Bahçeli bu noktaya nasıl geldi
Müyesser Yıldız 01 Ocak 1970
Alt tarafı yerel seçimdi. Belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, muhtarlar seçilecekti.
Ancak Cumhur İttifakı'nı oluşturan AKP ve MHP, “Ülkemizin bekası sözkonusu. İstiklâl mücadelesi veriyoruz” dedi...
Bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu çıkıp, “31 Mart akşamı zafiyete düşersek, 6 yaşındaki masum çocukların eline taş verirler, valilerin, kaymakamların itibarını beş paralık ederler. Sokağa çıkarmazlar. Bunların vicdanı yok. Bunların ahlâkı yok. Bunlar, arkadan dürtenler ve ülkenin karışması için çaba sarf edenlerdir” iddiasında bulundu...
MHP Lideri Devlet Bahçeli muhalefet partilerine, “Zillet ititfakı” adını takıp, “Zillet ittifakı güvenlik sorunudur, çamurdur, çürümedir, çukurdur, çözülmedir, çarpıklıktır, kumpastır, karanlıktır, kaostur kargaşadır” ifadelerini kullandı...
Seçim oldu bitti, 6 yaşındaki çocuklar valilerin kaymakamların kapısına falan dayanmadı... Vatandaş işine gücüne dönüp, ülkenin çok hayati iç ve dış sorunlarına el atılmasını beklerken, o dil daha da şiddetlendi...
Meğer seçim değil, “darbe” olmuş!..
Meğer “İnlerine girildiği” duyurulan, “Akıllı olanlar Türkiye'yi terk etti gitti, aklı yetmeyenler burada tuzağa düştü” denilen FETÖ'cüler hâlâ burada ve işbaşındaymış!..
Şunları söylemenin, evvel emirde Millete yıllardır anlatılan “Başarı hikâyelerinin” inkâr edilmesi anlamına geldiğinin bile farkında değiller.
Her neyse!..
Dün Cumhur İttifakı'nın ortağı MHP Lideri Bahçeli de topa girdi ve “Türkiye'den bir Venezuela çıkarma arayışına hiç kimse heves etmesin” uyarısında bulunurken, “Sandık başındaki görevlilerin maksatları, neye ve kimlere hizmet ettikleri mutlaka deşifre edilmeli” dedi. Yani o da “FETÖ ve darbe” imasında bulundu.
2014 SEÇİMLERİNDEKİ DİL
Madem öyle, 17/25 Aralık operasyonlarından sonra, 30 Mart 2014'te yapılan yerel seçimleri hatırlayalım. Bir partinin genel başkanı, seçimlerden 2 gün önce düzenlediği basın toplantısının başlangıcında şunları anlattı:
“Türkiye dört bir koldan saldırıya uğramakta, hazin, haşin ve hasis bir suikasta maruz kalmaktadır. Türk Milleti içte ve dışta kolları olan düşmanca emellerin taciz ve operasyonu altındadır. Türk Devleti, yolsuzluğa ve yozlaşmaya çivilenmiş iktidar elinde felç olmuş, linç olmuş, pert olmuş durumdadır. Manzara korkunçtur. Gelişmeler kaygı vericidir. Başbakan ve Hükümeti, devletin itibarını, milletin saygınlığını, vatanın bağımsızlığını, bayrağın şanını lekelemekle kalmamış, milli güvenliğimizin, milli sırlarımızın mahremiyetini delik deşik etmiştir.”
