ÜMMİ SİNAN (Azmi Bilgin)
01 Ocak 1970
Antalya Elmalı’da doğdu. Adı Yûsuf, babasının adı İbrâhim’dir. Bazı eserlerde adının Muhammed şeklinde verilmesi (meselâ bk. Ayvansarâyî, vr. 46a; Osmanlı Müellifleri, I, 85) yanlıştır. Şiirlerinde mahlas olarak hem “Ümmî Sinan”ı hem “Sinân-ı Ümmî”yi kullanmasından dolayı kaynaklarda her iki mahlasıyla da yer almış, bu farklı adlandırma günümüze kadar devam etmiştir. Vakıf muhasebe defterlerinde kendi adıyla anılan camiyi (Şeyh Ümmî Sinan Camii; BA, Nezaret Sonrası Evkaf Defterleri [EV], nr. 15024, s. 2, 49) Evliya Çelebi Ümmî Sinan Efendi Camii diye kaydetmekte ve kendisinden Ümmî Sinan Sultan diye söz etmektedir (Seyahatnâme, IX, 280, 281). Özellikle bu iki kayıttan Ümmî Sinan adlandırmasının daha doğru olacağı anlaşılmaktadır. Ailesi ve öğrenim durumu hakkında bilgi yoktur. Son yıllarda yapılan bazı çalışmalarda Elmalı’da tekke ile medreseyi birlikte yürüttüğü ileri sürülmekteyse de (meselâ bk. Ekiz, Dünden Bugüne Elmalı, s. 148) eski kaynaklarda Elmalı’da böyle bir medreseden söz edilmemektedir. Bir medreseye devam ettiği ya da medresede ders verip vermediği bilinmemektedir. Niyâzî-i Mısrî gibi bir sûfînin Uşak’ta kendisine intisap ederek onunla birlikte Elmalı’ya gittiği ve 1647-1656 yılları arasında yanında kalıp ondan seyrüsülûkünü tamamladığı bilinmektedir. Bu da onun bir sûfî olarak devrinde geniş bir çevreyi etkisi altına aldığını göstermektedir. Halvetiyye’nin Ahmediyye kolunun kurucusu Yiğitbaşı Ahmed Şemseddin’in halifelerinden Abdülvehhâb (Vehhâb) Ümmî’nin halifesi Eroğlu Nûrî’ye (ö. 1012/1603) intisap ederek hilâfet alan Ümmî Sinan’ın şöhretinin saray çevrelerine kadar ulaştığı, devlet ricâlinin isteğiyle oğullarından birini halifesi Niyâzî-i Mısrî ile İstanbul’a gönderdiği rivayet edilmektedir (Mustafa Lutfî, s. 17). Niyâzî-i Mısrî’nin Mevâidü’l-irfân adlı eserini istinsah eden halifesi Mustafa Efendi, Ümmî Sinan’ın Eroğlu Nûrî’nin vefatı üzerine fürûat esmâsını Denizlili Mazharî (Mazhar) Sultan’dan tamamladığını ve daha sonra hilâfet makamına geçtiğini söyler (Mawaidu’l-irfân, s. 95). Divanında Abdülvehhâb Ümmî’nin halifelerinden olduğu anlaşılan Mazharî Sultan’ı metheden iki şiiri bulunmaktadır.
