« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

20 Ağu

2008

Malazgirt Savaşı / Çetin Sungur

01 Ocak 1970

Anadolu, daha devletlerini kurmadan Oğuzlar'ın dikkatini çekmişti. Horasan'daki Selçuklu ailesi istikbal için bir toplantı yaparak şu karara vardılar: "Çağrı Bey Rum (Anadolu) gazâsına gidecek ve keşif seferi yapacaktı. Nitekim Çağrı Bey 3.000 kişi ile 1018 yılında Anadolu'ya girmiş, üç yıl boyunca Doğu Anadolu'da faaliyette bulunmuştur. Sefer dönüşünde ise Buhara'da Tuğrul Beyle görüşmüş ve müstakbel fetih sahasını işaret etmiştir. Daha sonra Büyük Selçuklu devleti kurulunca yüzbinlerce Oğuz, Anadolu sınırlarına doğru göç edecektir. Uzaklardaki yurtlarından, bir daha dönmemek üzere gelerek, Selçuklu hizmetine giren ve bu devletin şuurlu idaresi altında Bizans sınırlarına yığılan, cengâverlik hisleri İslâmiyet'in gazâ ve cihad umdeleri ile iyice gelişmiş Türkmen kütlelerinin, kendi yaşayışlarına, son derece elverişli hayat şartlarını haiz Anadolu'da yer edinmeyi istemeleri kadar tabii birşey olamazdı. Bilahare Tuğrul Bey bu ülkeye uzanan yolların kilit noktalarını zorlamıştır. Alparslan'ın tahta çıkması ile garb fütuhatı daha esaslı bir şekilde ele alındı. Zira Anadolu Sultan'ın fütuhat sahası içinde yer alıyordu. İlk olarak Tiflis, Ani, Kars gibi sevkülceyş noktaları ele geçirildidi; böylece orta ve kuzey Anadolu'ya akınlar kolaylaşmış oluyordu. İlk bakışta intizamsız gibi görünen bu akınlar aslında belli bir programa göre yapılıyordu. Sultandan emir alan birliklerin hücum noktaları ile hedef olarak seçilen şehir, kasaba ve uğrak mahalleri bir plân dahilinde tesbit edilmiş idi. Ani ve şiddetli akınların gayesi Anadolu'yu zabtedip yerleşmekten ziyade, mukavemet edecek büyük şehirleri müstahkem kale ve mevzileri susturarak, ilerde yapılacak esaslı fütuhat ve yerleşme siyâsetine zemin hazırlamaktı. Küçük çapta, fakat fasılasız olarak yıllarca süren bu hazırlık devresinde Bizans'ın hemen hemen bütün stratejik merkezleri tahrip edilmiş ve umumi mânâda Bizans'ın "Anadolu'yu savunma gücü" âdeta yok olup gitmiştir.

Böylece 1071'li yılların başında Selçuklu kütleleri ile Bizans karşı karşıya geliyordu. Ya Bizans bütün doğu sınırları boyunca yükselen ve serpintilerini kendi içinde hissettiği bu istilâ çığını eritip mahvedecek, yahut Anadolu üzerine gelen kuvvet Bizans'ı tamamen ezecekti. Malazgirt sahrası ise tarihin bu kat'i mücadelesine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyordu.

Anadolu'nun yıpratılması siyasetini, tahammülü aşan bir sabır ile takip eden Alparslan hergün biraz daha hedefine yaklaşmakta idi. Şüphesiz hâdiselerin zorlaması ile Romanos Diogenes İslâm meselesini kökünden halletmeye karar verdi . Ve pek kalabalık bir ordunun başında müslümanları Anadolu'dan sürmek ve ardından İslâm ülkelerini de istilâ etmek gâyesi ile yola koyuldu.

