Çetin Günler
Süleyman Seyfi Öğün 01 Ocak 1970
Türkiye’nin NATO’lu târihi aslında, onun zihnen ve rûhen tam manâsıyla içine gömülmesi ve yalnızlaştırılmasının târihidir. Bu durum Türklerin târihsel havzalarına da yabancılaşmasıyla neticelenmiştir. O günlerde Atlantik Blokunun ileri karakolu konumuna düşürülen Türkiye’nin yegâne dünyâ algısı kuzeydeki târihsel düşmanı Rusya’dan gelebilecek muhtemel bir saldırıya kilitlenmişti. İçeride ise, bugün artık yine NATO’nun tasarımları olduğu anlaşılan bir sol-sağ kavgasına mahkûm edilmiştik.
Aslında Türkiye’nin konumu dünyâ işbölümünde karşılıkları olan bir konumdu. Bu işbölümü, Türkiye’nin konumunu umulmadık coğrafyalarda bazı devletlerin konumu ile örtüştürüyordu. Tuhaflık şuradaydı: Bu bir bağ değil, sâdece bir benzerlikti. Yâni mukadderat benzerliği, beklenebileceği gibi bâzı ilişkilerin işlevi değildi. Tam tersine bir bağsızlık üzerinden gelişiyordu. Türkiye’nin bu devirlerde en fazla benzeştiği devlet, arasında hemen hemen hiçbir târihsel ilişki olmayan Küba’ydı. Küba, Sovyet Kampının, NATO’nun merkez gücü olan ABD’nin böğrüne âdeta bir bıçak gibi dayandığı yerdi. Sovyet Rusya’nın karşısında Türkiye’nin konumu da bundan farklı değildi.
NATO Soğuk Savaşın gâlibi olarak görünüyordu. Temelde büyük kazanımları vardı. Bir defâ, Rusya’nın Doğu Avrupa’daki varlığı sona ermişti. Bu boşluğu AB ile NATO doldurdu. Buna mukâbil Rusya, Asya’daki çözülüşü frenleme başarısı gösterdi. BDT, artık yerinde yeller esen Varşova Paktı’nın yerini aldı. Varşova Paktı ile BDT arasındaki en mühim fark, ilkinin “askerî”, “siyâsal” ve “ideolojik” niteliklerine karşın, diğerinin ağırlıklı olarak “siyâsal-bürokratik“ bir mâhiyet taşımasıydı. İdeolojik değişken yok olmuştu. Askerî boyut ise, Kafkasya ve Kırım’da olduğu üzere siyâsal yakınlığı tehdit eden bir durum ortaya çıktığında devreye giriyordu. Şurası muhakkak ki, BDT, Varşova Paktı’na göre çok daha gevşek bir yapıydı. Ama, şöyle veyâ böyle Rusya için çok kritikti. Bunun sebebi de, Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan dünyânın ana dinamiğini oluşturacak olan Çin mahreçli Avrasya ile ABD mahreçli Atlantik arasındaki gerilimde Rusya’ya sağladığı avantajdı.
Soğuk Savaşın gâlibi, evet kâğıt üzerinde NATO idi. Evet, Varşova Paktı çöp olmuştu. Lâkin bu durum NATO’yu da bir anda işlevsiz bırakmıştı. Bu işlev boşluğu temelde iki şekilde aşıldı. İlk olarak Doğu Avrupa devletlerinin hatırı sayılır bâzılarını NATO bünyesine katmak mühim bir gelişmeydi. Bu, esasta NATO’nun Avrasya oluşumlarını, husûsen de Rusya-Almanya-Fransa yakınlaşmasını kontrol etmek için gerekliydi. Avrupa’da derinlerde bir NATO-AB geriliminin yaşandığı hayli âşikâr gözüküyor. AB’nin kurulmasının ana sâiklerinden birisinin, başta Almanya ve Fransa olmak üzere II. Genel Savaş sonrası Atlantik baskısını yiyen Kıta Avrupası’nın bunu “hafifletmeye” mâtuf gayretler olduğu biliniyor. AB’nin akıl ve mantık yürütmeleri, nihâyetinde Rusya ile yakınlaşma ve adım adım bir Avrasya açılımı potansiyelini içerir. NATO’nun Avrupa stratejisi bunu engellemeye mâtuf olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bunu yaparken AB’nin Doğu Avrupa açılımına müdâhil oldu. Doğu Avrupalı bâzı tâze AB üyelerinin aynı zamanda NATO mensubu yapılmasının Avrasya’yı kuvvetlendiren adımları bastırma gâyesini taşıdığını düşünüyorum.
İkinci açılım ise Orta Doğu ve Asya üzerinden oldu. Gevşek yapılanan BDT’nu Ukrayna, Kafkasya ve Türk Cumhûriyetleri üzerinden etkilemeye mâtuf sayısız girişim yaşandı. Rusya bu konuda sert karşılıklar verdi. Âdeta hallaç pamuğu gibi atılan Ortadoğu’daki gelişmeler, daha evvelki yazılarda muhtevâsını kapsamlı bir şekilde değerlendirmeye çalıştığımız üzere Türkiye’yi açığa düşürdü. Bugün kabûl etmeliyiz ki resmen olmasa da Türkiye artık NATO’nun dışında olmasa bile fiilen açığındadır. Bu yeni durumda Rusya ve İran ile yakınlaşan Türkiye ile Atlantik Blokuna yakınlaştırılmaya çalışılan Ukrayna arasında tuhaf bir benzeşme var. Soğuk Savaş sırasında Küba ile Türkiye’nin pozisyonları nasıl birbirine benziyorduysa, bugün de Türkiye ile Ukrayna arasında bir benzeşme olduğunu düşünüyorum. Aradaki fark, coğrafî makasın daralması olarak gösterilebilir. Rusya-Türkiye yakınlaşmasını durdurmak ve kontrol etmek için Atlantik Bloku Ukrayna’yı kullanıyor. Yedekte Kafkasya var. Manevra Savaşları bütün hızıyla devâm etmekte. Bu konuda son girişim, İsrâil’in de, devreye girmesiyle yaşandı. İsrâil, Ukrayna’yı kontrolü altına aldı ve Rusya lehine yatıştırma sözü verdi. İsrail-Rusya ve İsrâil-Ukrayna yakınlaşmasının Türkiye’ye, bu arada İran’a bir mâliyet yüklediği âşikârdır. Artık Astana Üçlüsü eskisi kadar etkin çalışmıyor. Rusya geri çekiliyor. İran ve Türkiye yalnızlaştırılıyor. Bunu, İsrâil, Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs arasındaki askerî ve ekonomik nitelikli Doğu Akdeniz İttifâkı tâkip ediyor. Gelişmeler Türkiye ile İran’ı yalnızlaştırıp çözmeye adanmış durumda. Elbette bu iki gücün sinerjisi azımsanmayacak kadar etkilidir. Ama bu kuşatmadan çıkmak için çok ortaklı bir karşı manevraya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Atlantik baskısı yiyen Almanya ve Fransa ile berâber hareket etmek ihtimâllerden birisidir. Diğer bir ihtimâl de Çin-Türkiye-Pakistan ilişkilerini güçlendirmek olabilir. Önümüzdeki günler bu perspektifte çok çetin geçeceğe benziyor.