İmamoğlu İstanbul’u nasıl kazandı
Kemal Üçüncü 01 Ocak 1970
31 Mart mahalli idare seçimlerinin ardından yığınla yorum ve değerlendirme yapıldı, sosyal medya uleması, gazete ve tv’lerin her konuda uzman yorumcuları sihirli kürelerine bakarak kehanetlerde bulundu velakin olgusal durumu tahlil eden ciddi bir analiz ne yazık ki ortayaçıkmadı. Değerli Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet gazetesindeki “Vatan ve Hürriyet Ölmez” yazısını bunlardan hariç tutuyorum. Barış bey meseleye çok ciddi pencere açtı.
31 Mart mahalli idareler seçimlerinde gerçekte ne yaşandı?
Bu seçimde yepyeni bir profil ortaya çıktı. Tam olarak tarif edemiyoruz lakin siluetini görebiliyoruz.
Ruşeym halindedir.
Bir defa halkın çok önemli bir kesimi değişim istedi.
İktidara ciddi ikazlarda bulundu, yanlış yapıyorsun dedi.
Diğer yandan CHP’ye bana Ekrem gibi, Mansur gibi, Zeydan gibi, Muhittin ilh. adaylarla geldiğinde sana son derece pozitif bir kredi açıyorum seni denemek istiyorum dedi. İrfan ve basiretle büyük illerin belediyelerini CHP’ye verirken meclis üyeliklerinde baş başa bir tablo yaratarak seni sıkı şekilde takip edeceğim, gözüm üstünde, “numero çekecek misin?, göreceğiz” dedi.
Bu mesaj doğru algılanmalıdır.
Bu genel tablo içerisinde İstanbul’un ve Ekrem İmamoğlu profilinin apayrı bir yeri var kuşkusuz.
Her bölgemiz, vilayetimiz çok önemlidir velakin Karadeniz bu ülkenin çimentosudur.
Önce şiirimizi okuyalım:
“Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler... [Nazım Hikmet Kuvayı Milliye Destanı 3. Bap]”
İMAMOĞLU DOĞRU YERE DOKUNDU
31 Mart İstanbul seçimlerinde AKP başarısız olmadı, ortaya hiç hesaba katmadığı Kuvayı Milliye ruhunun Karadeniz arketipinin, kolektif bilinçaltının, “vatan ve hürriyet için bir türkü söyler gibi hesapsız ölebilen insanların” İmamoğlu formunda yeniden dirilişi bütün hesapları altüst etti. Okuyucularım bilirler, bir halkbilimci olarak toplumsal olay ve olguları tipler üzerinden anlatmayı severim. Ekrem Bey maneviyata kültürel ve bireysel planda saygılı, Atatürkçü, vatan ve hürriyet kaygılı, halka dokunan, samimi ve pozitif söylemiyle, direnç ve enerjisi, inadı, ısrarı ve kararlılığı ile bütün olmazları oldurdu üstelik bütün muhalefeti ayırımsız buna inandırdı. Şahsen hiç bu kadar güçlü bir performans beklemiyordum.
İmamoğlu doğru yere dokundu. Bu ülkenin kültürel kodlarında maneviyat anlayışında kahvede gençler içeride okey oynarken yaşlılar camiden gelip dışarda oturur kahveci trafiği çakıştırmaz. Masanın altından birasını içer, o anda gelen cami veya yardım makbuzunu gözü kapalı alır. Bayram namazına, Cumaya gider, Hacca gider ama çok daraltmaya gelmez. Folklorunda örfünde, geleneğinde, sözlü kültüründe bu dinamik vardır. Kimsenin kökenini sormaz, ayıbını kurcalamaz, düşküne sahip çıkar. Bu sosyoloji yani kültürel İslam uzun zamandır dilsiz ve sahipsizdi.
AKP ciddi oy kaybetmedi
Ekrem Bey bir blok oluşturdu.
Olağanüstü projeleri yoktu.
Aman aman bir siyasal dili yoktu.
Enerjisi samimiyeti, liderliği vardı.
Bu önemlidir, gerisi daha kolaydır.
Esas imtihan şimdi başlıyor.
Ekrem Bey HDPKK salvolarından, “eşit vatandaş ekibinden”, CHP sol parti değil kapatılsın dernek olsun, Atatürk devrimleriyle günah çıkararak yüzleşilsin ekibinden, neoliberal sol taarruzlardan sakınabilirse marul, alabalık romantizmini başarılı bir biçimde krize dönüştürmeden yönetebilirse Türkiye arkasından yürür. Toplumsal bellekteki İstanbul’da çöp toplayamayan, su akıtamayan malum dönemdeki tablonun izlerini kuşkusuz silecektir.
