KANİJE MÜDAFAASI
Mücahid Bulut 01 Ocak 1970
Tarihimiz şanlı zaferler, fetihler ve müdafaalarla dolu. Bu muzafferiyetlerin neredeyse tamamı düşman kuvvetleri bizden katbekat üstünken kazanıldı.
Malazgirt’te Alparslan neredeyse iki katı büyüklüğündeki Bizans ordularını mağlûp etti.
Hacı İlbey’in kumandasındaki Osmanlı orduları, Sırp Sındığı Muharebesi’nde; Sırp, Bulgar, Eflâk ve Macar krallıklarından oluşan yaklaşık beş katları büyüklüğündeki ittifakı dağıttı.
Barbaros Hayreddin Paşa ve leventleri, Preveze Deniz Muharebesi’nde; o güne kadar su üstünde toplanmış en büyük ordu olan, Haçlı donanmasını Adriyatik Denizi’nin dibine gönderdi.
Çanakkale’de; «eski dünya, yeni dünya bütün akvâm-ı beşer» birleşti, yine de îman zırhıyla kaplı serhaddimizi geçemedi!..
İşte bu zaferler arasında bir tanesi daha var ki, muharebe meydanında asker ve mühimmat sayısı gibi zâhirî üstünlüklerin zekâ ve mâneviyat karşısındaki acziyetini ispatlıyor:
Kanije Müdafaası.
TİRYAKİ HASAN PAŞA
Hasan Paşa 1530 senesinde doğdu. II. Selim zamanında Enderun’da eğitim gördü. III. Murad’ın şehzadeliği sırasında Manisa’da onun hizmetinde bulundu. III. Murad sultan olunca onunla birlikte İstanbul’a gitti ve bir süre sarayda kaldı.
İdarî ve askerî fazîletleri fark edilince önce Bosna serhaddine; sonrasında İzvornik, Klis’e sancakbeyi olarak gönderildi. Ardından Zigetvar’a tayin edilen Hasan Paşa; burada yirmi seneden fazla vazifesini îfâ ederek, büyük bir güç ve itibar kazandı. Kahveye olan aşırı düşkünlüğü sebebiyle de Tiryaki Hasan Paşa diye nam salmıştır.
1593 senesinde Osmanlı-Habsburg savaşları şiddetlenince Beylerbeyliği unvanı verilerek Belgrad’ın muhafazasıyla vazifelendirildi. Serdâr-ı ekrem olarak bölgeye gelen Damat İbrahim Paşa döneminde, siyasî gelişmelerde daha fazla müdâhil oldu. Paşa’nın Estergon yerine Basocsa Kalesi ve Kanije’nin zaptıyla, Budin yolunu güvenceye almanın mümkün olacağı fikri kabul edilerek Basocsa Kalesi ve Kanije Kalesi zorlu bir kuşatmanın ardından vire ile zapt edildi.
KANİJE ve MUHASARA
Balatin Gölü’nden çıkıp, Drava Nehri’ne karışan Berk suyunun üç taraftan çevrelediği bataklık bir yer üzerinde kurulan Kanije, Osmanlı-Avusturya sınırında çok ehemmiyetli stratejik bir üs durumundaydı. Aslında ilk defa Kanunî Sultan Süleyman döneminde fethedilmişti. Düşmandan tekrar zapt edilen kale tahkim edildi. Kale muhafızı olarak ise Tiryaki Hasan Paşa, 8-9 bin kadar asker ve 100 parça ufak topla burada bırakıldı. Osmanlı ordusu kışı geçirmek üzere Belgrad’a döndü. Sadrazam İbrahim Paşa yolculuktan kısa bir süre sonra Belgrat’ta vefat etti.
Sadrazam İbrahim Paşa’nın vefatını fırsat bilen Macaristan’da bulunan iki düşman ordusu, harekete geçerek ilki İstolni Kalesi’ni, ikincisi Avusturya Arşidük’ü II. Ferdinand kumandasında olarak Kanije’yi muhasara altına aldı. II. Ferdinand’ın ordusu; aldığı desteklerle beraber, 90 ilâ 100 bin arasında bir sayıya ulaşmıştır.
MÜDAFAA ve HARP HİLEDİR
O vakitler yetmiş yaşının üstünde olan Tiryaki Hasan Paşa, cesaret ve şecaat sahibi, oldukça akıllı bir kumandandı. On misli adamla uğradığı muhasara karşısında; bölgeye intikal eden yeni Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa’dan yardım istemiş, lâkin Sadrazam, İstolni Kalesi’nin de zapt edilmesi sebebiyle önce oraya gidileceğini bildirmişti.
Tiryaki Hasan Paşa umutsuzluğa kapılmadı. Moğol orduları karşısında;
“Benim vazifem hizmet-i îmâniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakk’ın takdiridir.” diyerek mücadele eden Celâleddin Harzemşah gibi, azim ve tevekkülle mücadeleye koyuldu.
İlk önce askerlerinin moral bulması için, Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa ordusunun yardıma gelmekte olduğuna dair sahte bir mektup yazarak merasimle askere okuttu:
“Gazilerimin hepsinin fedâkârca, kahramanca müdafaaya gayret göstereceklerini biliyorum. Çok yakında biz de oraya gelir ve ol gaileyi hep beraber ortadan kaldırırız.”
Hasan Paşa, düşmanın ilk saldırılarında askerlerine sadece tüfek kullanmalarını emretmişti. Böylece düşman kalede top yok sandı. II. Ferdinand’ın ordusu kalede top olmamasının rahatlığıyla büyük taarruza geçince top atışına geçilerek 18.000’e yakın haçlı telef edildi. Ağır kayıplardan sonra düşman kuvvetleri geri çekilip sadece top atışları yaparak Hasan Paşa’nın mühimmat ve erzakının bitmesini beklemeye başladılar. Gerçekten de kalede erzak ve mühimmat azalmıştı ama Hasan Paşa’nın zekâsı haçlı toplarından daha güçlüydü.
