« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

23 Nis

2019

Cezaevindeki seçmenler nasıl buharlaştı

Müyesser Yıldız 01 Ocak 1970

İktidar, seçimler öncesinde her türlü güvenlik tedbirinin alındığını, demokratik ve sağlıklı bir seçim yapılacağını duyurdu. Seçimlerden sonra ise hile olduğunu, çok sayıda seçmenin buharlaştığını savundu.

Ne oldu, ne olmadı; Çok somut, devletin resmi yazışmalarına dökülmüş bir süreci aktaralım.

Anadolu Ajansı, Sincan ve Silivri Cezaevlerindeki sandık sonuçlarını 31 Mart akşamı saat 20.49'da “FETÖ tutuklularının tercihi CHP oldu” başlıklı haberle duyurdu. Haber özetle şöyleydi:

“Yerel seçimler için cezaevlerinde kurulan sandıklarda tutuklular da oy kullandı. FETÖ tutuklularının yoğunlukla bulunduğu Sincan ve Silivri'deki cezaevlerinde en fazla oy CHP'ye çıktı. Buna göre, sözde “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi oldukları tespit edilen darbeci askerlerin tutuklu olduğu Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'ndeki cezaevlerinde CHP'ye 2 bin 19, AK Parti'ye 825, Saadet Partisi'ne 17 oy çıktı.”

Şaşırtıcı olan AA'nın hızı değil, verdiği rakamlardı.

Çünkü seçim öncesinde YSK'nın aldığı bazı kararların uygulamada farklı yorumlanması sonucu özellikle Sincan Cezaevi'nde bulunan tutukluların oy kullanamayacağını 25 Ocak'taki yazımızda duyurmuştuk.

Olay şuydu:

Sincan Cezaevi'ne giden seçmen listelerinde, daha önceki iki seçimde de burada oy kullanmış olan “FETÖ ve darbeden” tutuklu yaklaşık 200 isim yoktu. Bunun üzerine listede adını göremeyenler, Cezaevi yönetimine dilekçeyle başvurup, oy kullanmak istediklerini bildirdiler. Bu dilekçeler Sincan İlçe Seçim Kurulu'na gönderildi. Seçim Kurulu, MERNİS kayıtları bulunmadığı gerekçesiyle başvuruları reddetti. Avukatların yaptığı araştırmada ise kimi tutukluların MERNİS kaydının olduğu, ancak seçmen kaydının bulunmadığı ortaya çıktı vs.

O yazımızı şöyle bitirmiştik:

“YSK'nın hukukiliği tartışmalı o kararını aşan bu uygulamaların sebebi şayet 'bürokratik karmaşa' değilse; Bırakın hüküm verilmesini, henüz davalar devam ederken, oy kullanma hakkı peşinen ellerinden alınmış, dolayısıyla da 'hüküm' kesilmiş olmuyor mu?”

AA'nın o haberinden 19 gün sonra dün de Yavuz Donat Sabah Gazetesi'ndeki köşesinde şunları yazdı:

“Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsündeki cezaevlerinde CHP'ye 3 bin 902, AK Parti'ye 2 bin 50 oy verildi. Sincan Cezaevi oldukça büyük bir 'Kampus'. 'FETÖ'den yatanlar' da var, FETÖ ile ilgisi olmayanlar da (Adli yargılama). 31 Mart'ta... CHP'ye kullanılan oy 2 bin 200 civarında. AK Parti'ye ise...900 kadar. FETÖ'cülerin sandıkları... 'Silme CHP'.”

Donat'ın yazısından anlaşılan da Sincan'daki tutukluların oy kullandığıydı.

SAVCILARA SUÇ DUYURUSUNDA DAHİ BULUNULDU

Gerçekte öyle ise acaba şu yazışmaların hikmet-i sebebi nedir?

Tarih 17 Ocak 2019; Sincan İlçe Nüfus Müdürlüğü'nden, Sincan Cezaevi'ne gönderilen yazıda, “Ekli listede bulunan kişilerin dilekçelerinin gereğinin yapılmasının istendiği” belirtildikten sonra “YSK kararı gereğince, seçmen kütükleri kesinleştiği için” herhangi bir işlem yapılamayacağı bildirilir.

“Ekli listedeki” dilekçelerden birisi de 2 yıldır Sincan Cezaevi'nde tutuklu bulunan eski üsteğmen M.B.K'a aittir.

