« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 Ağu

2008

Carıhların Üzeyir

Cem SÖKMEN 01 Ocak 1970

Bu hafta biraz Bağdat, biraz Şam ve Halep taraflarına yolculuğa çıkacağız. Bağdat da nereden çıktı demeyin. Biliyorsunuz, bizim elimizde değil. Konuk olduğumuz albüm sayfaları bizi nereye götürüyorsa oraya gidiyoruz.



Carıh’ın —Türkiye’de bilinen ismi ile Üzeyir Garih’in— albümünü aralıyoruz bu hafta. Onun, kamuoyu önüne sıkça çıkmasının ve aralarında International Management Devolopment’ın (Uluslararası Yöneticilik Teşkilatı) da bulunduğu, sayısı senede yüzü bulan konferansa katılabilmesinin (zaman ayırabilmesinin) sırrını da bu satırlarda çözmüş olacağız.



Üzeyir Bey’in dedesi (Garih, dedesinin ismini almıştır), aslen Bağdatlıdır. Üzeyir Efendi’nin ailesi Bağdat’ta Carıhlar olarak tanınmaktadır. (Aslen Carıh —hatta doğru anladıysam Carbcıarııha— olan ailenin soyadı, kanun çıktığı zaman nüfus memurunun kurbanı olacaktır: “Babam nüfus memuruna gitmiş, memur Deniz soyadını vermiş. O eski isimlerini değiştirmeye lüzüm görmemiş, Carıh olsun demiş. Memur da yeni harflere alışmaya çalıştığı için Garih yazmış. Babam da bakmış Garih’in daha ince bir söylenişi var, onu kabul etmiş.) Bağdat’ta inci ticareti yapan dede Üzeyir Efendi’nin Leyla Hanım’la evliliğinden ikisi kız beş çocuğu olur. Eğitime önem verdikleri için çocuklarının hepsine de yüksek tahsil yaptırır. Ailenin üç erkek çocuğundan ikisi doktor, bir tanesi de eczacı olacaktır. Bu konuya daha sonra geleceğim. Garih ailesi, Birinci Dünya Savaşı’ndan on yıl kadar önce, yaklaşık 1904’te, Osmanlı’ya karşı birtakım Arap girişimleri sonucu İstanbul’un yolunu tutacaktır.



Abdülhamid’in doktoru



Kardeşlerden Harun Garih, Saray’ın yani İkinci Abdülhamid’in doktorudur. O zamanlar gayrimüslimler sarayın doktorluğunun yanında askeri doktorluk da yapmaktadırlar. Üzeyir Bey’in diğer amcası Yakub Garih ise, Darülfünun’un (eczacılık bölümü) ilk mezunlarından olarak bu mesleği icra edecektir. Üzeyir Garih’in bir halası yine bir doktor ile evlenecek ve Leonara Benbanaste’nin iki oğlu da doktor olacaktır. Hayatta olan Marco Benbanaste Roma Üniversitesi’nde profesör ve Atatürk Derneği’nin de faal üyelerindendir. Tam bir tabip ailesi olan Carıh ailesinde zinciri Üzeyir Garih’in babası Azra Garih tamamlayacaktır. Azra Garih, Mekteb—i Sultani’den (Galatasaray) mezun olduktan sonra Darülfünun’da okumuş ve Paris Sorboun Üniversitesi’nde eğitimini tamamlamış birisidir. Beyoğlu Tünel’de bir muayenehane açar. Sonrasında Azra Garih, Birinci Dünya Savaşı’nda Erzurum ve Hicaz Cepheleri’nde diş tabibi olarak bulunur. Üzeyir Bey’in anlattığına göre, babası İstiklal Savaşı’nda İstanbul’dan Anadolu’ya birçok insan kaçırmıştır. Bunların arasında Atatürk’le aynı zamanda albay olmuş Behiç Erkin (daha sonra Bayındırlık Bakanı olarak Azra Garih’e vefa borcunu ödeyecektir) de vardır. Garih, bu savaştan uzun yıllar sonra 1940’ta bir kez daha askere çağrılacaktır.



