Galip Erdem, 10 Mart 1930’da Rize’nin Fındıklı ilçesinde doğar. Fındıklı 1954 yılına kadar Artvin iline bağlı, eski adı “Viçe” olan, onbin nüfuslu şirin bir ilçedir.
Galip Erdem, Fındıklı’da “Ofluoğlu” adı ile bilinen bir ailedendir. Babası nahiye müdürlüklerinde bulunmuş Rasim Bey, annesi Pehlivanoğullarından Zekiye Hanımdır. Galip Erdem ailenin tek çocuğudur.
İlkokulu Fındıklı 11 Mart İlkokulunda bitiren Galip Erdem, babasının memuriyeti dolayısıyla, ortaokulu Bitlis ve Siirt gibi illerde tamamlar. Babası Erzurum Narman nahiye müdürlüğüne tâyin edilince, Galip Erdem de Erzurum’da lise tahsiline başlar ve 1949 yılında liseyi pekiyi derece ile bitirir.
8 Kasım 1951’de başlayan yedek subaylık görevi, 31 Ekim 1952’de teğmen rütbesiyle biter. Ve 27 Nisan 1953’te PTT Genel Müdürlüğü Ankara Yenişehir Şubesinde ilk olarak memuriyete adımını atar. 7 Temmuz 1954 tarihinde memuriyetten istifa eden Galip Erdem Maliye Bakanlığı Millî Emlâk Genel Müdürlüğünde tekrar memuriyete başlar. 6 Ocak 1955 yılında bu görevinden ayrılır. Daha sonra İETT idaresinde takip memuru olarak işe başlar (7.7.1956). Ertesi yıl bu görevinden de ayrılır ve GİMA T.A.Ş.’ ye girer. Bu arada sigortalı olarak 476 gün çalışır (3.8.1959). Bu arada Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olur.
23 Kasım 1959’da Bayındırlık Bakanlığında Tevfik İleri’nin müşavirliği görevine başlar. Bu görevi uzun sürmez. “Tercüman" imzasıyla fıkralar yazar (1 Ağustos 1961). Yeni İstanbul Gazetesinde fıkra yazarlığına devam eder (1.1.1962) ve İzmir’de avukat İhsan Koloğlu’nun yanında avukatlık stajını tamamlar (1963).
10 Mart 1965’te Zafer Gazetesinde fıkra yazarlığını sürdürür. Aynı çalışmaya Babıâlide Sabah Gazetesinde devam eder. 1.7.1966 tarihinde Millî eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Müdürlüğüne müşavir olur. 2.4.1969’da tekrar fıkra yazarlığına başlar ve “Bizim Anadolu” Gazetesindeki bu çalışması, 31 Aralık 1969’a kadar devam eder.
Galip Erdem, daha sonra Başbakanlık Plân ve Prensipler Dairesinde danışman olarak görev alır . 30.06.1973 tarihine kadar, danışmanlık görevini sürdürür.
1.2.1974’te Ortadoğu Gazetesinde tekrar fıkra yazarlığına başlar. 10.09.1975’te Başbakanlık Müşaviri olur. 22.07.1981 tarihinde Turizm ve Tanıtma Bakanlığında Genel Müdürlük Müşavirliğine nakledilir ve 24.02.1982’de yirmi yıl üzerinden emekli olur. Avukatlığa başlar. Bu süre altı yıl devam eder. Mamak’ta görülen ünlü MHP ve Ülkücü Kuruluşlar dâvasının avukatlığını üstlenir. İnsanüstü gayretlerle fedakârane bir şekilde çalışır.
1987’de Merzifon Yağlı Tohumlar A.Ş.de yönetim kurulu üyeliği, Konya Şeker Fabrikasında denetçilik görevinde bulunur. 1987 yılında Sosyal Güvenlik Eğitim Vakfı Başkanlığı vazifesini üstlenir. Daha sonra bu görevinden ayrılmak zorunda kalır.
15.8.1989’da Namık Kemal Zeybek’in bakanlığı döneminde Kültür Bakanlığı APK Başkanlığına APK uzmanı olarak tayin edilir. Daha sonra üçlü kararname ile Bakanlık Müşavirliğine getirilir (17.9.1990). Bilâhare, Türk kültürüne antipatisi olan Fikri Durmuş Sağlar tarafından müşavirlikten alınıp 7.5.1992’de aynı bakanlıkta tekrar APK uzmanlığına tâyin edilir.
Bu görevde iken 10.3.1995 tarihinde yaş haddinden emekli olur. Böylece 26 yıl beş ay hizmeti dolayısıyla birinci derecenin dördüncü kademesinden emekliliğe hak kazanır.
