik kılıçları çok ünlüydü.
Eyyûbîler devri, ilmî hayat bakımından İslâm târihinin en canlı ve hareketli dönemlerinden biriydi. Bozuk îtikâdlara karşı, Ehl-i sünnet îtikâdını yaymak gâyesiyle, Kâhire ve Dımaşk’ta birçok medreseler açıldı. Burada tefsir, hadis, fıkıh ilimleri yanında, fen ilimleri de öğretiliyordu. Ayrıca Kur’ân ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Kurrâlar, hadîs ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Hadîsler ve fen ilimlerini öğretmek için Dâr-ül-Hendeseler açıldı. Medreselerin yanında câmiler de önemli ilim merkezleriydi. Câmilerde çeşitli ilimlerin okutulduğu halkalar ve köşeler vardı.
Târihte çok önemli bir rol oynayan Eyyûbîler, Büyük Selçuklu Devletinin geleneklerini yeniden kurarken, Şiî Fâtımî Devletine en büyük darbeyi vurmuş ve İslâmın yeniden ihyâsına canla başla çalışmışlardır. Haçlılara karşı büyük bir devlet ve güç meydana getirmişler, nitekim muvakkat bir zaman için de olsa Kudüs’ü ele geçirebilmişlerdir. Eyyûbîlerin devlet teşkilâtının izleri daha sonra Memlûklü ve Osmanlı devlet teşkilâtında tesirli olmuştur.