TSK'nin Kavgası Kiminle?
Erol MANİSALI 20 Mart 2007
Demokrasilerde asker politikanın içinde olmaz, çok doğru; demokrasi halkın, yani sosyal sınıfların örgütlenerek siyasallaşmasıdır. Bu da yetmez; örgütlenme ve siyasallaşmanın "iktisadi, hukuki, siyasi ve kültürel dengeleri oluşturarak, özgürlüklerin ve refahın dengeli paylaşılmasıdır".
Böyle bir düzende askerin politikanın dışında olması, en doğal sonuçtur.
- Yukarıdaki koşulların hiçbirisi yoksa; bir ülkede kimi büyük sermaye ve dini güçler Batı emperyalizmi ile ortak hareket ediyorlarsa; bölücü çevreler de bunlara eklenerek emperyalizmin bir maşası haline gelmişlerse o zaman ne olacak?
- Türkiye'de emperyalizm sadece büyük sermayeyi, kimi İslamcı kesimleri ve bölücü örgütleri değil, kimi generalleri bile kullanmıştır. 12 Mart ve 12 Eylül bunun örnekleridir.
Kimi askerler bu örneklerde, "siyasal sermayenin, siyasal İslâm’ın ve bölücü çevrelerin örgütlenerek sisteme egemen olmasının yolunu açmışlardır". 28 Şubat süreci de sonuçta bu işlevi tamamladı.
- TSK bugün oligarşi ile karşı karşıya gelmeye başladı. "Oligarşinin, dış odaklarla işbirliğini genişletmesi ve ulusal çıkarların geri dönülmeyecek bir biçimde darboğazın içine sürüklenmesi", TSK'yi daha fazla rahatsız etmeye başladı. TSK sessiz kalamazdı, tepkisini ortaya koymalıydı.
Bazı olaylar ve örnekler
1) 7-8 Mart 2002'de MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç 'ın "oligarşinin dayattığı uygulamalara karşı çıkarak denge politikasını savunması" ; Rusya ve İran gibi ülkelerle de işbirliğini önermesi, oligarşinin ve dış güçlerin ödünü patlattı. Yalnız MGK Genel Sekreteri değil, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu da benzer görüşleri paylaşıyordu (1). Kıvrıkoğlu ve Kılınç'ın açıklamaları TSK'nin görüşünü yansıtmaktaydı.
2) AKP iktidara gelince Kıbrıs politikası üzerinde görüş ayrılığı belirdi. TSK, TBMM'nin bu konuda aldığı kararlara sadık kaldı ve Rauf Denktaş 'a destek verdi. AKP Hükümeti ise, " daha önceden belirlenen ulusal çizginin dışına çıktı", TBMM kararlarına ve uluslararası anlaşmalara uymadı. Annan Planı ile KKTC'nin tasfiyesi süreci başlatıldı.
3) Kuzey Irak'ta ABD ve İngiltere'nin, "Kürdistan'ın ilk ayağını oluşturacak biçimde" kukla bir devlet kurup Ankara'yı bunu tanımaya doğru itmeye başlaması hükümet ve TSK'yi yine karşı karşıya getirdi.
Basında Onur Öymen tarafından açıklandığı üzere, Richard Hollbrooke, Başbakan'dan istekte bulunuyordu; arkasından hükümet, "görüşülebilir" anlamına gelecek açıklamalar yapıyordu.
TSK ise "kesinlikle görüşülemeyeceği'' görüşünü savundu.
TSK ile AKP Hükümeti arasında birçok olayda karşıtlıklar ortaya çıktı.
TSK antidemokratik mi?
TSK bütün bu davranışlarında acaba gerçekten demokrasiye karşı bir tutum mu sergiliyor? Yoksa demokrasinin işlemediği bir ortamda; "oligarşinin, ulusal çıkarlarla uygun düşmeyen politikalarını engellemeye mi çalışıyor?"
- TSK Kıbrıs konusunda, TBMM kararlarının yanında durarak Türkiye'nin imzaladığı uluslararası antlaşmaların korunmasını savunuyor. Buna karşılık hükümet, Brüksel ve Washington'ın taleplerinden yana bir uygulama sergiliyor. TBMM kararlarına uymayan, uluslararası anlaşmalara ters düşen bir biçimde...
- K. Irak ve Güneydoğu konularında TSK'nin tutumu Lozan Antlaşması'nın korunmasından yana; hükümet tarafından yürütülmek istenen politikalar ise bununla örtüşmüyor. Lozan'ın zeminini bozuyor.
Uluslararası antlaşmalar, hukuk düzeni ve ulusal çıkarlar açısından kimlerin nerede durduklarını iyi görmek ve TSK'nin demokratikliğini ona göre değerlendirmek gerekir.
Türkiye'yi oligarşi idare etmediği zaman; oligarşi dış odaklarla yakın ilişkiler kurmadığı zaman; yani demokrasi işlediği zaman, tabii ki TSK siyasetin tamamen dışında olacaktır.
Batı emperyalizmi, TSK'yi önündeki engel olarak görüyor. Türkiye'nin Lozan'dan Sevr'e yavaş yavaş götürülüşü karşısında en büyük engelin TSK olduğunun farkında. Ve Türkiye; AB ile görüşmeler süreci üzerinden kurulan tuzakla hem sömürgeleştirilmek hem de ayrıştırılmak isteniyor. Bir Amerikalı diplomat bunu bana açık açık söyleyebiliyordu (2).
TSK bugün gerçekte Batı emperyalizmi ile yüzleşmektedir. TSK'nin karşısındaki gerçek düşman PKK değil, onun arkasındaki oligarşi ve emperyalizmdir. Halkın seçtiklerinin yapması gereken kavgayı, TSK yapmak zorunda kalmıştır.
(1) "Avrupa'nın Askerle Kavgası", Truva, 2006, sayfa 301
(2) "Avrupa'yla Derin Bağlar" Truva, 2007, sayfa 270