M.B.K. 28 Ocak'ta İlçe Nüfus Müdürlüğü'ne başvurup, “24 Haziran 2018 genel seçimlerinde Sincan Cezaevinde oy kullandım. O tarihten itibaren de hiçbir adres değişikliğinde bulunmadım. Değişiklik yapılsın diye de bir talebim olmadı. Adresim kim tarafından, ne zaman, nasıl Sincan'dan çıkarılmıştır?” diyerek, Bilgi Edinme Kanunu kapsamında bilgi talep eder.

Aynı tarihte Sincan İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı'na da şöyle bir dilekçe gönderir:

“2 yıldır Sincan'da tutukluyum. Son yapılan referandum ve 24 Haziran seçimlerinde cezaevinde oy kullandım. Bundan sonra da aynı adreste ikamete devam ettim. Adres değişikliği için herhangi bir talepte bulunmadım. Sincan Cezaevi'nin verdiği bilgiye göre, şu anda ikametimin bulunduğu Cezaevinde gözükmemekteyim. Oy kullanabilmek için Cezaevi aracılığıyla Nüfus Müdürlüğüne talepte bulundum, ancak talebim reddedildi. O kullanmak istiyorum. 2 yıldır ikametgahım aynıdır. Bu sistemden kontrol edilebilir. En temel vatandaşlık görevi ve hakkımı kullanabilmem için gereken tedbirlerin alınmasını talep ediyorum.”

M.B.K.'un 6 Şubat tarihli dilekçesinin adresi ise doğrudan Yüksek Seçim Kurulu olur. Cezaevinde tutuklu bulunduğu için e-devlet veya internet üzerinden seçim sandıklarından hangisine kayıtlı olduğunu öğrenme imkanının bulunmadığını belirterek, seçim sandığı ve bunun akıbeti hakkında bilgi ister.

Yine 6 Şubat'ta Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurup, durumunu ve daha önceki seçimlerde cezaevinde oy kullandığını anlatıp, şöyle bir suç duyurusunda bulunur:

“31 Mart yerel seçimi öncesi yapılan seçim kütüğü kontrolünde, Sincan Nüfus Müdürlüğünde kaydımın olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu sebeple de seçimde oy kullanamayacağım tarafıma bildirilmiştir. Benden habersiz, rıza olmadan yapılan bu nüfus değişikliği, hem seçme ve seçilme hakkımın ihlaline, hem de birçok mağduriyet yaşamama sebep olmuştur. Nüfus kaydımı, iznim ve rızam olmadan değiştiren nüfus müdürlüğü ilgililerinden şikayetçiyim. Ayrıca birçok tutuklu aynı mağduriyeti yaşamaktadır. Bu durum adil seçim yapılmasına gölge düşürmektedir. Kamunun yararı ve adil bir seçim için siz sayın cumhuriyet savcılarından gerekli tahkikatı yapmanızı bir vatandaş olarak talep ediyorum.”

Savcılık, M.B.K.'un başvurusuna 9 gün sonra şu cevabı verir:

“Nüfus müdürlüğü görevlilerinden şikayetçi olmuş ise de; Müştekiye ait nüfus kayıt örneği çıkartıldığında, müştekinin nüfus kaydında yerleşim yeri olmadığının belirtildiği, ayrıca müştekinin UYAP sisteminde yapılan kontrolünde MERNİS adresinin bulunmadığı, seçmen kütükleri oluşturulduktan sonra bunun ilanının yapıldığı, sözkonusu kayıtlara karşı seçmenlerin itiraz haklarının bulunduğu, bu kapsamda müştekinin de itiraz hakkının bulunmasına rağmen herhangi bir itirazının olmadığının anlaşılması karşısında müştekinin iddia ettiği şekilde nüfus müdürlüğü personellerinin müşteki hakkında adres değişikliği yaptıklarına dair iddiasının, genel ve soyut iddia niteliğinde kaldığı, tüm soruşturma evrakı kapsamında anlaşılmakla, açıklanan nedenlerle; Genel ve soyut nitelik arz eden suçlamaya dair dilekçenin işleme konulmamasına, Danıştay içtihadı gereğince kesin olarak karar verildi.”

M.B.K ve diğer tutukluların Cezaevi aracılığıyla Sincan İlçe Nüfus Müdürlüğü'ne gönderdiği dilekçelere ise 13 Şubat'ta cevap verilir. Cevap şöyledir:

“İlgili listede bulunan kişilerin oy kullanmak için adres kayıtlarının yapılarak, seçmen kütüğüne eklenmesi istenmektedir. YSK'nın genelgesi gereğince 4-17 Ocak 2019 tarihleri arasında seçmen kütüklerinin güncellenmesi yapılabilmektedir. Bu tarihler dışında oy kullanmak için adres değişikliğinde bulunmak söz konusu değildir. YSK'nın kararları gereği ilgili kişilere herhangi bir işlem yapılmamış olup, bilgilerinize arz ederim.”

