Ülkücü Hareketin Abdurrahim Karakoç’u
Osman Çakır 01 Ocak 1970
1970 yılının Kasım ayı başında haftalık yayımlanmakta olan Devlet gazetesinin ilan ve abone işlerinde çalışmaya başladım (84.sayı-10 Kasım 1970).
Gazete, Meşrutiyet Caddesi ile Bayındır sokağın kesiştiği köşe, Bayındır sokak 58/2 de hazırlanmakta idi. Gazete bürosu “KÜBİTEM” (Kültür Bilim Teknik ve Eğitim Merkezi) adı altında bir derneğin adına kiralanmıştı. Bu büro; Dündar Taşer, Galip Erdem, Sadi Somuncuoğlu, İskender Öksüz, İbrahim Metin, Mehmet Nedim Budak gibi isimlerin sürekli bulunduğu, üniversite de bulunan hocaların, bürokratların (ağırlık DPT) ve Ülkü Ocakları başkanları ile gençlik müşaviri diye adlandırılan ve Alparslan Türkeş ile ülkücü kuruluşların irtibatını sağlayan ağabeylerin de uğrak yeri idi.
Devlet gazetesinde çalışmaya başladığımın haftasında, gazetede yayımlanmak üzere Cezmi Bayram bir şiiri M. Nedim Budak’a verdi. (Cezmi Bayram, o sıralar Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde ünlü matematikçi Pof. Dr. Cengiz Uluçay’ın asistanı idi ve gazetede Cezmi Kırımlıoğlu müstear adıyla yazılar yazmaktaydı.) Abdurrahim Karakoç’a ait bu şiir “Düğün Davetiyesi” başlığı ile 86. Sayıda (23 Kasım 1970 ) yayımlandı. Gazetenin bayilerde olduğu gün, Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi Dursun Önkuzu’nun işkenceler sonucu şehit edildiği güne rastlamakta idi.
Abdurrahim Karakoç’un 5 hafta sonra yani 91. Sayıdan itibaren “POLİGON” klişesi altında şiirleri yayımlanmaya başlandı. İkinci şiirinin başlığı “Yaradan’a Dilekçe” idi ( 28 Aralık 1970).
Bu sayıdan itibaren her hafta posta kutusuna muntazam olarak şiirler gelmeye başladı. Daktilo ile yazılmış ve imzalı olarak gelen şiirlerin zarfında, gönderen “Abdurrahim Karakoç- Celâ-Elbistan Maraş” adresi vardı. Elbistan’ın Celâ kasabasında belediyede memur olarak çalışan Abdurrahim Karakoç; şair bir aileden gelmekte idi. Babası da şair olan Abdurrahim Karakoç’un ağabeyi Bahattin Karakoç ise edebiyat dünyasında daha çok tanınmakta idi. Bizim kuşak dediğimiz 68 kuşağı kendisini tanımamakla birlikte bizden evvelki 58 kuşağı dediğimiz ağabeylerimiz kendisini gıyaben iyi tanımakta idiler.
O haftadan itibaren kendisi ile adeta sözlü bir anlaşma yapılmıştı. Şiirler her hafta postadan (o zaman PTT’nin posta kutuları var idi ) muntazam olarak gelmeye başlamıştı. 1971 yılının ilk ayları içinde idi. Cezmi ağabey ( Bayram) elinde kitap paketleri ile KÜBİTEM’e geldi ve “Osman ağabey (Osman Yüksel Serdengeçti) kitapçı dükkânını boşaltıyor. Bunlar da Abdurrahim Karakoç’un şiir kitapları sana emanet ediyorum. Satıp parasını Osman ağabeye (Yüksel Serdengeçti)vereceğiz” dedi.
O zamanlar büronun bir odasında binlerce miktarda basılmış “Karagömlekliler İhtilali” diye (Belki bir başka yazıda bahsederiz) bir kitap vardı. Ayrıca Kurt Karaca imzasıyla basılmış olan “Milliyetçi Türkiye” kitabının da birinci baskısı yapılmış, bir anda tükenen kitabın ikinci baskısı hazırlanıyordu. “Milliyetçi Türkiye” kitabının 2. Baskısı yapıldı ve gazetede ilanlarını yayımlamaya başladık. “Çınar Yayınları” ndan çıkan bu kitap adeta kapışılıyordu. Çınar Yayınları adını Bayındır Sokakta bulunan büronun apartmanından almakta idi ve daha sonra kurulacak olan Töre-Devlet Yayınevi’nin de zemininioluşturmaktaydı.