Muhasara başlayalı bir aydan fazla olmuştu ki, Hasan Paşa’nın emriyle; kalede daha aylarca yetecek erzak ve mühimmat olduğu hatalı bilgisi verilen birkaç esirin kaçmasına göz yumuldu. Haberlerin düşman cephesine ulaşmasıyla ordusu umutsuzluğa kapılan II. Ferdinand, Hasan Paşa’yı öldürene yüklü ödüller va‘detti.
Belgrad’ın düşmesiyle oradaki haçlı güçleri de II. Ferdinand’a yardıma geldi. Sayıları yeniden 80 binlere ulaşan düşman karşısında Hasan Paşa’nın sadece 4 bin askeri kalmıştı. Hasan Paşa tekrardan Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa’dan yardım istedi. Zigetvar’a kadar gelen Sadrazam burada yeniçerilerin patırtı çıkarması üzerine; Kanije’yi önce Allâh’a sonra Tiryaki Hasan Paşa’ya emânet ettiğini bildiren bir cevap verdi.
Sadrazam’ın, Zigetvar’a kadar gelmesinin düşmanı ürküttüğünü anlayan Tiryaki Hasan Paşa, muhasaranın 73. gecesi kalede kalan askerlerini alarak düşmana karşı hücum gerçekleştirdi. Bu hamleyi beklemeyen ve Sadrazam’ın yardıma geldiğini sanan 80 bin haçlı birliği büyük kayıplarla; 47 büyük top, 14.000 tüfek, 60.000 çadır, 15.000 kazma-kürek, binlerce erzak ve II. Ferdinand’ın altın tahtını ve otağını geride bırakarak kaçtı.
Hasan Paşa bu zaferden sonra büyük bir tevâzu ile;
“Bu nusrat-ı mücerred Hak Teâlâ’nın inâyeti ve Hazret-i Rasûl-i Ekrem’in mûcizât-ı eseridir.” der. Kısa zamanda zafer haberi imparatorluğun dört bir yanına yayıldı.
Sultan tarafından Hasan Paşa’ya vezâret hasları tahsis edildi; üç kıymetli hil‘at, kılıç ve üç at gönderildi. Ayrıca;
“Sen ki Kanije Beylerbeyi ihtiyar kulum ve müdebbir vezirim Hasan Paşa’sın. Berhudâr olasun. Mânevî oğullarımın yüzleri ak ola!” hatt-ı hümâyunuyla gerek paşa gerekse bütün gaziler kutlandı. Tiryaki Hasan Paşa ve adamlarının gösterdiği cesaret ve inanca dayalı müdafaa başarısı bölgede her zaman canlı tutulmuş, serhat askeri için en önemli moral kaynağı olmuştur.
İnsan ömrünü dâvâsına vakfedip azim-kararlılık ve sabırla mücadele edince Allâh’ın inâyetiyle olmayacaklar işler kolaylaşır. Düşman korkudan tahtını dahî bırakıp kaçmış. Bizim mâzîmiz işte böyle misallerle, muzaffer kumandanlarla dolu. Ömrünü bir dâvâya vakfetmiş insanın düşmanları üzerinde bıraktığı korkuyu anlamak için bir misal daha verelim:
Aradan iki asır geçmiş, Avrupa’da güç dengeleri küffar lehine değişmiştir. Balkanlardaki sınırların yeniden çizilmesi söz konusudur;
1815 Viyana Kongresi’nde Rusya’yı temsil eden Dibiyeviç, Eflâk ve Boğdan diye yâd ettiğimiz bugünkü Romanya’nın Osmanlı yönetiminden tamamen ayrılıp Rus ve Avusturya nüfuz bölgesine girmesi gerektiğini iddia ederek ancak bir Rus’a yakışacak patavatsızlıkla şunları söyler:
“Osmanlı’nın hayatı tamamen kaybolmuştur. Bugünkü mânâda bir devlet kuramayacakları âşikârdır; komşuları ve yönettikleri kitleler için en büyük felâket hâline geldiklerinin ciddî delili kendi padişahlarına yaptıkları muamelelerdir. Dünyanın huzuru için Türk meselesinin hâlledilmesi şarttır. Hudutlarımızın yanı başında kokmaya başlayan bu cesedi bırakamayız.”
Dibiyeviç’in konuşmasını mânidar bir şekilde dinleyen kongrenin en önemli aktörü Fransız Taleyran ânî bir hareketle başını kaldırır ve gözlerini kapıya diker. Bu hareketi salondaki herkesin dikkatini çeker; önce gülümser, sonra Dibiyeviç’e hitap ettiğini belli ederek;
“Hiç efendiler! Türklerden kokmaya başlayan bir ölü olarak söz edilmesi üzerine birden Muhteşem Süleyman’ı düşündüm ve bana kapıdan girecekmiş gibi geldi.” der.
Zulmün muhasarası altında olduğumuz şu günlerde en büyük ihtiyacımız; Hasan Paşa cesaret ve secaatinde müdafiler, yetmiş küsur yaşında «î‘lâ-yı kelimetullah» yolunda Zigetvar’a cihâda giden Sultan Süleyman takvâsına bürünmüş mücâhidlerdir. Umutsuzluğa kapılmamak lâzım. Allâh’ın inâyetiyle zafer yine inananların olacaktır. Mehmed Âkif’in dediği gibi;
Mâdâm ki Hakk’ın bize vâdettiği haktır;
Şarkın ezelî fecri yakındır, doğacaktır!..