ALTUN ÇAĞDA KALMIŞ BİR KOPUZ TELİ: DİLÂVER CEBECİ
Sema Mutlu 01 Ocak 1970
Ulu çınarların düşüne daldığımız bir Nisan akşamında haddim olmayarak Dilâver Cebeci’yi yazmak istedim.
Dilâver Cebeci, biz ‘’yeni neslin’’ kolay kolay idrâk edemeyeceği birisidir bana göre. Şiirlerinde, yazılarında, araştırmalarında kendisindeki farklılığı hissedeceğiniz nâdir büyüklerimizdendir. Dilâver Cebeci iliklerine kadar Türk’tür, İslâm’dır. İslâm’ın ve Türk medeniyetinin şiirlerinde şahlandığını görürsünüz.
Cebeci’nin şiiri; sembolik, sanatlı ve çokça mânâ barındıran bir yapıya sahiptir. Kendisinin de ifâde ettiği üzere onun için sanat, sanat içindir. Şiir hissedilmek için vardır. Zaten Cebeci’nin her şiirinde bu sanatı görürsünüz, hissiyat yoğunluğu hat safhadadır.
İnsan okuduklarına göre okunabilir görüşünü savunan biri olarak diyebilirim ki Dilâver Cebeci’nin okuyucusu da az olmakla birlikte özdür ve Dilâver Cebeci’yi okuyanlar birbirine benzer. Aynı dizelerden benzer yorumları yapmak ve aynı şeyleri hissetmek ancak bu benzerlikle mümkün olabilir.
Dilâver Cebeci, câmiamızın hisli şâiridir, bazı şiirleri vardır ki insan kendini ‘’Acaba nasıl yazmış, ne hissetmiş?’’ diye sormaktan alıkoyamaz. Abdurrahim Karakoç’u, Arif Nihat Asya’yı, Gençosmanoğlu’nu Dilâver Cebeci’de bulabilirsiniz. Belki Cebeci’nin Sitâre’si Karakoç’un Mihriban’ıdır. Yahut Cebeci’nin Tatar Güzeli Gençosmanoğlu’nun Avşar Kızı’dır, Fetih Marşı sinmiştir tüm şiirlerine. Ve Hüve’l-Bâki’de Gençosmanoğlu’nun Malazgirt Marşı’na bir telmih vardır. Cebeci’de Bâki’yi, Fuzuli’yi bulursunuz.
Gümüşhane’nin -Atsız gibi- yiğit evlâdıdır Cebeci. Türkiye’nin yoluna baş koymuştur, Tanrı Dağ’ın çevresini sarmaktadır yüreği. Kahdehar Dağları’nda uçan bir çakır kuşunun gözlerindedir ruhu. ‘’Türk’ün Türk’e küseceği çağ mıdır?’’ derken belki de hem çağa hem de bu bölünmüşlüğe isyan ediyordur. ‘’ Bir ülküye gönül veren/Ölür mü Bozkurt ölür mü?/Oğuz soyu cenkten ırak/Kalır mı Bozkurt kalır mı?’’ dizeleriyle onun hangi arzular içinde olduğunu belki anlayabiliriz. Cebeci, Türk kültürünü, Türk ananesini her dizesinde işlemiştir, ‘’Bir çocuk çağrısına her çileyi çekerim’’ derken bu büyük medeniyetin içinden çıktığını bize hissettirir.
Cebeci, Karacaoğlan’ın, Yunus Emre’nin nefesinden nefeslenmiştir.’’Ben de Yunus’un geçtiği şarlardan geçtim/Horasan göklerinde yıldızlarda söyleştim.’’ der. Onlarla ulu kayaları aşmış, onlarla bir dere başında soluklanmış… Kervansaraylar yıkmış, karşısında ceylanlar tuzaklara düşmüşler. Al atların, yağız atların nal şakırtıları duyulur şiirlerinden, Türkistan’a göç eder içiniz.
Türk şiirinde kendine has söylemleri olan ve bu söylemlerin kendisinden başkasını çağrıştırmadığı kişilerden biridir Cebeci. Nasıl ki ‘’Yolların Sonu’’ derken Atsız’dan başkası, ‘’Mihriban’’ derken Karakoç’tan başkası, ‘’dertli dolap’’ cümlesiyle Yunus’tan başkası akla gelmiyorsa ‘’Yıldız Sarayı, Sitâre, Bakü, Karanfil, Türkiyem’’ derken de Cebeci’den başkası akla gelmez. Türk şiirinde bu nevi şahsına münhasır şairler çok değildir ve Cebeci bu ‘’az’’ın içindedir.
Birçoklarının varlığından haberdar olmadığı ve bir hâyâl olarak görülen Türk dünyasını kucaklar Cebeci. Hâyâl’in hâyâl edilmediği için hâyâl olduğunu düşünüyorum ve bence bu ‘’hâyâl’’den daha gerçek bir şey de yok. ‘’Ötüken niye ıssız/Bu tutsaklık niye?’’ derken Cebeci Ötüken diye bir yer olmadığını herhalde biliyordu… Ve yine birçoklarının düşünmeye korktuğu şeyleri yazdı.
Ve tabi, Türk’ü anlatırken Türk’ün sevdâsını anlatmamak olmaz. Popülarite içinde eriyen tüm kavramlar ve mukaddesler gibi sevgi kavramı da anlamını kaybetti ve içi boşaltıldı. Cebeci’de ‘’Türk nasıl sevdâlanır?’’ sorusunun cevabını da bulursunuz. ‘’Gözlerin cenklerde yaşatır beni/Gerilmiş bir yaydan boşaltır beni’’ derken ya da ‘’Gökten yüce dileğim var/Seni sevdim Turan kadar/Arabistan, Umman, Katar/Ellerin etmez’’ derken bu Türk sevdâlanışını ilmek ilmek dokumuştur. ‘’Dedim güzel koyma darda/Murat budur Türkmen erde/Usum yitti zülüflerde/Saçlarını uzatmadın’’ derken sanki Âşık Hasan’ı akla getirir: “Bahçenizde bülbül öter/Âşık Hasan yanıp tüter/Siyah kâkül gerdan örter/Lebi Kevser bala benzer”.
Bu maviye kavgalı göğün altında Cebeci ile yüreklerimizin hâlâ beraber vurduğuna inanıyorum. Onun Dündar Taşer’e, Karakoç’a, Ruhi Kılıçkıran’a olan vefâsı örnek olsun hepimize ve Dilaver Cebeci’yi hafızalardan çıkarmayalım.
‘’Haydi sil gözlerini apakayım, buradan gidelim…’’