Devamında da iktidarın seçimlerde kullandığı dili, şu sözlerle eleştirdi:
“Rüşvet ve yolsuzluk girdabı genişledikçe hükümet komplolara sığınmış, iftiralardan medet ummuş, karalama kampanyalarına bel bağlamış, karşı saldırı ve algı yönetimiyle iddiaları püskürtmeye çabalamıştır. Başbakan Erdoğan’ın gözünü kan ve hırs bürümüştür. Yolsuzluğu örtmek için her yalandan, her dedikodudan, her tezvirattan istifade etmenin peşine ve derdine düşmüştür. Başbakan sağduyusunu kaybetmiş, akıl yolundan çıkmıştır. Başbakan Erdoğan yargıyı çalışamaz hale getirmiştir. İktidar adaletin terazisini bozmuş, mahkemelerin güvenirliğini tartışmaya açmıştır. 17-25 Aralık tarihleri arasında yapılan 'Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonları' sonucunda görevden alınan ve görev yeri değiştirilen hakim ve savcıların toplam sayısı şimdilik 784’ü bulmuştur. Sayıları 8 bini aşan polis ya görevden alınmış ya da tayin edilmiştir. Başbakan rüşveti komplo, tuzak sözleriyle örtmeye teşebbüs etmiştir. Soyguna milli irade kılıfı geçirmenin ve bu yolla kendisine zırh oluşturmanın arayışındadır.”
İktidar, 214 seçimlerinde de “İstiklâl mücadelesi verildiğini” söylüyordu.
O genel başkan, bu söyleme ise şöyle tepki gösterdi:
“30 Mart istiklâlimize değerli bir katkıdır, fakat 'İstiklâl mücadelesi veriyoruz' diyenlerin de bozgunu olacaktır. 30 Mart seçimlerinin hazırlık ve propaganda devresi çok sancılı geçmiştir. Bu süre zarfında cepheleşmeler körüklenmiş, hizipler derinleşmiş, anlaşmazlıklar hız kazanmıştır. Mahalli idareler seçimleri doğal mecrasından kaymış ve gerçek manada bir genel seçim havasına bürünmüştür. Başbakan Erdoğan demokrasiyi adeta terörize etmiş, adeta boğazlamıştır. Ağzına ne geldiyse söylemiş, meydanlarda kural, insaf, adalet ve vicdan tanımamıştır. Başbakan’ın politikalarını, uygulamalarını ve niyetlerini tamı tamına 'Daima zillet, daima rezalet' olarak değerlendirmek en doğrusudur. AKP’nin Türkiye’yi tasfiye hamlesine ilk ve kat’i itiraz 30 Mart günü yapılacaktır. Bu seçim, açgözlülüğe karşı adaletli paylaşmanın seçimi olacaktır. Bu seçim, vurguna ve yolsuzluğa karşı namusun, asaletin, temizliğin seçimi olacaktır. Bu seçim, yağma ve peşkeşe karşı ahlâkın ve dürüstlüğün seçimi olacaktır. 2 gün sonra istismara, iftiraya karşı, şeref ve haysiyet seçilecektir. 2 gün sonra bölünmeye, kargaşaya ve düşmanlığa karşı milli birlik, bin yıllık kardeşlik hukuku tercih edilecektir.”
MEDYANIN HÂLİ VE BİNALİ YILDIRIM
Ya medyanın hâli? Şunları anlattı:
“Alo Fatih diyaloglarıyla medyanın tarafsızlığı zedelenmiştir. Alo Mustafa, Alo Nermin hattıyla basın ve yayın ahlâkı yerin dibine geçmiştir. Gazetelere sansür uygulanmış, televizyonlar baskı altına alınmış, internet hedef yapılmıştır. Medya çalışanları işinden edilmiştir. Bir yanda Kabataş’ta sözüm ona başörtülü bir kardeşimize saldırıldığını aylarca dillendiren Başbakan, diğer yanda yazılarından rahatsız olduğundan başörtülü bir hanım gazeteciyi işten attırmıştır. Bu nasıl bir kepazeliktir? Yıllarca her türlü kirini, dolanını, hainliğini, gafletini ve tezgahını başörtüsü sömürüsüyle kapatan şer yuvası Başbakan, kendisini eleştiren başörtülü bir bayanın ekmeğiyle oynamaktan en ufak bir vicdan azabı duymamıştır. Beğenmediği haberlerden dolayı medya patronlarını azarlayan ve ağlatan bu Başbakan’dır.”