O sıralarda Alparslan Suriye seferine çıkmış bulunuyordu. Şam'a yürüdüğü sırada imparatorları idaresindeki Bizans ordusunun Doğu Anadolu'ya ilerlediğini haber alır almaz derhal geri döndü; çünkü o zamana kadar Bizans ile karşılaşmak ihtiyacını duymayan ve daha ziyade Anadolu'nun fütuhat bakımından olgunlaşmasını bekleyen Sultan. artık imparatorun çıkarabileceği son ve en kalabalık kuvvet ile hesaplaşmak zaruretine kani olmuştu. Süratle Doğu'ya tırmanan Alparslan yürüyüşünü hızlandırmış, bu cebri yürüyüş esnasında at ve develerden çoğu ölmüş, bilhassa Fırat'ı geçerken ağırlıklardan bir kısmı harap olmuş idi. Asker sayısı ise Anadolu'da gaza yapan Türkmen birliklerinin ve gönüllülerinin katılmasıyla ancak elli bine çıkmıştı.

Alparslan, Sübhan dağının eteklerini takib ederek doğuya Malazgird'e doğru ilerliyordu. Düşmanın durumunu öğrenmek için Diyojen'e, Sav-Tekin'i göndererek sulh teklifinde bulunduysa da bu teklif imparator tarafından kabaca reddedildi. Alparslan'ın nerede teslim olacağını soruyor, kendisinin Selçuk başkenti İsfehan'da kışlayacağını söylüyordu. Buna dayanamayan Sav-Tekin ise: "Hayvanlarınız orada kışlar; ama sizin nerede kışlayacağınızı bilemem" tarzında çok mânâlı ve ciddi bir cevap verdi. Artık savaş kaçınılmazdı.

Bütün İslâm dünyasının dikkatleri Malazgird'le çevrilmişti. Zira bu geniş coğrafyayı Selçuklular savunuyordu. Abbasi Halifesi bu kader günü için bütün camilerde okunmak üzere şu hususi hutbe ve duâyı gönderdi: "Allahım!.. İslâmın sancaklarını yükseltmek için hayatlarını esirgemeyen mücahidlerini yalnız bırakma. Alparslan'ı muzaffer kıl".

Başta hilafet merkezi Bağdat olmak üzere, bütün İslâm aleminde derin bir inançla yapılan bu duâ ordu üzerinde moral bakımından oldukça müsbet tesirde bulundu.

26 Ağustos 1071 Cuma günü bir ölüm-kalım savaşı için iki ordu karşı karşıya geldi. Bizans'ın tarihi boyunca çıkardığı 200.000 kişiden oluşan bu büyük ordu, Rus (Slav) Ermeni, Bulgar. Alman, Frank, Gürcü, Peçenek ve Uzlar'dan müteşekkildi. Lâkin bu ordu din, milliyet ve mefkure gibi ulvi kıymetler bakımından çok âhenksiz daha doğrusu zayıftı. Buna mukabil Selçuklu ordusu sayıca daha az fakat mânen çok yüksek bir seviyede idi. Başlarında büyük' zaferler kazanmış genç ve kudretli bir sultan İle seçkin kumandanlara sahip idiler. Müşterek gazâ fikri ve Anadolu'yu fethetme ideali onları birleştiren unsurlardı. Sultanlarından, en küçük neferlerine kadar temsil ettikleri dava, ideal ve dünya için ölümü bir şeref biliyorlardı.

Malazgirt ovasında kılınan Cuma namazından sonra Alparslan askerlerini topladı, atından inerek secdeye kapandı: "Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, âzâmetin karşısında yüzümü yere sürüyor, uğrunda cihâd ediyorum. Ey Allahım! Niyetim halistir; bana yardım et" diye duada bulundu.

Bunu müteakip orduya inanç ve azminin yüceliğini gösteren şu hitabede bulundu: "Burada Allah'tan başka Sultan yoktur. Emir ve kader onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte savaşmakta veya benden ayrılmakta serbestsiniz" dedi. Zimamdarlarının bu kararlılığını gören askerler bir ağızdan: "Asla emrinden ayrılmayacağız" cevabını verdiler.

Sultan beyaz elbiselerini giydi; atının kolanlarını sıktı, kuyruğunu bağladı, kılıç ve topuzunu alıp atına bindi.

İslâm'ın büyük gazisi şu son vasiyet-hitabede bulundu: "Ey Askerler!... Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. Ben nefsimi Allah'a adadım. Benim için şehadet de, muzaffer olmak da bir saadettir. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir".