A. Karakoç’un şiir kitabı Serdengeçti yayınları arasından çıkmış olan “Hasan’a Mektuplar ve Haberler Bülteni ” adıyla basılmış küçük ebatta üçüncü hamur karton kapaklı bir şiir kitabı idi. Ama içindeki şiirler çok kaliteli ve güzeldi. Devlet’in 104. Sayısında (29.03.1971) yan sütunlarda görmüş olduğunuz ilânı gazetede yayınladık. Kitap açlığı ve Milliyetçi Türkiyekitabının ikinci baskısına da denk gelmesi ile birlikte şiirlerinin de gazetede yayımlanıyor olması kitabın kısa sürede satılmasına vesile oldu.
Abdurrahim Karakoç ile bu posta teması ve mektup yazışmaları 12 Temmuz 1971 119. Sayıya kadar devam etti ve bu geçen zaman içinde 27 adet şiiri yayımlandı. 119.Sayıda yayımlanan şiir, daha sonra kitabının ismi olacak olan “Vur Emri” dir.
KÜBİTEM’in kiracısı olduğu ve Devlet gazetesinin büro olarak kullandığı Bayındır Sokak’taki bina, 12 Mart 1971 muhtıra dönemi sıkıyönetim komutanlığına şikâyet edilir. Dündar Taşer, Sadi Somuncuoğlu, Salih Dilek ve o gün büroda bulunan misafirler ile Ben’imde içinde bulunduğum bir gurup gözaltına alındı. Büro mühürlendi. Devlet gazetesinin bütün evrakları ve resim klişeleri içeride kaldığı için bir hafta sonraki 120. Sayısı da klişesiz olarak çıkartıldı.
Bu tarihten sonra Devlet gazetesi için farklı bir dönem başlamaktadır. Birkaç sayı sonra KÜBİTEM Derneği kapatılır ve kiracısı olduğu büro tahliye edilir. Devlet gazetesi de en yakın adres olarak Kızılay Konur Sokak’ta bulunan MHP Genel Merkezine taşınır ve 15 günde bir yayımlanmaya başlanır.[1]
124. Sayıda (16.08.1971) “Eylemleri Kül Savurmak” adlı bir şiiri yayımlanan Abdurrahim Karakoç’un bir müddet Devlet gazetesinde veya herhangi bir yerde şiirlerine rastlamıyoruz. Abdurrahim Karakoç, uzun bir süre sessizliğe gömülür. Bu arada 1960’lı yıllarda yazdığı ve “Hasan’a Mektuplar” kitabında yayımlanan “Hak Yol İslam Yazacağız” isimli şiiri de mehter marşlarından “Ceddin Deden-Neslin Baban”ın müziğine uyarlanarak Milli Selamet Partisi (MSP)’nin parti marşı haline getirilir.
Abdurrahim Karakoç’un Devlet gazetesinin 3 Eylül 1973 tarihli 200. sayısından itibaren 8 hafta boyunca (200-201-202-203-204-207) sayılarında 6 adet şiiri yayımlanır. Karakoç, Devlet gazetesinin 17 Eylül 1973 tarihli 202. Sayısının 10. sayfasında “Sebep” isimli şiirinde arada geçen zamanı ve gelişmeleri şöyle açıklar.
SEBEP[2]
— Baktım ambalajı hoştur. Açtım, gördüm içi boştur —
Cayır cayır yanıyorken sılamız,
«Yat» dediler, yatmam dedim ayrıldım.
Topaldan haberci, körden kılavuz,
«Tut» dediler, tutmam dedim ayrıldım.
Hor gördüler hak yolunda öleni,
Put yaptılar beni benden böleni,
Beyaza boyayıp siyah yalanı,
«Yut» dediler, yutmam dedim ayrıldım.
Kardeşlerim savaşırken cephede,
Saklandılar, lâf yaptılar sapada,
«Sen şu bizim develeri tepede,
Güt»dediler, gütmem dedim ayrıldım.
Düşmanı övdüler, dostu yerdiler,
Dinimden DİNGİŞ'e rüşvet verdiler,
Önüme bir çürük köprü kurdular,
«Git» dediler, gitmem dedim ayrıldım.
Beleş yağ çektiler nice yavana,
Riyakâr çıktılar yüce divana,
«Hele bizim için balı sovana,
Kat»dediler, katmam dedim ayrıldım.
Verince türkümü dudaklarına,
Gümüş direk oldum bayraklarına,
«Cihada koşanın ayaklarına,
Bat» dediler, batmam dedim ayrıldım.