M.B.K.'un 6 Şubat'ta doğrudan YSK'ya yaptığı başvurunun sonucuna gelince; YSK Başkanvekili Erhan Çiftçi imzasıyla 1 ay sonra 5 Mart'ta verilen cevapta, seçmen kütüklerinin Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün Adres Kayıt Sistemindeki yerleşim yeri adres bilgileri esas alınarak düzenlendiği belirtildikten sonra, “Bu çerçevede ........... T.C. kimlik numaralı M.B.K. ile ilgili Seçim Bilişim Sisteminde (SEÇSİS) yapılan inceleme sonucunda, MERNİS Adres Kayıt Sisteminde yerleşim yeri adres bilgisi bulunmadığından seçmen kütüğüne kaydı yapılmamıştır. Bilgi edinilmesi ve yazımızın M.B.K'a tebliği rica olunur” denilir.

Özetle YSK, yaşanan karmaşanın sorumlusu olarak İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nü işaret eder.

Tüm bu yazışmaların ardından M.B.K. son olarak 15 Şubat'ta İçişleri Bakanlığı'na şu dilekçeyi gönderir:“Hiçbir rızam ve talebim olmadan Sincan Cezaevindeki olan adresim değiştirilmiş/silinmiştir. Bu ilgili adrese olan kaydım hem bulunduğum Cezaevi hem de ilgili sistemden kontrol edilebilir. Adres değişikliğine yönelik bir dilekçe vermediğim de kontrol edilebilir. Bilgim dahilinde olmadan yapılan bu değişiklik sebebiyle mahalli seçimde oy kullanamayacağım, YSK'ya yaptığım başvurular sonucunda kesinleşmiştir. En temel anayasal haklarımdan biri olan oy kullanmam, yapılan bu habersiz, rızasız ve talepsiz adres değişikliği sebebiyle engellenmiştir. Bu da bana manevi olarak büyük bir üzüntü yaşatmış ve mağdur olmama, vatandaşlık görevimi yapamama sebep olmuştur. Bunun telafisi de mümkün değildir. Bu sebeple Bakanlığınızdan, sebep olduğu mağduriyetten ötürü maddi ve manevi 100 bin TL. tazminat talebinde bulunuyorum.”
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI ÖYLE BİR CEVAP VERDİ Kİ...

Şimdi de M.B.K'un daha Ocak ayındaki bir dilekçesi üzerine İçişleri Bakanı adına Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdür Yardımcısı Alaeddin Güler imzasıyla 20 Mart 2019'da verilen cevaba bakalım.

2 sayfalık yazıda, “Adres bildirim yükümlülüğü, bildirim yerleri, şekli, bildirim süresi ve güncelliğin sağlanmasına” ilişkin yasal düzenlemeler ile Türk Medeni Kanunu'na göre “Yerleşim yerinin” ne olduğu anlatılır.

Türk Medeni Kanunu'nun 22'inci Maddesi'nde, “Bir öğretim kurumuna devam etmek için bir yerde bulunma ya da eğitim, sağlık, bakım veya ceza kurumuna konulma, yeni yerleşim yeri edinme sonucunu doğurmaz” hükmünden hareketle, ne tür yerleşim yerlerinin “Diğer adres” olarak kayıt altına alınacağı hususunun Adres Kayıt Sistemi Uygulama Yönergesinde ayrıntılı olarak düzenlendiği kaydedilip, şöyle denilir:

“Sözkonusu madde hükümlerinden, askerlik hizmetinin yapıldığı yer, yatılı okul, çocuk ıslah evi, yetiştirme yurdu, hastane, cezaevi, öğrenci yurdu, huzurevi gibi kişinin geçici olarak kaldığı adreslerin tereddüde mahal olmadan diğer adres olarak kayıt edileceği aşikardır... Nüfus Hizmetleri Kanunun 50'inci maddesinin altıncı fıkrasında huzurevi, yetiştirme yurdu, cezaevi, öğrenci yurdu gibi yerlerde kalanların adres bildirimleri, ilgili kurum yetkililerince yapılır hükmündedir.”