O Genel Başkanın, şimdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak desteklediği Binali Yıldırım için de, “İşadamlarına Başbakan’ın talimatıyla salma salan ve ihalelerden yüzer milyon dolarlık haraç alarak, havuz medyasına aktaran şahsiyet fukarası kişi bu ülkede Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yapmıştır” iddiasında bulunduğunu belirtip, devam edelim.
“SANAL İSTİKLÂL SAVAŞÇISI”
Seçimlerden 1 hafta sonra partisinin Meclis Grup toplantısında ise şu değerlendirmeleri yaptı:
“Türk Milleti 30 Mart’a ayrı bir anlam yüklemiş, bugüne kadar benzerine rastlanmayan bir psikolojik ve sosyolojik atmosferde sandığa gitmiştir. Başbakan, milletimize karşı çok acımasız, çok vahşi, çok kalleş bir psikolojik harekât yürütmüştür. Başbakan Erdoğan her sözünü, yolsuzluk ve rüşvet kisvesi altında 'Türkiye’nin milli değerlerine, milli kurumlarına, milli politikalarına saldırı düzenleniyor' diyerek, alevlendirmiştir. Başbakan Erdoğan yolsuzluk ve rüşvet iddialarını iftira, fitne, takiye, yalan, sabotaj, kirli eller, tuzak, komplo, suikast, uydurma operasyon, millete karşı kampanya olarak karalamıştır. Başbakan Erdoğan sözlerindeki ölçüyü öylesine kaçırmıştır ki, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu Türkiye’ye, Türk Milleti'ne ve istiklâlimize hasmane bir saldırı olarak göstermiştir. Başbakan Erdoğan 17 ve 25 Aralık’tan sonra her ne hikmetse milli çıkarları, milli bekayı, milli güvenliği hatırlamış, sanal istiklâl savaşçısı kesilmiştir. Meydanlarda Yeni Türkiye hezeyanından bahsetmiştir. Milli çıkarların hedef alındığını, milli politikaların hedef yapıldığını, devletin ve milletin iç ve dış düşmanlarca kuşatıldığını, yalana bin yalan katarak anlatmıştır. Başbakan Erdoğan ve partisi değil yüzde 43, yüzde 99 alsa da, yolsuzluğun hesabını verecektir. Sandık pisliğin temizleneceği bir yer değildir. Gün ola harman ola, şunu kararlı şekilde ifade etmek isterim ki, rüşvet alıp verenler yargı önüne mutlaka çıkarılacaktır.”
Ardından şu çağrıda bulundu:
“Sandık savaş meydanı, ölüm kalım arenası değildir. Demokratik tercihlerin düşmanlık üretmesi, ortaya çıkan neticelerin hazmedilme güçlükleri emin olunuz ki, kardeşlik ve vatandaşlık hukukunu zedeleyecek, toplumsal çatışmaları teşvik edecektir. Nihayetinde sandığın bir kaybedeni, bir de kazananı vardır ve bu da demokrasinin doğası gereğidir. Tahammül gösterilmeyip, cebri yollarla sandıktaki irade karartılıp sakatlanırsa, birlikte yaşama iradesi de ölümcül yara almaktan kurtulamayacaktır. Temennim, 30 Mart’ın neden olduğu siyasi ve sosyal kamplaşmanın hafiflemesi, sağduyunun hakim olması ve herkesin milli iradeye saygı duymasıdır. Siyasi partilerin kutuplaşmayı besleyecek, ayrımcılığı cesaretlendirecek üslup ve politikalardan sakınmaları ve sakin olmaları ülkemizin hayrınadır.”
Bunlar söyleyen o Genel Başkan kim miydi; Bahçeli.
O seçimden bu seçime; Ne büyük ve inanılmaz bir değişim,
Keza siyaset, demokrasi ve ülkemiz adına ne feci bir tablo, değil mi?