Her dünya görüşü kendi tarihini oluşturursa
Servet Avcı 01 Ocak 1970
70'li yılların sonu, Çanakkale'ye ilginin yavaş yavaş başladığı yıllardı… 80'den sonra bu ilginin giderek daha da artması bazı yazar/çizer tayfasına ekmek kapısı aralamıştı… 'Bulutun alıp götürdüğü İngiliz askerleri, çocukların muharebe alanına sürülmesi, açlık ve yokluk edebiyatının arasına sıkıştırılan kadın keskin nişancılar'la duygular sele dönmüştü...
Hızını alamayan 'tarihçilerimiz' bu hikâyeleri ülke sınırlarının dışına, Avustralya'ya kadar taşıdılar…
Hikâyeye göre, Avustralya'da yaşayan Gül Muhammed ve Molla Abdullah isimli iki Afganlı, 1.Dünya Savaşı'na girmemiz sonucunda cihat fetvasına 10.000 km uzaklıkta kayıtsız kalmıyorlar…
Hemen Türkiye'ye gitmek ve savaşa katılmak için hazırlık yapıyorlar… Avustralya hükûmeti izin vermiyor… Ne yapsınlar? Onlar da Avustralya'da savaşma kararı alıyorlar… O dönem cepheye gönüllü yazılan Avustralyalıları taşıyan trenlerin biri geliyor diğeri giderken onlardan silah ve mermi temin ediyorlar… Eşleri ve çocukları ile helalleşip sonradan 'Türk kayası' denilen yerde mevziye yatıyorlar… Tren raylarına bıraktıkları dondurma arabası sayesinde duran asker dolu trene basıyorlar kurşunu… Saatler süren çatışma neticesinde çok sayıda Avustralya askerini Çanakkale'ye gitmeden orada öldürüyorlar… Çatışma sonrası ikisi de 'şehit' oluyor!..
Avustralya'daki müzede dondurma arabası, Türk bayrağı, çatışmada kullandıkları tüfekler ve kalan mermilerle sergilenmekte… Avustralya hükûmeti de bu iki kahramanın anısına o kayaya "Türk kayası" ismini veriyor…
90'lı yıllardan sonra Türkiye'den birçok kişi Avustralya'ya bu 'iki Türk kahraman'ın anısına anıt yapmak için başvuruda bulunuyor…
Hatta ciddi ciddi adamlar, dondurmacının Kahramanmaraşlı olduğunu iddia ediyor… Maraş'a da bir heykel ve anıt yapma girişiminde bulunuyor…
15 Mart 2019 tarihinde vizyona bir film giriyor; "Türk İşi Dondurma (Turkish Ice Cream)"
Bu 'iki kahraman Türk'ün yukarıda anlatılan hikâyesi beyaz perdeye aktarılıyor…
***
İşin aslı böyle mi? Bu iki Türk ve Afganlı denilen şahıslar Hintli…
Brokeen Hill, Avustralya'da küçük bir madenci kasabası… Almanlarla ticaretle ekonomisi ayakta duran, dar gelirlilerin yaşadığı bir yer… 1. Dünya Savaşı'nın çıkması sonucu Almanlarla ticaret bitiyor… Kasabada ciddi huzursuzluk baş gösteriyor… Hükûmet aleyhinde muhtelif taşkınlıklar yaşanıyor…
Avustralya, her ne kadar İngiltere'nin sömürgesi de olsa, yasaları gereği asker göndermek zorunda değil... Sadece gönüllülük esasına göre İngiliz ordusunda savaşmak için askere yazılabiliyorlar… Az sayıda gönüllü askere yazılıyor… Bu gönüllüleri taşıyan trenlere yer yer kasaba halkı ve Avustralya'nın diğer il ve kasabaları taşlı saldırı düzenliyor… Halk, İngiliz safında kendi ülkeleriyle sorunu olmayan başka bir ülkeyle savaşmaya karşı… İngilizler asker toplamada sıkıntı yaşıyor…
İşte tam da bu sırada bu iki kafadar ortaya çıkıyor… Dondurma arabasını rayların üzerine koyup treni durduruyorlar… Trende geleneksel yılbaşı günü piknikten dönen çocuk ve kadınların ağırlıkta olduğu Brokeen Hill kasabasının sivilleri var…
1200 sivilin bulunduğu tren duruyor… Dondurmacı ve deveci ellerindeki ordu silahlarıyla ateş açıyorlar... 4 sivil ölüyor 7 kişi yaralanıyor… Bu ikiliden biri çatışma esnasında, diğer hastanede ölüyor...
Cesetleri kasabada bulunan camiye konuluyor… Hiçbir Müslüman bunların cenaze namazını kılmıyor. Kasaba yetkilileri de alıp bilinmeyen bir yere bunları gömüyorlar…
Halk ayaklanıyor… Gazeteler 'Türklerin saldırısı' olarak manşet atıyor… Sonrasında, İngiliz Ordusunda savaşmak için neredeyse tüm Avustralya halkı gönüllü askere yazılıyor…
Kasaba polisi toplam 7 kişiydi ve silahları sadece tabancaydı… Bu iki parasız dondurmacı ve deveci o yoksullukta ordu silahlarını ve mermileri nereden buluyordu? Polislerin dahi çatışma anında kullanamadıkları tüfekleri nasıl ustaca kullanabiliyordu? Elle dikilmiş uyduruk Türk bayrağını oraya koyan kimdi?
Sonuçta bu bir İngiliz tezgâhıydı ve başarılı da olmuştu… Birkaç ay sonra onbinlerce Avustralyalı Çanakkale'deydi…
Devlet olarak biz bunlara sahip çıkmadık… Çıkamazdık da... Öldürülen sivil halktı ve yapanlar Türk değildi... Üstelik Avustralya'yla dostane ilişkilerimiz vardı...
***
Sonuç:
Elbette denk geldi ama bu filmin vizyona girdiği 15 Mart 2019 günü Yeni Zelanda'da Müslümanlara camide katliam yapılıyor…
Talat Paşanın Ermenilerce öldürüldüğü günün 89. yıldönümü olan 15 Mart'ta camiden Çanakkale subaylarına hakaretler ediliyor…
Yeni Zelanda'daki katliamı kınarken, 104 sene önce yapmadığımız ve bizimle hiç ilgisi olmayan benzer bir olayı "Biz yaptık" demekle neyi anlatmaya çalışıyoruz?
Nasıl bir işporta tarihçiliktir veya ufuksuzluktur bu?