«İndir omuzundan dava yükünü,
Bırak, boş ver Türkmen’ini, Türk’ünü,
Hatır için imanını, ülkünü,
Sat» dediler, satmam dedim ayrıldım.
Bu şiirler 1973 genel seçimler öncesi Devlet gazetesinde yayımlanan şiirleri idi. Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinin 15 Nisan 1974 tarihli 232. Sayılı Devlet gazetesinde yeniden yayımlanmaya başladığını görüyoruz. 1973 seçimleri sonucunda oluşan ve 1974 yılı başında kurulan CHP-MSP (Bülent Ecevit –Necmettin Erbakan) koalisyonu üzerine kaleme aldığı “Yazı-Tura” başlıklı bu şiirin kimin için yazıldığını hemen herkes ve bilhassa siyaset erbabı hemen anlamıştı. Şiir şöyle başlıyordu:
“Güpe-gündüz ettikleri zulüme
«DÜŞ» dediler, kandırdılar aptalı.
Kırk yıllık gübreyi koyup önüne
«AŞ» dediler, kandırdılar aptalı.”[3]
Abdürrahim Karakoç’un 15 Nisan 1974 tarihinde 232. Sayı ile başlayıp 16 Nisan 1977 tarihinde 393. Sayıda sona eren Devlet gazetesindeki şiirlerinin sayısı 43’tür. Her hafta haberleşmemize rağmen kendisini görmek kısmet olmamıştı. Bir sabah Anıttepe Müjde Sokakta bulunan gazetenin ve matbaanın bulunduğu büroya gittiğimde Abdurrahim Karakoç’un geldiğini söylediler.
1976 yılının başlarında veya ilkbahar aylarında idi ve Ötüken Yayınevi tarafından “Bütün Şiirleri”nin toplandığı kitabının 2. baskısını Töre-Devlet Yayınevi basacaktı. Belki de onun görüşmeleri için gelmişti.
O zaman insanlar Galip Erdem’i, Necdet Sevinç’i ve Abdurrahim Karakoç gibi kalem erbabını hep bir dudağı yerde bir dudağı gökte, bir ayağı kuzey kutbunda, diğer ayağı ise güney kutbunda bulunan kişiler olarak hayal ederlerdi. Zira bir tarafta ABD, diğer tarafta Rusya ve Çin’e kafa tutan, bir mısra veya bir satır yazı ile bütün Türk dünyasını bağımsızlığa kavuşturan ve Turan’ı kuran, sert bir üslubun sahibiydiler. Oysa yazdıkları ile cüsseleri gayri müsemma idi.
Galip Erdem’i yıllardır bizzat tanıyan birisi olarak Abdurrahim Karakoç’u gördüğümde hiç şaşırmadım. Kara, Kuru, ama diri, 44 yaşında bir Maraş delikanlısıydı. Son zamanlara kadar da yaşını hiç göstermedi. Ben de 25 yaşımda idim. Sanki aynı yaşlarda gibi idik. Altı yıldır irtibat halindeydik, ama ilk defa karşılaşıyordum. O günden sonra da görüşmelerimiz devam etti, ama hep mektup ve gazete üzerinden.
Bütün şiirlerinin toplandığı kitabının adı “Vur Emri” olacaktı. Kapak kompozisyonundaki tabanca ve besmele yazısı da kendi düşüncesi idi. Coşkun Karakaya’nın düzenlemiş olduğu kapak kompozisyondaki tabanca kabzasındaki “Besmele” yazısını bizzat kendisi yazmıştı.Zira Coşkun eski yazı bilmezdi.[4]
Devlet gazetesinin 12 Temmuz 1971 tarihli 119. Sayısında yayımlanan “Vur Emri” şiiri şöyle idi:
Bir haber dolaşır semada pul pul;
Kılınçlar bilensin, akın var Çin’e.
Yiğitler at sürer düşman içine;
Tarihe hükmeden bir ses duyulur;
— Vur! TÜRKLÜK aşkına vur!
Yüklenir bir ülke oymak ve avul,
Sel olur ordular, batıya akar.
Uçar elden ele bozkurtlu bayraklar.
Emreder bir başbuğ sade ve vakur:
— Vur! BAYRAK aşkına vur!
Karışır top sesi nal sesi davul…
Çağdan çağa çığır açar gemiler.
Bir hâkan atını denize sürer
Ve der ki “-Yıkılsın Bizans’ı koruyan sur”
— Vur! FETİH aşkına vur!
