Cemaatleşmenin kodlarına bakışlar: Neden ve nasıl
Orhan Bursalı 01 Ocak 1970
Sorum şuydu: Nasıl oluyor da “eğitimli” insanlar cemaat tarikat vb. gibi yapılara kendilerini teslim ediyorlar.
Bu soru önemli.. Çünkü yeterince bilince çıkartılmadığı ve sosyolojisi araştırılmadığı düşüncesiyle hareket ettiğimizde, topluma sunulan kapsayıcı araştırma sonuçları ve bilgilendirmelerin olmadığı gibi bir gerekçeden yola çıkarsak eğer, toplumsal bilinç aksak kaldı. Diyebilirsiniz ki bu araştırmalar yapılmış olsa da yine dini cemaatleşme bu boyutlara varabilirdi.. Diyeceğim: Bilmiyoruz.
Bu sosyolojik olayın şüphesiz ki dinle ilişkisi, eğitim ve düzeyi ile ilişkisi, siyasi partiler ve devlet ile ilişkisi, ülkenin sosyal ve fen bilimlerinde araştırma düzeyi ile ilişkisi, öğrencilerimize ne öğrettiğimizle ilişkisi.. var oğlu var.
Ben gözlem, deneyim, değerlendirme, yaşadıklarımızdan çıkarsama gibi hareket noktalarından yola çıkarak, birkaç noktaya değineceğim.
Azınlık:
1) Bir dini cemaatleşme toplumun çoğunu saramaz, bunu salı günkü yazımda belirtmiştim. Bir bir savdır. Toplumun işi gücü var, aklı fikri var, toplumsal hareketlilik var, aş-iş peşinde koşma var... Dini cemaatleşme / tarikatleşme ağırlıklı ve öncelikli olarak bir çevre ilişkisinin içine girme olayıdır. O ona, bu da diğerine... Yani sıradan bir cemaate kapılanma bir azınlık olayıdır. Veya azınlık grupları olayı.
Eğitim boyutu:
2) Türkiye’de zorunlu eğitim daha düne kadar 5 yıldı! 1997’ye kadar hiçbir iktidar toplumsal bir talebe yanıt vermeye yanaşmadı. Ülkenin insan yetişkin kaynaklarının gelecek açısından çok önemli olduğunu bildikleri halde gereğini yapmadılar. 2000 yılına kadar ülkenin ortalama eğitim yılı ilkokulun - 5 yılın altındaydı! Erbakan olsun benzeri merkez sağ partilerin liderleri olsun, asla ve asla!
Çünkü eğitimsiz bir toplumu yönetmek kolaydır. Bugün de iktidar partisi mensupları, hele hele üniversite rektör yardımcısı kılıklı birtakım tipler çıkıp da demedi mi, bizim için en büyük tehlike okumuşlardan gelir, diye. Toplumu kendi düşük kalibreleri çerçevesinde, geçmişin muhafazakâr kültürel geri takıntıları çerçevesinde güdülecek koyun sürüsü olarak gördüler.
Taa 1997’de askerler dayatıncaya kadar. Muhtıralarının başında 8 yıllık eğitime geçilmesi vardı. 8 yıla geçildi. Aslında 12 yıl hedeflenmeliydi. AKP geldi, 4+4-4 gibi bir ucubeye dönüştürdü. Toplumda büyük bir eğitim talebi patlayınca yine bir sürü cılız üniversiteyle, oy toplama bakışıyla buna yanıt verdiler. Eğitim artık iktidarın değil aslında milletin temel sorunu oldu.
Azınlığı yırtma girişimi:
3) FETÖ’nün başı F.G. büyüyebilmenin başka bir yolunu açtı. Bu belki de bir dinsel cemaat olarak var olmanın - kalmanın çok ötesine taşan, doğrudan iktidarı ele geçirmeyi amaçlayan ilk yapılaşmadır. Toplumun önemli bir kesimini kendi cemaati içinde toparlayabilmenin imkânsızlığını gördüğü için, taa başından itibaren hedefini koydu: Devleti, devletin tüm kılcal damarlarını ele geçireceksin. Devlet = cemaat yapısı olacaksın.
Bir siyasi parti gibi davranıp oyçokluğu ile iktidara gelerek bunu gerçekleştirmesinin olanaksızlığını görüyordu F.G. Bunun için eğitimi ön plana aldı, altın nesil lafları buradan türedi. İyi eğitim, üniversiteler vb.. Hepsini devletin ve üstelik iş hayatının can alıcı kesimlerine yerleştirmenin ve bu yolla da insan devşirmenin modelini kurdu. Partilerin içlerine de insanlarını yerleştirdi. Bugün devletin içinden adamları atıla atıla tükenmiyor, düşünün! Üniversitelerini kurdu. Bilim kurumları içinde çeteleşme ve yükselme örgütlenmelerini yönetti. İçlerinde başarılı bilim insanları da vardı. Yarım aydınları da devşirdi, bir kanaat sahipleri yapısını, medyasıyla birlikte toplumun önüne çıkardı.
Devlet içindeki yapısı (polis, istihbarat, yargı, hukuk, idari birimler.. siyasi parti içindeki güçleri) aynı zamanda başta iktidar partisi olmak üzere herkese bir büyük güç olduğunu kabul ettirdi: Bensiz bir şey yapamazsınız. Hatta sermayeye ve kendi dışındaki medyaya da!