Birinci Dünya Harbi’nden sonra diş tabipliğine devam eden Azra Garih’in hastaları arasında İsmet Paşa’nın annesi de vardır. Bir ara Prof. Dr. Hasan Reşat Sığındım’la (Ender Mermerci’nin babası) aynı muayenehaneyi paylaşan Azra Garih, İstanbul’da bugünün şartlarına göre on—onbeş kişinin çalıştığı bir atölye—fabrika işleterek makara ipliği üreten Nedim ve Sümbül Balıkpazarlı’nın kızları Adile Hanım’la evlenecektir. Bu yıllar ağır savaşlar geçirmiş bir Osmanlı İmparatorluğu’nun ardından kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde herkesin huzur arayışında olduğu yıllardır. İmkansızlıklar had safhadadır. Ama elinde bir mesleği olanların hayatları diğerlerine göre daha bir düzen içerisinde sürüp gitmektedir. Bu şartlar altındaki Türkiye, 1940’lı yılları karşılamaya hazırlanmaktadır. Çiftin, Abdülhak Hamid’in bir romanından etkilenerek adını vereceği Lusien adında bir kızı ve Üzeyir adında bir oğlu olacaktır.



“Zengin değildik ama orta halin üstünde, çok saygın bir aile idik. O günün şartlarına göre annem Alman Mektebi’nden mezun, babam Paris’ten diploma almış. Türkiye’de o zaman çok zenginler de yoktu, kabul etmek lazım. Biz iyi yaşayan bir aile idik. Ne bileyim, daima kolalı bir beyaz örtü üzerinde yemek yerdik, daima hizmet eden bir kadın bulunurdu evde. O zaman Sakız Adası’ndan gelirdi hizmetçiler. Çünkü Anadolu’da ev işi yapacak dirayette ve kabiliyette, yetenekte ve bilgide kadın yoktu. Tabii o zaman Rumlar evlerde bir nevi ev yardımcısı olarak çalışırlardı. Ben onlardan da Rumca (Garih, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca da bilmektedir) öğrendim. Beyoğlu’nda berberimiz Rumdu, Rum nüfusu çok fazla idi.”



Tek gayrimüslim devlet memuru



1929’da doğan küçük Üzeyir bu şartlar altında bir çocukluk sürmektedir. 1936’da Beyoğlu Birinci Karma İlkokulu’nda eğitime başlayan Garih ve ailesini ilkokulu bitirmek üzere olduğu 1940’lı yıllarda gündeme gelecek Varlık Vergisi yüzünden sıkıntılı günler beklemektedir: “Babamın amcalarımla beraber yaptığı bir apartmanımız vardı. Onu satmaya mecbur kaldık.” Bu arada 42 yaşına kadar olan gayrimüslimler 20 kura olarak askere alınır. Garih’in babası da askere alınanlar arasındadır. Ama onun babası yedek subay olarak gidecektir askere: “Babam subay olduğu için ondan etkilenmedi. Onu söyleyebilirim. Behiç Erkin (yukarıda bahsi geçen) bakan olduğu sırada benim babam tek gayrimüslim devlet memuru olarak bütün Devlet Demiryolları’nın diş tabibi oldu, Haydarpaşa’da.” Azra Garih, sabah DDY’nin hastalarıyla ilgilenip, öğleden sonra da özel muayenehanesinde kendi hastalarına bakmaktadır. Garih’in muayenehanesi Almanya’dan kaçan Musevilerin uğrak yeri olur zamanla: “Atatürk, Almanlar’dan kaçan yedi Alman Musevisi’ni getirtmiş ve onlara üniversitede fakülteler kurdurmuştu. Bunlardan bir tanesi olan İstanbul Üniversitesi’nde dişçilik bölümünü kuran doktor Kantaroviç’ti. Kantaroviç, bizim evimize gelip giderdi.”