Yeni siyasal tabloda kazanan vatan ve hürriyet kavramlarıdır. Türkiye’nin geleceğini bu kavramlar şekillendirecektir. Kentli, orta sınıflara dayanan, eğitimli dünyayı tanıyan yeni bir milli sosyoloji yükseliyor. Bunlar MHP ve İyi parti geleneksel sert tokalaşma, gardaş , sert şiir milliyetçiliğiyle konsolide edilemezler. Bir türlü anlayamadılar. Emekli bürokratların üniversite ve ocak anıları, şiir, tarih ,edebiyat içinden devşirilecek eklektik garip sözleriyle bu yeni sosyolojiye yön verilemez. Bu anlamda Türkiye yepyeni bir siyasal dile ihtiyaç duyuyor. Bu siyasetin adı yurttaş hukuku etrafında Müdafa’â-yi Hukuk temelinde, insan odaklı, üretim ve bölüşümü dengeli bir eksene oturtmuş, ekolojik duyarlıklı çağı ve uygarlığı kucaklayan yepyeni bir perspektif olmalı. Yüzyılın başındaki milli toplumcu perspektif, Atatürk modeli yeni baştan harmanlanmalıdır. Sosyolojisi %65’lik bir potansiyele yaslanır.
Türkiye’nin ekonomik sorunları tekniktir ve hepsinin bilimsel çözümü vardır, bugüne kadar uygulanmaması bilimle ve düşünceyle siyasetin kur[a]madığı ilişkiyle alakalıdır. Avrupa’nın en fazla aidat toplayan kurumu SGK matematiksel olarak zarar ettirilmesi ciddi bir mucize ve gayret gerektirir. Bu coğrafyada oturup dolarla enerji satın almaksiyasi yeteneksizliğin bir sonucudur.
Kimse kusura bakmasın millet menfaati olduğu yerde kimseden perva etmeyiz.
AYDINLARA DÜŞEN BÜYÜK SORUMLULUK
Bunun kısırdöngüden çıkmak için Bachelard’ın deyimiyle epistemolojik bir kopuş yaşamak gerekiyor.
Kant’ın Kopernik devrimi örneğinde olduğu gibi yepyeni bir çığır açmanın şartları ortadadır.
Neoliberal ezberler çöktü, Türkiye’nin hiçbir sorununu bu paradigma içinde açıklamak artık mümkün değildir. Lakin bunu CHP, AKP, MHP, İyi Partiye nasıl anlatacağız? Neoliberalizmle saplantılı, tutkulu sonu kötü bir yerde bitmesi mukadder aşk yaşıyorlar. Çakıyla ağaca isim bile kazıdıkları oluyor.
Kasaba Neoliberalizminin ve Hint Avrupa lengüistik teorisinin, Avrupa merkezci tarih ve medeniyet anlatısının en sadık müminleri Türkiye’dedir.
Aydınlara düşen büyük sorumluluk buradadır. Bu tabloyu aşmak, bu epistemolojik şizofreniyi tedavi etmek, entelektüel planda bu gerici fikirleri yenilgiye uğratmak gerekiyor. Yüzyılın başında Türkçü toplumcular bunu başarmıştı.
Türkiye yeniden bu yapısal reform ve dönüşümleri yapacak bir tabloyla yüz yüzedir. Halının altına süpürmek sorunu hepimiz için daha da büyütecektir. Yeniden toprak reformunu yapmak, dinsel ve etnik gericiliği, feodaliteyi tasfiye etmek, planlı ekonomiyle kalkınma ve üretim seferberliğini başlatmak, akademik, laik, parasız, bilimsel nitelikli bir eğitim modelini geliştirmek,hakça bir üretim ve paylaşım modeli kurmak gibi devasa sorunlar önümüzde durmaktadır.
İmamoğlu doğru adımları atarsa Türkiye bu seçeneğe doğru yelkenlerine rüzgar doldurur.
“Milli beka , dövlet aklı” söylemi Kars ve Iğdır’da gülünç tablolar sergiledi. Raisond’etat (hikmet-i hükümet) odur ki böyle tabloları seçim gelmeden öngörüp gerekli tedbirleri İttihatçı deyimiyle “lazım gelen tedbirleri alır”. Kurucu irade ve akıl pek zayıflamıştır bundan kaygı duyuyorum. Şalgam, tavuk döner stratejisi bu kadar iş görür. 20.000 kitap, şarapları, şöminesi, postu olan Muhsin Çelebi gibi alim bürokrat tipiniz yoksa orada beka için yeterli zeka yok demektir ki trajiktir. Türk devlet geleneği Tonyukuk’tan Akşemseddin’e, Cahit Kayra’ya, Osman Olcay’a, Hasan Celal Güzel’e kadar bu tip bürokratik elit akıl tarafından idare edilmiştir. Makam masasında pide yiyip limonlu büyük çay içen kadroların stratejisiyle asma köprüden geçilmez.