Bu maddi-mânevi hazırlığı takiben muharebe başladı. İslâm askerleri Allah ve tekbir sesleri, kös ve boru gürültüleri ile harekete geçtiler. Selçuklular bu çarpışmada eski askeri taktiklerini tatbik ederek önce sahte bir ric'at hareketi ile düşmanı içerlere doğru çektiler. Zafer sevinci ile Türk birliklerinin arasına giren Bizans kuvvetleri pusuda bulunan Türk kıtalarının ani taaruzları ile kuşatıldı.

Bu şaşkınlık içinde Bizans ordusunda bozgun başladı. İmparatorun karargâhına doğru çekilmesi tam bir dağılışa sebep oldu. Muharebenin sonucu akşam üzeri belli olmuştu. Orta doğunun yenilmez bir kuvveti sayılan 1.000 yıllık Bizans imparatorluk ordusu yok edilmiş, imparator ve kumandanlar esir alınmıştı. Bu İnanç ordusunun zaferi Allah'ın onlara verdiği bir lütuf oldu.

Alparslan esir imparatora çok iyi muamelede bulundu. Derhal esir misafire bir çadır kurdurdu ve şerefli bir misafir gibi yanına oturtup, teselli etti. Bu da onun destani kahramanlığını ve yüce insani hasletlerini gösteriyordu. Daha sonra Türk Sultanı onunla bir sulh anlaşması yapmış ve serbest bırakmıştı.



Alparslan'ı en büyük İslâm gâzi ve fâtihi pâyesine yükselten Malazgirt muharebesinin ehemmiyeti ölçüsüzdür. Anadolu bize onun hediyesidir. Daha sonra cihan devletini dünya muvazenesinde ön plana çıkartacak olan bu fetih Malazgirt zaferini başka hiçbir muvaffakiyet ile kıyaslanamayacak nisbette çok müstesna ve mühim bir mevkiye oturtmaktadır.

Alparslan'dan sonra yüzyıllarca insanlığa ışık saçacak, medeniyet ve ümranlara dâyelik

yapacak, islâm'ın yüce hakikat ve ideallerini dünyanın dört bir bucağına soluk soluğa taşıyacak erleri yetiştiren kutlu belde Anadolu, tekrar aynı misyonu üslenmek için beklemektedir... Anadolu yeniden fetih beklemektedir. Bu da ancak Alparslan ve askerlerinin aksiyonuna sahip ve fetih ruhunu taşıyan, gönlünü yüce ideallerle donatmış hakikat erleri eliyle olacaktır.

O bizi daha fazla bekletmesin!...



Kaynaklar:

1) Köymen, Prof. Dr. M. Altay, Selçuklu Devri Türk Tarihi T.T.K. Ank. 1962 s. 32.

2) Turan, Prof. Dr. Osman, Selçuklular Tariki ve T, İslâm Medeniyeti, Ank. 1965 s, 48.

3) Kafesoğlu, ibrahim, Malazgirt Meydan Muharebesi, İstanbul. 1956, s. 4.

4) Kafesoğlu, İbrahim, Türk Fütuhat Felsefesi, İst. 19 71 s. 14.

5) Claude, Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler, İst. 1984 s. 85.

6) Yınanç. Prof. M. Halil, Anadolu'nun Fethi, İst. 1934 s.32.

7) Sevim, Prof. Dr. Ali, Malazgirt Meydan Savaşı, Ank. 1971, s.28 vd.

8) Kafesoğlu, İbrahim, Malazgirt Meydan Muh. 5.7.

9) Duânın Tam metni için bk. Seuim, Ali, Malazgirt Meydan Savaşı s. 71 vd.

10) Turan, Prof. Dr. Osman, T. Cihan Hakimiyeti Mefkuresi c.l. İst. 1980 s. 127 vd.

11) a.g.e., s. 282.

12) Sümer, Prof. Dr. Faruk. İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı, Ank. 1988 s. 51.

13) Turan, Prof. Dr. Osman, Türkler Anadolu'da İst. 1973 s. 10.

14) Dirimtekim, Feridun, Selçukluların Anadolu'ya Yerleşmesi Ankara, 1971 s. 248.

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 24331

ulkucudunya@ulkucudunya.com