1966’da evlenen ve 1974’te boşanan Galip Erdem’in 1969 doğumlu Bilge Erdem adında bir kızı vardır.
12 Mart 1997’de Çarşamba gecesi saat 22.10’da Ankara Gazi hastanesinde vefat eder
Cenazesi 14 Mart 1997 Cuma günü öğleyin Kocatepe Camiinde kılınan cenaze namazından sonra Cebeci Asri Mezarlığına defnedilir.
Galip Erdem, Karakedi(1950), Türk Yurdu (1959), Tercüman (1960), Ölçü (1960), Son Havadis (1961), Yeni İstanbul (1962-1963), Düşünen Adam (1962) Babıâlide Sabah (1965), Zafer (1966), Bizim Anadolu (1969), Devlet (1969), Töre (1971), Bozkurt (1974), Ortadoğu (1974), Hergün(1977), Ocak (1971), Yeni Sözcü (1981), Bakış (1981), gazete ve dergilerinde köşe yazıları, fıkralar ve makaleler yazar.
1958-1960 yıllarındaki Türk Ocakları Merkez Heyetinin yayın organı Türk Yurdu Dergisinin Genel Yayın Müdürlüğü görevinde bulunur.
6-7 Eylül 1955’te, hâdiseler dolayısıyla, Topkapı-Çapa dolmuşunda iken gereksiz ve sebepsiz yere içindekilerle birlikta Emniyet Müdürlüğüne getirilir. 45 gün Selimiye Kışlasında gözaltında tutulur ve daha sonra süçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılır. 54 kilodan 39 kiloya düşer.
Galip Erdem’in ilk yazısı “Beşsanat” adlı bir dergide yayınlanır. 1948’de yayınlanan şiirinin adı “Bayrak”tır.
Galip Erdem’in yayınlanmış eserleri şunlardır:
Ülkücünün Çilesi (1975)
Sosyalizm ve Milliyetçilik üzerine Mektuplar (1975)
Suçlamalar (iki cilt)
Mektuplar (1984)
Galp Erdem’in kitap haline gelmemiş yüzlerce yazısı bulunmaktadır. Ayrıca yayınlanmamış altmışa yakın şiiri mevcuttur.
Galip Erdem yazılarında pek çok takma ad da kullanmıştır. Bunlardan Bilge Erdem, Elif Bilge, Murat Bilge, İlteriş Metin, Mehmet Rasim, Aptalî bazılarıdır.
Orhan ARSLAN
Herkes ülkücülüğü ve ülkücüyü tarif ederken bir takım kaynaklara bakmış ve bazı referansları kullanmış. Ben her hangi bir kaynağa bakmadım, daha doğrusu baktım, gönlüme baktım, yani gönlümde ne görüyorsam onları söyleyeceğim.
Şükür ki bir Galip ağabeyimiz var. Öyle bir ülkücü ağabeyimiz var ki bugün bizi hem kendisinden, hem de ülkümüzden söz etmek mecburiyetinde bıraktı. Çünkü günümüzde, belki de Türk tarihinin hiç olmadığı zaman kadar Galip ağabeylere, ülkücülüğe ve ülkücü insanlara ihtiyacımız var.
Burada herkes ülkücülüğün ve ülkünün tarifini yaptı, ben de yapayım. Ülkücülük, ülküsü olmak demektir, bir amacı, bir ideali, varmak istediği bir hedefi olandır, bir mukaddesi olandır, kutsalı olandır ülkücü. Ülkücülük kırmızıçizgisi olandır; kırmızıçizgi, bir insanın namusudur, haysiyetidir, ırzıdır. Kırmızıçizgisi olmayan ülkücü olmaz.
Değerli arkadaşlar, bu açıdan baktığınız zaman, en büyük ülkücü Peygamber Efendimizdir. Hedefinden olan şaşamazlığını en güzel o ifade etti; “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz ben davamdan dönmem” diyen bir ülkücüdür Efendimiz. Horasan erlerini Anadolu’ya yollayan Hoca Ahmet Yesevi, o öseğinin arkasından Anadolu’ya gelen Hacı Bektaşlar’dır, Tapduklardır, Yunus Emre’lerdir.
Ülkücü, Çanakkale’de gözünü kırpmadan şehit olan 250 binlerdir. En son dağıtılan bir fotoğraf var herkesin elinde malum; iki askerin resmi, ne üstte var, ne başta var, ne ayakta, o vaziyette savaşıyorlar. İşte ülkücü olmanın, kendinden geçmenin pik noktasıdır o iki asker ve arkadaşları.