Türk Schlindler’i



Almanya’dan kaçan Museviler’e Türkiye o zaman kucağını açmıştır: “Türkiye bunlara göz yumuyordu. Museviler burada bir—iki gün kalıp sonra o günkü ismi Filistin olan yere geçiyorlardı veya Amerika’ya falan gidiyorlardı.” Türk devletinin göz yummalarını bireysel yardımlar da izler. Spilberg’ün, bol ödüllü filmlerinden biri olan ve Almanya’da bir fabrikatörün (Oskar Schlindler), fabrikasında çalışan Yahudileri kurtarmasını konu edinen Schlindler’in Listesi filmindeki gibi, İkinci Dünya Savaşı sırasında Paris Büyükelçisi olan Türk Schlindler’i Behiç Erkin, bir jenerasyon evvel Osmanlı’dan Fransa’ya göç etmiş Musevilere Türk pasaportu vererek onların hayatlarını kurtarıp tarihi bir olaya imza atacaktır. Neyse, Varlık Vergisi ile beş—altı akrabasını Aşkale’ye gönderen Garih ailesi daha sonra muayenehanesini kaybeder. Bu ve benzeri olaylardan sonra Türkiye’de 80 bin olan Musevi sayısı da 20 bine düşer. Bundan sonrası Türkiye ve Museviler için de yeni bir dönemdir.



Erbakan’ın telkini



Üzeyir Garih, Saint Joseph’te bir süre (iki sömestr sonunda parasını ödeyemediği için ayrılır) okuduktan sonra Beyoğlu Lisesi’nden mezun olur 1946’da. Maddi sıkıntılar yüzünden çalışmak zorunda kalır. Yaz aylarında traş sabunu üreten bir fabrikada çalışır. Ardından Bab—ı Ali’de bir süre geçirir. Nehar Tüblek ve karikatürist Ramiz’le çalışır. Akbaba, Afacan, Çocuk Sesi, Yavru Türk gibi dergilerde çizerlik yapar. Bir filmin zamanlaması (sahnelerin sıralamasının ayarlanması) işini yapar. Ama 2.5 liralık alacağını vermezler. Ama ailecek tabip oldukları için babası onun da diş doktoru olmasını istemektedir. İlk okuldan beri çok çalışkan bir öğrencilik geçiren, 1951’de yapacağı yedek subay askerliği bile derece ile bitiren Garih, İTÜ Makine Bölümü’ne girer ve okulu kendisinden beklendiği gibi bitirir. Okul birincisi Hasan Fehmi Yazıcı’nın ardından ikinci olmuştur. Mehmet Turgut, Abdülkerim Doğru, Cahit Dalokay, Mükerrem Taşçıoğlu, Cahit Aral ve Korkut Özal gibi ilerleyen yılların birçok bakan ve milletvekili ile sınıf arkadaşlığı eder. İTÜ onun hayatının dönüm noktasıdır. Okulu bitirince üniversitede asistan olan Necmettin Erbakan’ın da telkini ile hocası onu asistan olarak üniversitede tutmak ister. Bir süre asistanlık yapar. Babası vefat ettiği için aldığı para (190 lira) yetmeyeceğinden daha paralı işler peşinde koşmaya başlar. O koşuşturma, onu bugün bildiğimiz Üzeyir Garih olarak karşımıza çıkaran bir koşuşturma olacaktır. Üniversiteden ayrılınca 325 liraya Carrier’de çalışmaya başlar. Askerden sonra Buldanlıoğulları’nın Beşiktaş’ta Pastörize Süt Fabrikası’nı kurmak için oraya transfer olur. Tekrar eski iş yerine çağrıldığında 750 lira maaş alacaktır.



Ve 1954...



