MİZANCI MEHMET MURAT
01 Ocak 1970
(Huraki, Dağıstan 1854- İstanbul 15 Nisan 1917)
Politikacı, tarihçi, gazeteci ve yazar.
Dağıstan’ın bağımsızlığı için Ruslarla mücadele eden ve Hacı Murad’ın maiyetinde bulunan Hacı Mustafa Efendi’nin oğludur. Küçük yasta Arapça ve dini dersler aldı. Timurhan Şûra Rüştiyesi (1864) ile İstavropol İdadisi’ni bitirdi (1866). Rus baskıları karşısında küçük yaştan beri İstanbul’a gidip halifeye hizmet etme arzusu içindeydi. Bu istekle 1873’te İstanbul’a gitti ve Hariciye matbuat kaleminde mütercim olarak çalışmaya başladı.
Bu sırada Maliye Nazırı Şirvanîzade Rüşdü Paşa’nın himayesini gördü, onun konağına yerleşti ve mühürdarı oldu; yine onun çeşitli görevleri sırasında beraherinde bulundu. 1876-77 yıllarında Vakit ve İttihad gazetelerinde dış politika ile ilgili yazılar yazdı. Yine hu sırada Mekteb-i Mülkiyede tarih ve coğrafya dersleri verdi, Darülmuallimin’de tarih hocalığı ve müdürlük yaptı. Daha sonra Maarif Nezareti Teftiş ve Muayene Heyeti üyesi oldu. Bir ara Dağıstan’a gitti, dönüşünde, daha sonra adıyla birlikte anılacak olan Mizan gazetesini yayımlamaya haşladı (Ağustos 1886). Önceleri saray tarafından takdir edilen gazete bir süre sonra sansür tarafından zaman zaman tatil edildi. 1891’de, dört yıl kadar görev yapacağı Dü-yun-ı Umumiye komiserliğine getirildi. Memleketin kalkınması amacıyla hazırlamış olduğu reform teklifi padişah tarafından ilgi görmeyince, yönetimle arası açıldı; Düyun-ı Umumiye’deki yabancıların da tesiriyle Avrupa’ya kaçma planları kurdu.
Kasım 1895’te Sivastopol üzerinden önce Dağıstan’a, oradan Kiev-Viyana yoluyla Paris’e gitti (Aralık 1895). Oradan Jön Türkler’le ve ittihat ve Terakki lideri Ahmed Rıza ile görüştü. Ermeni meselesine bir çözüm bulmak amacıyla Londra’da Lord Salisbury ve Ermeni komitacılarla konuştu ancak büyük bir hayal kırıklığı ile Paris’e döndü. Ahmed Rıza’dan da umduğu ilgiyi göremeyince Mısır’a geçti ve Mizanı Kahire’de yayımlamaya başladı (1896). Bu dönemde yazdığı yazılarında saraya ve II. Abdülhamid’e açıkça cephe aldı ve ağır eleştirilerde bulundu. Temmuz 1896’da tekrar Paris’e gitti ve Ahmed Rıza’nın karşısında olan Jön Türkler’in desteğiyle Kasım 1896’da ittihat ve Terakki Cemiyeti’nin başına geçti. Kısa bir süre sonra cemiyet merkezini Cenevre’ye nakletti, Mizan gazetesini de cemiyetin yayın organı olarak orada çıkarmaya başladı. Ancak, cemiyet mensupları arasındaki anlaşmazlıkları giderme çabalarında başarılı olamadı. Serhafiye Ahmed Celaleddin Paşa’nın, padişah adına birtakım vaatleri üzerine Mizan’in yayımını durdurup İstanbul’a döndü. Ancak, vaatlerin hiçbiri gerçekleşmediği gibi, İstanbul’a döner dönmez göz hapsine alındı. 1899’da Şûra-yı Devlet Maliye Dairesi üyeliğine getirildi. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Mizan’ı yeniden çıkarmaya başladı (30 Temmuz 1908). Bu defa iktidardaki ittihat ve Terakki mensuplarına muhalefet etti ve bir süre sonra gazetesi kapatıldı, kendisi göz hapsine alındı. 31 Mart Olayı’na karıştığı öne sürülerek müebbet kalebentlik cezasına çarptırıldı ve Rodos’a sürüldü (Haziran 1909). Bir süre Rodos’ta, bir süre de Midilli’de kaldı. Dört yıl kadar sonra çıkan af üzerine İstanbul’a döndü; bir süre sonra Anadolu Hisarı’ndaki yalısında öldü.