Orhan Şaik Gökyay’ın Bu Vatan Kiminşiirini hatırlıyor musunuz? İlkokuldayken bana hep bu şiiri okuttururlardı, herhalde o zamandan belliymiş bizim de yolumuzun nereye varacağı…
“Bu vatan, toprağın kara bağrında,
Sıra dağlar gibi duranlarındır,
Bir tarih boyunca onun uğrunda,
Kendini tarihe verenlerindir.” İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.”
Ülkücülüğü ne güzel tarif ediyor değil mi?
Gelelim bu tarafa doğru… İstiklal Savaşını başlatanlar ülkücülerdir. Anadolu’nun her tarafında pıtrak gibi Müdafaayı Hukuk Cemiyetlerini kuranlardır. 19 Mayıs’ta umudun tükendiği anda kıyam ederek millet uğrunda baş koyma erkini ve azmini gösteren Mustafa Kemal ve arkadaşlarıdır.
Değerli arkadaşlar, ülkücülük her zaman uyanık olmaktır, hep gözünün biri açık uyumaktır. Ülkücünün gözünün biri hep bakar olacaktır. Ne zaman bir tehlike görse, hep ön siperde bulunmaktır. Savaşa girerken, mücadelesini yaparken, geride bıraktığı çoluk çocuğunun ne olacağını hiç düşünmemektir. Ülkücü, Galip Ağabeyin tarifiyle içimizdeki düşmanları da dışımızdaki düşmanları da en iyi bilendir. Hatırlayınız, 3 Mayıs 1944’te tehlikeyi herkesten önce sezip komünistlerin faaliyetlerini anlatmak, yurtta ülkücü bayrağını açmaktır ülkücülük. Bu bayrağı açıp tabutluklarda her türlü işkenceye göğüs geren Alpaslan Türkeş, Nihat Adsız ve kader arkadaşlarıdır.
O taraftan buraya doğru gelelim. 12 Eylül öncesinde Ülkü Ocaklarında vatanın tehlikede olduğunu görünce hiçbir şeyi dikkate almadan öne çıkanlardır ülkücü.
Her gün bir Milliyetçi Hareket il ya da ilçe başkanının şehit olduğu günlerde, hiç düşünmeden o göreve talip olup ertesi gün Hakka yürüyenlerdir. Adı üstünde, 5 bin ülkücü şehit verilmiştir, onlardır ülkücü. 12 Eylül’de Mamak’ta kahramanca yatan, tarihin gördüğü en alçakça işkencelere maruz kalan ve zulme boyun eğmeden buna dayanan 600’ü aşkın yiğittir ülkücü.
Vatanları için mücadeleden başka hiç bir şeye zamanları olmadan, hatta kız bile sevemeden sadece millet, devlet ve bayrak uğruna gençliklerini bitirip çoğu gök ekinler gibi Hak’a yürüyen, burçlara bayrak olacak kumaştan dokunan yiğit gençlerdir. Sadece onlar mı? Onları evinde bekleyen anaları, babaları, yavruları, çocukları hepsi beraber ülkücülerdir.
12 Eylül sonrası herkesin korkup sindiği, tırstığı, ortalıkta kimsenin gözükmediği günlerde MHP davasının savunulduğu avukat bürosunda 7 yıl her zorluğa rağmen bu davayı omuzlayan avukatlardır, arka planda destek verenlerdir, eşgüdümlerdir, avukat bürosunda çalışanlardır. 12 Eylül sonrasında herkesin kaçtığı, korktuğu bir dönemde zamanın tek gücü Kenan Evren’e; “MHP’nin yöneticilerini yakından tanırım, MHP’nin ülküsünü, fikirlerini, gayelerini, emellerini iyi bilirim, aynı zamanda paylaşırım” diye mektup yazan, yine devamla, “Ülkücü gençliği de çok iyi tanırım. Kültür ve ülkü ağırlıklı eğitimlerine Türk milletinin dünyada yaşaması için nelere bağlı kalması gerektiğini öğrenmelerine elimden geldiği kadar hep yardımcı olmuşumdur” diyen yiğit adam Galip Erdem’dir.
Değerli arkadaşlar, ülkücülük bir ülkenin en vazgeçilmez ideolojisidir, fikriyatıdır, inancıdır, ülkücülük olmadığında bir ülke sahipsizdir, kimsesizdir, savunulamazdır.