İshak Alaton ısıtma—soğutma dalında çalıştıktan sonra İsveç’ten dönmüş arkadaşı ile birlikte bir iş kurma hazırlığındadır. Garih yolda yürürken sınıf arkadaşı Elio Ventura tarafından İshak Alaton’la tanıştırılır. Diğer ortağı son anda çekilince Alaton, yeni bir ortak arar ve aklına yeni tanıştığı Üzeyir Garih gelir. Karar verilir, Karaköy’deki Vefai Han’da küçük bir odada iki kişilik bir şirket olarak eşit ortaklıkta işe başlarlar. Alarko ilk olarak Sümerbank’ın neredeyse bütün fabrikalarının soğutma işini alır. Ardından, Menderes’in ‘özel ilgisi sonucu’ Merkez Bankası Banknot Matbaası klima santralini 2.5 ayda teslim ederler. Alarko asıl sıçramayı, ihtilale giden yıllarda dış ödemelerde oluşan sıkıntı sebebiyle döviz bulunamayınca yerli üretimin teşvik edilmesi ile yapacaktır: “Bizim önümüzü açan o sıkıntılı dönem oldu.” 1961’de Alarko birinci fabrikasını kurar, ikincisinin kurulması 1977’de gerçekleşecektir. Alarko hızla büyümeye başlamıştır. 1971’de taahhüt işlerine girerler. 1960’ların başında anonim şirket olan Alarko, 1974’te holding olur. Alarko, daha 1960’lı yılların ortalarında, bir Amerikan danışmanlık şirketinin kontrolünde uygulanan organizasyon metodu sayesinde bu alanda Türkiye’nin ‘ilk’lerinden olacaktır: “Hedef nedir, nasıl ölçülür? Organizyon, iş yönetimi nedir? Bunları bize aktardılar.” Bugün Alarko Türkiye’nin en organize kuruluşlarının başında gelmektedir. Alarko’nun, geçen sürede gelişme çizgisi hiç aşağıya inmez. 1975’te Alarko’yu satın almak isteyen bir banka, nakit sıkıntısına düştüğünü iddia ederek holdingi sarsmaya çalışır ama etkili olamaz. Bugün gelinen noktada ise Alarko, arazi geliştirme ve inşaattan enerjiye, turizmden balık çiftliklerine ve Parliament Cinemaları ile de sinema sektörüne 3 bin 500’ü bordrolu yedi bin kişinin çalıştığı dev bir ekonomik kuruluş olmuştur.



1956’da, babası Antepli, annesi Halepli olan, Mersin’de doğduktan sonra 1948’de Lübnan’a giden, sonra ‘kısmeti’ olduğu için 1955’te dönüş yapan Şaşo ailesinden Lev Hanım’la evlenen Üzeyir Garih’in iki çocuğu olur: Dalya ve İzzet. (İzzet Bey önceki yıl Çin’de yapılan Dünya Genç Girişimciler Yarışması’nda birinci olmuştu.)



‘Masonluğu niye inkâr edeyim ki..’



Birçok işadamı ‘zaman bulamamaktan şikayet ederken’ Üzeyir Bey’i kamuouyunda sıkça görebilmemiz onun ‘zamanının bol’ olduğundan değildir. Üzeyir Garih, Alarko’daki görevlerini de organize etmiştir: “Benim görevim, danışılma, yönlendirme, denetleme, önemli kararları alma, bana alt kademeler tarafından verilen görevleri yapma ve halkla ilişkileri yürütmektir.” Bunun için onun meslektaşlarından daha fazla zamanı olur, daha sık karşımıza çıkma imkanı bulur. Garih, bunların yanında kurulduktan bir yıl sonra (1972) girdiği TÜSİAD’la birlikte akla gelebilecek tüm dernek ve kuruluşlara da üyedir. İKV, DEİK, İSO Meclisi, İTÜ Vakfı’nı saymazsak Propeller Club, World Business Council üyesi, TOKİAD’ın başkanıdır o. Garih, Rotaryen, Lions ve Mason’dur da: “Mason Derneği’nin üyesiyim. Evet, onu inkâr etmemin hiç anlamı yok.”

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 6416

ulkucudunya@ulkucudunya.com