Böylece seçmen kaydı için Cezaevi yönetimini adres gösteren Bakanlık, mahalli idareler seçim listelerinin 4 Ocak 2019 Cuma günü saat 08.00'de askıya çıkarılıp, 17 Ocak 2019 Perşembe günü saat 17.00'de askıdan indirildiğini hatırlattıktan sonra da şu tespite yer verir:

“Merkezi veri tabanında yapılan inceleme neticesinde, ilgilinin son yerleşim yeri adresinin Çankaya/Ankara olarak kayıtlı olduğu, ancak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünün 14 Haziran 2017 tarihli tahkikat raporuna istinaden Çankaya İlçe Nüfus müdürüğü tarafından adresin arşivlenmek üzere kapatıldığı tespit edilmiş olup, ilgilinin cezaevi adresinin ise Sincan 2 nolu F tipi Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 4 Mayıs 2018 tarihli yazısına istinaden Sincan İlçe Nüfus Müdürlüğü tarafından diğer adres olarak tescil edildiği anlaşılmıştır.”

Hadi buyurun, buradan yakın!..

Resmi kayıtlara göre, M.B.K.'un cezaevi adresi 4 Mayıs 2018 tescilleniyor, ama 31 Mart seçimlerinde listede adı olmadığı gerekçesiyle oy kullandırılmıyor!..

İçişleri Bakanlığı'nın cevabının şu son cümlesini de aktaralım:

“Ayrıca seçime ilişkin iş ve işlemler Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun gereğince YSK Başkanlığının görev alanına girmektedir.”

Yukarıda YSK'nın, yaşanan karmaşanın sorumlusu olarak İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nü işaret ettiğini belirtmiştik ya, Bakanlık da böylece topu son olarak YSK'ya atar.

Şimdi soralım:

Tüm bunlar sadece “Bürokratik karmaşa” diye geçiştirilebilir mi?

Ve ister misiniz, göz göre göre yapılan bu “Yanlışlıklar”, seçimlerin iptalini isteyenlerin yeni gerekçesi olsun!..

ABD’de Türkiye’yi ilgilendiren korkunç şeyler oluyor / Türker Ertürk

Bugün ağırlıklı olarak Batı olmak üzere, dünyanın her yerinde Türkiye’nin bekası, güvenliği, çıkarları ve geleceği için olumsuz gelişmeler yaşanıyor ve Türkiye sanki çoklu organ yetmezliğine doğru gidiyor! Bunun nedeni ise bizzat iktidar tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin bağışıklık sisteminin çökertilmiş olmasıdır.

Daha geçen ay Avrupa Parlamentosu (AP),Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öngören raporu kabul etti. 2018 Türkiye Raporu’nda ülkemiz için tek bir olumlu kelime bile yok! İktidar tabii ki bu rapora veryansın etti. Halbuki; bu raporlarda daha önce Türkiye’deki iktidara methiyeler düzerlerdi.İktidar da Türkiye’de kendisine yönelik muhalefeti baskılayabilmek için “bak çağdaş dünya bizim için böyle güzel şeyler söylüyor” derdi. Burada “sizin için söyledikleri iyi ise güzel, kötü ise tu kaka” yaklaşımı; sizin inanılır, güvenilir ve tutarlı olmadığınızı gösterir.

DÜN ZARAR VERDİLER, BUGÜN DE VERİYORLAR!

Elimizi vicdanımıza koyalım ve kendi kendimize soralım; “Bu raporlarda ve Türkiye hakkında yapılan değerlendirmelerde abartı var mıdır?” diye. Tabii ki var! Hatta; FETÖ’nün de dahli var! Ağırlıklı olarak Avrupa ve ABD olmak üzere; FETÖ unsurları dünyanın her tarafında kin, nefret, aldatılmışlık ve intikam duyguları ile görünürde iktidarın,gerçekte ise Türkiye’nin aleyhinde faaliyette bulunuyorlar. Bu kapsamda; yabancı gizli servislere angaje oluyorlar ve hizmet ediyorlar. Demem o ki; dün sevişiyorlardı, ülkemize zarar verdiler, bugün kavga ediyorlar, yine ülkemize onanmaz zararlar vermeye devam ediyorlar. Her ikisi de çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojiye ve geçmişin aklı olan “Yeni Osmanlıcı”hayale sahip!

Bugün ülkemizde; hukuk, adalet, insan hak ve özgürlükleri ile demokrasi adına tüm kazanımlarımız aşındırılmış ve yok edilme aşamasına getirilmiştir. Demokrasinin olmazsa olmazı olan kuvvetler ağırlığı fiilen yok edilmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin kontrol ve denge mekanizmaları patlatılmış ve sistem bir anlamda Ortaçağ’ın yönetim biçimi olan monarşi (tek adam yönetimi) durumuna getirilmiştir. İktidarın, yıllarca görünürde “Milli İrade” fetişizmi yaptığı halde 31 Mart yerel seçimlerinden sonra milli iradeye zerre kadar saygısının olmadığını gördük. Biz bu gelişmeleri ve daha da fazlasını yabancı raporlardan değil,bu ülkede yaşayarak, acı çekerek gördük ve deneyimledik.