Şiiri patlatalım:
kim kaldı ittihat ve terakki'den
o jöntürkler ki - `hariçten
evrak-ı muzırra celbederlerdi' -
o fedailer ki barut öksürürler
sakal tıraşları mavi
kırmızı bıyıkları biber
kim kaldı
müdafaa-i hukuk cemiyeti'nden
avcı ceketi
körüklu çizme
astragan kalpak
bazen `ittihatçı'
hafif `iştirakiyun'
öfkeli kaşları salkım saçak
kumral bıyıkları mahzun
hani felaket tütün içerler
ceplerinde idam fermanları
bellerinde Söğüt yaprağı bıçak
ya millet meclisi'ndemeb'us
ya kuva-yi seyyarede asker
kadehlerde rakı
nazlı beyaz
vaniköy korusunun `teşrinler'deki sisi
gramofonda incesaz
meyhane musikisi
o şenliklerden heyhat kim kal
KİMSE KİMSEYE KAFDAĞINDAN KAR BAĞIŞLAMASIN
Bu mesele bütün Türkiye kaygılı kesimler tarafından ciddi şekilde düşünülmelidir. “Nazlı beyaz” kültürünü büyük limonlu çaya tebdil etmeyin. Bir arada olabilmelerine izin verin. Fıtrat çoğulcudur. Kuru erik açık çayla fikir ve strateji üretilmez. [Eski üslupçular hikmetle nükteyi meczetmek derlerdi, o kadarını başaramam kuşkusuz benim bu ifadelerim pek dolaylı kapalı ama keşke üzerinde düşünülse diye ümid ederim]
Türkiye’nin iki büyük partisi etnik siyasetle rulet oynama tutarsızlığı ve samimiyetsizliğine tekrardan sürüklenirlerse kendilerine, halka ve ülkeye, en başta da boş hayaller vaat ettikleri kesimlere büyük bedeller ödetirler. Bugünkü dünya konjonktüründe ve saflaşmasında, güç dengelerinde etnik siyasete yurttaş hukuku dışında kim ne öneriyorsa tahakkuk şansı sıfırdır. Kimse kimseye Kafdağından kar bağışlamasın. Türk milleti buradadır ve oyunun pekala farkındadır. Çağdaş insan hakları hukuku, yurttaş hukuku, Fransız devriminin kurucu idealleri, Müdafa’â-yi Hukuktan başka bir zemin Türkiye sosyolojisinde mümkün değildir.
Fetö benzeri siyasal İslamı vikaye eden, gizli güveç yeme, elleşme,göz kırpma heyecanları siperdedir seçim sonuçlarıyla hareketlenmiş olabilirler onlara karşıda uyanık olmak durumundayız. Takip edeceğiz. Etnik ve dinsel bölücülük, feodalite aynı ölçüde Cumhuriyet birikiminin , Türk devriminin düşmanıdır. Karşılarına Atatürk gibi Harezm/Maveraünnehir akılcılığı ve bilgi anlayışıyla çıkılması gerekir.
Ezcümle Ekrem İmamoğlu’nun bu ülkeyi yönetecek ehliyet ve liyakate sahip olduğu müktesebatı, mensubiyeti, sosyolojisi itibarıyla ayandır. Devlet aklının ve riyaset-i cumhurun, zât-ı devletlerinin “buna kayıtsız kalamayacağını” düşünüyorum. Devlet sorumluluğu ve devlet harim-i ismeti teslim edilebilecek bir arkadaştır buradan kaygı duyulmaması gerekir. Cumhurbaşkanı ve Bahçeli’nin seçim gecesi bu anlamda ortaya koydukları yaklaşım son derece sakin ve olgundur. Siyasette kazanmak kadar da kaybetmek vardır ve ayıp değildir. Bu bir hizmet yarışıdır halkın takdirine “nasıl tecelli etmişse” öyle saygı duymak gerekir.
Aksi takdirde tarla pay eden büyük ağabeyin durumuna düşeriz. Malum bizim yöremizde arazi dar ve sınırlıdır ve eğimlidir, düz arazi pek bulunmaz, bulunduğu kadarı pek makbuldür. Ağabey miras paylaşımında düz tarla kendine çıkmayınca üç defa kurayı yenilemiş sonunda kendi de sıkılmış açıkça söylemiş “boşa uğraşmayın uşaklar düz tarla bana çıkana kadar kurayı atacağız demiş”.
25 yıldır güvecin başında olan arkadaşlar bileklerini kolonya ile ovsunlar biraz ziyanı yok bir dahaki sefer iyi çalışıp tekrar gelebilirler. Mahkeme kadıya mülk değil.
Masa, nisa, kasa heyecanı idrak ve iradeyi sarsmamalı.
Biz yıllardır hep böyle yapıyoruz uzak duruyoruz, hiç sıkıntı olmuyor.
“Aga”lık/[=ağabeylik] sizde kalsın efendim aksi takdirde “bu tekerlek bu tümsekte kalmaz” diye bir NFK dizesi denk geldi bu da benim talihsizliğim.!