Yüzyılın anlaşması mı, yoksa anlaşmazlığı mı?
Mensur Akgün 01 Ocak 1970
7 Mayıs Salı günü İsrail Hayon gazetesinde Donald Trump’ın damadı Jared Kushner, avukatı Jason Greenblatt ve ABD’nin şu anki İsrail Büyükelçisi David Friedman tarafından Filistin sorununu güya çözmek için bir süredir hazırlanan planın ana hatları yayınlandı. Gazeteye yansıyanların planı ne denli temsil ettiğini bilmiyoruz. Greenblatt bir sosyal medya mesajıyla Mısır’ın toprak tavizlerine ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığını ima etti.
Ancak sızdırılan ana hatların Ramazan Bayramı sonrasında açıklanacağı rivayet olunan planın özünü oluşturma olasılığı çok güçlü. Zaten muhtemelen bu yüzden Filistin Dışişleri Bakanı Riyad Malki Perşembe günü Endonezya, Kuveyt ve Güney Afrika’nın davetiyle Güvenlik Konseyi’nde bir konuşma yaparak önerilenin bir teslim antlaşması olduğunu, kendilerine verilmesi öngörülen mali yardım ne kadar yüksek olursa olsun Filistinlilerin bu planı kabul etmeyeceğini söyledi.
Planın tamamını görmemiş olsa bile Filistin tarafının Amerika’nın hazırladığı her şeyden şüphe duyması için yeterli nedeni var. Trump’ın tüm BM Güvenlik Konseyi kararlarına ve bu konudaki müktesebata rağmen büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması kendi başına yeterli. ABD’nin Filistinli mültecilere yaptığı yardımı kestiği, FKÖ’nün Washington bürosunu kapattığı, Batı Şeria’ya verdiği mali desteği azalttığı da unutulmamalı.
Ayrıca belli ki “Yüzyılın Anlaşması” on yıllardır dünyanın ve Amerika’nın resmi politikası olan iki devletli çözümü bambaşka bir şekle büründürüyor, kurulacak Filistin devletini Fransa’ya bağlı Monako durumuna indirgiyor, silahsızlandırılıyor. Kudüs’ün statünü değiştirerek “ortak” adı altında İsrail’in başkenti olmasını sağlıyor, Yahudi yerleşimlerini meşrulaştırıyor, 1967 sınırlarına karşılıklı değiş-tokuşlarla dönülmesini imkansız hale getiriyor.
Plan Filistin’in parçalı halinin sürdürülmesini, Oslo Barış süreci çerçevesinde “Alan C” olarak belirlenmiş bölgelerin yüzde 62’sinin İsrail’e bırakılmasını öngörüyor. Greenblatt yalanlasa da İsrail’den hemen hiçbir taviz istenmezken Mısır’dan taviz, daha doğrusu toprak vermesi, uygun bir fiyata kiralaması bekleniyor. “Barışın” finansmanını petrol üreten Arap ülkelerinin sağlayacağı varsayılıyor. Filistin’e de buna karşılık eğitim özerkliği, havaalanı, otoyol ve mali yardım öneriliyor.
Mültecilerin geri dönüşü diye bir koşul yok. Kudüs’ün Filistin’in başkenti olması “Ortak Başkent” önerisine rağmen konuyu yakından takip eden diplomatlara ve uzmanlara göre mümkün değil. Doğu Kudüs’te ev satın almaların karşılıklı olarak yasaklanması da uygulamada Filistinlilerin haklarının korunmasına yardımcı olacağa benzemiyor. Vatandaşlık sorunlarının çözümü muğlak bırakılmış. Kudüs belediyesinin Filistinlilere de hizmet götüreceği düşünülmüş.
Benim okuduğum tercümesinden planın hukuka ve içtihada pek önem vermediği anlaşılıyor. Kısacası plan sadece İsrail’in çıkarlarını koruyor, sadece İsrail’in beklentilerini karşılıyor. Sorunun tarihçesini çalışan Northeastern Üniversitesi’nden Dov Waxman, bu planın hiç açıklanmaması gerektiği kanaatinde. Waxman planın sorunu çözmeyeceğinden, tam tersine sorun yaratacağından, yeni ve şiddetli çatışmalara yol açacağından endişe ediyor.
Waxman’a göre seçim öncesinde verdiği sözlere istinaden ve koalisyon kuracağı partilerin beklentilerini karşılamak adına Netanyahu’nun Batı Şeria’nın bazı bölümlerini daha ilhak etmek amacıyla pazarlık etme olasılığı çok yüksek. ABD tarafı ise şartlara en uygun planın hazırlandığı iddiasında. Belli ki Kushner planının Muhammed bin Selman ve bölgedeki müttefikleri tarafından destekleneceğine inanıyor, belki şimdiden desteklerini aldı bile.
Filistin Dışişleri Bakanı Malki planın hayata geçirilmemesi, kendilerine bu yönde daha fazla baskı yapılmaması, hatta mümkünse hiç açıklanmaması için AB’den, AB ülkelerinden destek istiyor. Çünkü ABD planının kabul edilmemesi halinde etmeyen tarafa yaptırım uygulayacağını, Filistin’e kendileri dışında ülkelerden yapılan yardımları da durdurmak için baskı yapacağını belirtiyor. Hatta kabul etmeyen kişilere ve gruplara yönelik özel yaptırımlar dahi tasarlanmış.
AB Dış Politika Temsilcisi Federica Mogherini böylesi bir planın iki devletli çözüm fikrine aykırı olabileceğini, sadece bu bölgeyi değil tüm Ortadoğu’yu daha derin bir kaosa sürükleyebileceğini bir kaç hafta önce açıkladı. Fakat ABD’ye dur deyip demeyeceğini, AB’nin bir blok gibi hareket edip etmeyeceğini söylemedi. Muhtemelen de hiç söylemeyecek, söyleyemeyecek. Türkiye ise şimdilik beklemeyi tercih eder gibi görünüyor.
Umarız plan açıklanmaz, basına sızdırılan unsurlar havayı koklama, ortamı anlama amacıyla gerçekleştirilen bir deneme olarak kalır. Ama yine de bizim böylesi bir planın açıklanabileceğine, aramızın pek de iyi olmadığı Arap ülkelerinin plana destek olabileceğine, İran’ın ve başka bazı ülkelerin de karşı koyabileceğine, bölgenin daha da derinden dalgalanabileceğine hazırlıklı olmamızda yarar var. Duygu ve reflekslerimizle değil mantığımızla hareket edebilmemiz için…