Günümüzde belki de Türk tarihinin ülkücülere en fazla ihtiyaç duyduğu bir zamanı yaşıyoruz. Bu toplantı tam zamanında yapılmaktadır.
Şu soruyu hep sorarız; devlet kimdir, devlet nedir? Devlet, kuvvetlinin zayıfı, haksızın haklıyı, zalimin mazlumu öldürdüğü, yok ettiği zaman ortaya çıkıp onları koruyan iktidardır. Devletle millet arasında böyle bir de anlaşma vardır. Ama devlet görevini yapmıyorsa, bu anlaşma kendiliğinden bozulur. İşte ülkücü, bu anlaşmayı bilen ve gerektiğinde canı pahasına bu anlaşmayı uygulamak için ölümü göze alan adamdır.
Bilirsiniz, deniz kenarındaki kumsallardaki çalılıklar arasına hem deniz kaplumbağası, hem kara kaplumbağası yumurtalarını bırakır. Yumurtadan kaplumbağalar çıkar, deniz kaplumbağası hiç düşünmeden denize, kara kaplumbağası hiç düşünmeden karaya doğru badi badi koşmaya başlar. İşte ülkücü, Allah’ın kendisine bahşettiği fıtrat, şuur ve akıl sayesinde vatan tehlikeye düştüğünde şaşmaz bir isabetle, istikametini bilip ülkü yoluna gidendir.
İşin hoş tarafı, Cenabı Allah ülkücülere, vatan-millet isimli bilgisayar formatını ve programını yüklemiştir, onların başka bir şey yapma şansları da yoktur. Çünkü onlar ben Türkiyeliyim demezler, göğüslerini gere gere ben Türküm derler.
Ülkücülük söz konusu olduğunda elbette ki Galip Ağabeye ve Galip Ağabeyler olması gerekenlere hem ihtiyacımız, hem de hasretimiz vardır. Örnek yaşayışıyla ülkücü fikrin sembolü haline gelen ve vız noktasınagelmenin keyfini süren tam ülkücü Galip abiye hep ihtiyacımız vardır. Kendisi anlatırdı; “dört ayaklıya sormuşlar masal anlat diye, başlamış anlatmaya, 40’ı da armut üzerine. Benim de masalım derdi hep din, devlet, vatan, millet üzerine, benim başka masalım olamaz ki…”
Değerli dostlar, hep bir şeye dikkat etmişimdir; Galip Ağabey hem sohbetlerinde, hem kitaplarında, onu dinlerken ve de onu okurken bir fikri o kadar iyi anlatıyordu ki… Amacını o kadar sarih anlatıyordu ki… Kitaplarını bir kere daha okuyun göreceksiniz. Galip Ağabeyi karşınızda olarak düşünün ve en çetrefilli bir konuyu size çok basit bir şekilde ortaya koyacaktır. Galip Ağabeyin yanında kafanızda soru işareti olan mesele kalmaz. Ben pek çok kavramı Galip Ağabeyimin bir tek cümlesiyle özümsedim, kendime mal ettim. Çünkü o anlattığı zaman artık anlaşılmaz bir problem kalmıyor. Hep düşündüm niye? Niye Galip Ağabey en zor bir konuyu bu kadar çok net anlatabilmektedir? Çünkü Galip Ağabey anlattığı şeyi yaşıyor, sadece bilmiyor, yaşıyor. Çünkü Galip Ağabey gerçek anlamda ülkücüdür
Sizlerden dileğim, ne olur her birinizin evinde bir Galip Erdem külliyatı olsun. Galip Erdem’in bütün yazıları derlensin, toparlansın. Galip Ağabeyin Galip Duası diye bir yazısı var: “Allah’ım, sana layık insanlar olalım, önce Hakka, sonra halka hizmet etmesini bilelim. Bize büyük millet olmanın yollarını göster, nefsimizin yerlerini, sınırlarını bildir, iyi görünmenin de yetmediğini anlat bize, iyi olmanın şerefini öğret.” Bunu her gün okumalı değil miyiz?
Bana göre bu zamana kadar okuduğum Allah Kelamından sonra bir fikrin en kapsamlı anlattığına inandığım bir metin var. Galip Ağabeyin Boğazlayan Kaymakamı Kemal Beyin aziz hatırasına yazdığı “Bir Şehidin Son Arzusu” yazısı, ne kadar güzeldir. Bu yazıyı şöyle kocaman kocaman bastıralım, evimize, iş yerimize, bulunduğumuz her yere asalım, her gün okuyalım, ama her gün okuyalım.
Son söz yine Galip Ağabeyin olsun; “Ne olur birbirimizi hep sevelim.”