Niyâzî-i Mısrî, Ümmî Sinan’dan övgüyle bahseder, mürşid-i kâmil olduğunu, âyet ve hadislerin esrarını bildiğini söyler. Halifelerinden Şeyh Muslihuddin Mustafa Uşşâki, Gülaboğlu Mehmed Askerî, Uşaklı Ahmed Matlaî, Çavdaroğlu Müftî Derviş gibi mutasavvıf şairler de onu “kâmil bir mürşid, zamanın kutbu, velâyet tahtının sultanı, mârifet kânının ummanı” gibi sıfatlarla methetmiştir. Hüseyin Vassâf’ın isimlerini kaydettiği Kâşif ve Suphi Hasan efendilerin de Ümmî Sinan’ın halifeleri arasında yer aldığı anlaşılmaktadır. Başta Niyâzî-i Mısrî olmak üzere Uşşâki, Askerî, Matlaî gibi müntesiplerinin Ümmî Sinan’dan hilâfet almaları, Antalya ve Elmalı’nın yanı sıra Afyon, Denizli, Uşak, Kütahya gibi şehirlerde tanınıp sevilmesinde ve adının yayılmasında etkili olmuştur. Ayrıca bazı ilâhilerinin çeşitli mecmualarda bulunması ve bir kısmının bestelenmesi (İlâhi Mecmuası, vr. 13b, 21b; Mecmûa-i İlâhiyyât, vr. 42b) onun şiirlerinin değişik meclislerde okunageldiğini göstermektedir. Hz. Îsâ ve Mehdî olduğuna şahitlik etmesini istediğinden Niyâzî-i Mısrî ile arası açılan Halvetî-Sivâsî şeyhi Mehmed Nazmi Efendi’nin onun hakkında ağır sözler sarfettikten sonra Yiğitbaşı kolu şeyhleri Tâlib Ümmî, Eroğlu Nûrî ve Ümmî Sinan’ın cahil ve Şeyh Bedreddin itikadında olduklarını söylemesinin (Hediyyetü’l-ihvân, vr. 81a-b) ne derece gerçeği yansıttığı tartışmalıdır. 25 Cemâziyelâhir 1067’de (10 Nisan 1657) vefat eden Ümmî Sinan’ın mezarı Elmalı’da kendi adını taşıyan caminin bitişiğindeki türbededir. 1926’da yıkılan cami ve türbe 1959’da yeniden yapılmıştır. Ümmî Sinan’ın Süleyman ve Selâmi Halil adlarında iki oğlu vardır. Babalarından eğitim alan ve her ikisi de şair olan oğulları şiirlerinde “Hakîrî” ve “Selâmî” mahlaslarını kullanmıştır. Ümmî Sinan ile Halvetiyye’nin Sinâniyye kolunun kurucusu İbrâhim Ümmî Sinan (ö. 976/1568) eski ve yeni kaynaklarda birbiriyle karıştırılmıştır. Bu durum şiirleri için de söz konusudur. Meselâ İstanbul Kitaplıkları Yazma Divanlar Kataloğu’nda (İÜ Ktp., TY, nr. 512; Beyazıt Devlet Ktp., nr. 3356) ona ait divan nüshaları İbrâhim Ümmî Sinan adına kaydedilmiştir.
Eserleri. 1. Kutbü’l-meânî. Yedi bölümden oluşan devriye türündeki bu mensur eser “insanın âlem-i ervâhtan âlem-i süflîye ne tarikle nüzûl edip ne tarikle urûc edeceğini beyan etmek” için yazılmıştır (vr. 64b). Tek nüshası bulunan eser üzerine (İzmir Millî Ktp., nr. 2011/5, vr. 63b-74a) yüksek lisans çalışması yapılmıştır (Mehmet Erdem, Sinan Ümmi ve Kutbü’l-meâni İsimli Risalesi Üzerine Bir İnceleme, 1997, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi). 2. Divan. Eserde tevhid, münâcât, na‘t-istişfâ, methiye, mersiye, nasihatnâme, silsilenâme, devriye ve şathiye türünde 145’i aruzla toplam 200 şiir vardır. Ümmî Sinan birçok mutasavvıf şair gibi şiirlerini irşad vasıtası olarak kullanmış, zaman zaman öğütler vermiştir. Ayrıca çağındaki aksaklıkları, bozuklukları eleştirmekten geri durmamış, bunun için müstakil bir şiir yazmıştır (Ümmî Sinan Divanı, s. 239). Bu da onun toplumun dertleriyle ilgilendiğini göstermektedir. İstanbul’da basılan divanın (1299) dört yazma nüshası esas alınarak A. Azmi Bilgin tarafından tenkitli neşri yapılmıştır.