KİMMİŞ STRATEJİK MÜTTEFİK?

Türkiye hakkında ABD’deki gelişmeler ise daha korkunç. Geçen hafta (9 Nisan 2019) ABD’de, Marco Rubio ve Bob Menendez adlı iki senatör, Senato ve Temsilciler Meclisi’ne “Doğu Akdeniz Güvenlik ve İş Birliği” adlı bir yasa teklifi verdiler. Aynı gün, Mısır Devlet Başkanı Sisi Beyaz Saray’da, ABD Başkanı Trump’la görüşme yaptı ve sonrasında Mısır’ın Ortadoğu’da ABD’nin stratejik müttefiki olduğunu açıkladı. Bu yasa ile;

1. ABD’nin Doğu Akdeniz’deki stratejisine yeni bir şekil veriliyor,

2. İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Doğu Akdeniz’deki enerji ve güvenlik alanında ortaklığı ve girişimleri destekleniyor,

3. Yunanistan ve GKRY’ye parasal destek veriliyor,

4. GKRY’ye yönelik silah ambargosu kaldırılıyor,

5. Türkiye’nin S-400 hava savunma silahını alması durumunda F-35’lerin Türkiye’ye teslimi durduruluyor.

HERKES TÜRKİYE’YE BASKI VE ŞANTAJ UYGULUYOR!

Yine geçen hafta, ABD Kongresi’nin Silahlı Kuvvetler Komitesi üyeleri JimInhofe ve Jack Reed ile Dış İlişkiler Komitesi’nin kıdemli üyelerinin beraberce kaleme aldıkları ve New York Times’da yayımlanan “Ya ABD Savaş Uçağı Ya da Rus Füze Sistemi. İkisi Birden Değil” başlıklı ortak bildiri ve 10 Nisan 2019’da 15 Senatör tarafından ortak imzayla verilen sözde Ermeni soykırımının tanınması ile ilgili olarak verilen yasa teklifi ise ülkemiz hakkındaki olumsuz gelişmelerden sadece birkaçı.

Geçtiğimiz gün, ABD'nin Türkiye Büyükelçisi olması beklenen David Michael Satterfield, ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu’nun sorularını yanıtlarken; Türk-ABD ilişkilerinin zorlu bir dönemden geçtiğini, Türkiye’nin doğru stratejik kararları vermesi için baskı yapacağını söyledi.

Evet, herkes Türkiye’ye baskı ve şantaj yapıyor. Şantaja gerek kişisel gerekse ülke olarak bir kere izin verirsen, artık arkası kesilmez. ABD, şantaj yaparak papazını aldı! Aynı şeyi Merkel liderliğinde Almanya da yaptı. ABD baskı yaparak, Türkiye’nin Çin’den almaya karar verdiği teknoloji transferini de içeren hava savunma füzelerini iptal ettirdi. Türkiye, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra Rusya tarafına savrulduğu için S-400 füzelerini almaya karar verdi. Halbuki kısa bir dönem önce de Rusya’ya karşı NATO’yu yardıma çağırmıştı. Böyle bir iradeye kimse güvenmez, sadece kullanmayı düşünür.

BOŞUNA GAYRET, ÖLDÜREMEZSİNİZ!

Bunlar başımıza hep iktidarın Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisinden ve onun “yurtta barış, dünyada barış” ilkesinden vazgeçmesinden, hayaller peşinde koşan, gerçekçi ve akılcı olmayan ve tarihimizin binbir çileyle dolu acılı geçmişinden ders almayan dış politika yanlışları yüzünden meydana geldi. Aynı rotada seyrettiğimiz sürece, daha da büyük felaketlere müncer olacağız.

Bugün, Türkiye’nin çağdaş dünyaya satabileceği tek bir ihraç ürünü var. Bu da Atatürk’tür. Yeni Zelanda Başbakanı bile bu konuda ders verdi. Atatürk’ü ve yaptıklarını çıkarırsanız, geriye karanlık Ortaçağ kalır. İktidar bunu beceremese de Atatürk’ü bilerek ve isteyerek öldürmeye kalktı. Ama Atatürk aksine büyüdü, daha da büyüyecek! İktidarın bilmediği ve anlayamadığı şey; fikirlerin baskıyla, yasaklamayla, sahibinin adını kaldırmakla silinemeyeceği ve öldürülemeyeceği idi!

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 31798

ulkucudunya@ulkucudunya.com