Tanzimat’tan sonraki Türk fikir hareketlerinin önde gelen isimlerinden biri olan Mizancı Murad gerek Mekteb-i Mülkiye’deki hocalığı sırasında, gerekse Mizan’da yazdığı yazılarıyla hürriyet ve meşrutiyet özlemi içindeki bir nesle rehber olmuş, onlara tarih bilinci aşılamış bir eylem adamıdır. Bir süre fiilen aralarında bulunmasına, hatta liderliğini yapmasına rağmen rejim konusunda Jön Türkler’den farklı düşünen Mizancı Murad, daha çok, Yeni Osmanlılar’a yaklaşır ve devlet yönetimi için ileri sürdüğü usul-i meşveretin şeriatın gerektirdiği bir sistem olduğunu savunur. Ona göre devletin resmi ideolojisi Osmanlılık, kültürel ideolojisi ise ittihad-ı İslam olmalıdır. Birçoğu gazete sayfalarında kalan rejim meselesi, dış politika, eğitim-öğretim, maliye, iktisat ve sosyal hayatla ilgili yazılarında devrine göre oldukça yeni ve modern görüşler yer almaktadır. Edebiyat ve özellikle edebi tenkit alanındaki yazılarıyla da dikkati çeken Mizancı Murad eski Türk edebiyatını yer yer sun’i ve ahlaka aykırı bulmuş ve kendisinin gerçekçi bir edebiyat anlayışından yana olduğunu belirtmiştir. Ona göre bir edebi eser toplumun örf, âdet, gelenek ve din anlayışına ters düşmemeli, yazar toplumun örnek alabileceği ideal tipler canlandırmalıdır. Yeni edebiyat türlerinden roman ve tiyatro, edebiyat-ı ahlâkiyeye aykırı olmamalıdır.
Mizan gazetesinde Namık Kemal, Recaizade Ekrem ve Samipaşazade Sezai’nin eserleri üzerine “Üdebamızın Nümune-i İmtisalleri” başlığı altında yazdığı yazılar, Türk edebiyatında uygulamalı tenkit türünde ortaya konulan ilk örnekler kabul edilmektedir. “Turfanda mı Yoksa Turfa mı?” adıyla yazdığı tek romanında ise teorik olarak ortaya koyduğu fikirleri işlediği dikkati çekmektedir.
Eserleri:
Târîh-i Umûmî (4 c, 1880-1882), Muhtasar Târîh-ı Umûmî (1885), Muhtasar Târîh-i İslâm (1890), Devr-ı Hâmidî Âsârı (1891), Turfanda mı Yoksa Turfa mı? (1892), Le Palais de Yıldız et la Sublime Port (1896); Müdâfaa Niyetine Bir Tecâvüz (1896), La Force et la Faiblesse de la Turquim (1897), Hürriyet Vadisinde bir Pençe-i tstibdâd (1908), Mücâhede-i Milliye (1908), Tencere Yuvarlandı Kapağını Buldu (piyes, 1908), Târîh-ı Ebülfâru (1909-1916), Enkaz-ı tstibdâd içinde Züğürdün Tesellîsi (1911), Tatlı Emeller Acı Hakikatler (1912), Taharrî-yı lstı\bâl (2 c, 1913-1914).