Ya., işte tarihin böyledir oğul!
Geçmişten hız alsın geleceğin de
Göster Türklüğünü tunç bileğinle
Bu dine bu ırka ve bu toprağa
Sataşmak isterse herhangi gâvur;
— Vur! ALLAH aşkına vur!
Parçalanmak istenir bir ülke Anadolu’dur:
Şahlanır bir anda bin yıllık hınçlar;
Eser poyraz poyraz eğri kılınçlar,
Kütahya düzünde kelle savrulur…
—Vur! TOPRAK aşkına vur! [5]
Kitabın bu kapak kompozisyonu ile yayını kamuoyunda çok büyük dalgalanmalara yol açtı. Sol çevreler derhal Alparslan Türkeş’in 1940’lı yıllarda daha Teğmen iken Trakya cephesinde Alman birlikleri için sınırda bekleyen Türk askerine hitaben yaptığı “Emanet olan davayı kucakladım, hiç arkaya bakmadan tereddütsüz yürüyeceğim. Düşecek olur isem bayrağı siz alın ve daha ilerilere götürün, dönecek olur isem vurun. Davadan dönen herkesi vurun” sözlerine atıf yapılarak büyük gürültüler çıkartmışlar ve kara propagandaya girişmişlerdi.
Abdurrahim Karakoç’un bu dönem içerisinde ve bundan önce yazmış olduğu şiirler de Ülkücü Gençler tarafından satır satır ezberlenmiş ve her cümle, her söz onların fikir mücadelesinde adeta birer mermi olmuştur.
Komünistlerin yoğun propagandaları karşısında ezilen Ülkücü Gençler onun bir “Tohtur Beğ” şiiri ile adeta hayat bulmuşlardır. Anadolu’nun her tarafında sergilenen piyeslerde okunan ve mizansen edilen bu şiirle “fakirlik ve yoksulluğun” edebiyat olmadığı “aydın-halk” çatışmasının en güzel misali olarak sunulmuştur. “Mebus Beğ” şiirindeki yergilerle ise yerilen siyasetçi tipinin resmi çizilmiştir. Hele “Hâkim Beğ” şiirinde ise Türk adaletinin içinde bulunduğu durumlar;
“Kırk yıl önce; yani babam ölünce,
Kadılıklar hâkimliğe dönünce,
………
Eğer diyeceksen “bana ne öl git”;
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.
………
dizeleriyle geciken adaleti bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyordu.
Her konuda yıllar öncesinden yazılan Hasan’a Mektuplar ise “Ha Hasan’a, Ha sana diyerek gençlerin dilinde adeta birer slogan olmuştu.
Daha sonraları 1981 yılından itibaren Ankara’da olmasına rağmen görüşemedik. Müşterek dostlarımızın getirip götürdüğü selam ve birkaç sefer de telefon konuşmasının dışında görüşmek kısmet olmadı. Gündüz gazetesinde yazmış olduğu bazı yazılar hakkında görüşmek için iki defa uğradığım gazete bürosunda da maalesef görüşmek kısmet olmadı. Nesir yazıları şiir kadar kuvvetli değildi. Belki siyasi tercihlerinden, belki günlük veya haftalık yazı yazma mecburiyetlerinden dolayı, belki de geçim kaygısı ile yazılan yazılar biraz zayıf kalmakta idi.
23 Temmuz 1992 yılında yazmış olduğu “Bir güzel Ülküdür Gönül Verdiğim” şiirine düştüğü not onun baştan beri hayat felsefesi olmuştur. Abdurrahim Karakoç bu şiiri için yazdığı notta:
“Benim ülküm, beşeri ilkeleri, aşan cihanşümul bir sevdadır. Bu ülkü, aklına esenin yazamayacağı, sınırlarını politikacıların çizemeyeceği bir ülküdür.
Farklı düşünenler olabilir. Farklı ülküler peşinde gidenler olabilir. Hiç kimsenin kimseyi farklı düşündüğünden dolayı kendi çığırından yürümeye zorlaması akıl alır şey değil. İdeallere (ülkülere), ipotek koyanlar ve o ipoteğin ilelebet sürmesini isteyenler, hepinize sesleniyorum:
Ülkünüz nerede başlar, nerede biter? Muhtevasında bulunan güzelliklerle çirkinlikleri ayırt etmeden sahiplenmek nasıl bir ülküdür? İnsanları ne güzelliklerinden kovmaya ne de çirkinliklere bekçilik yapmaya hakkınız vardır.
Ben kendi ülkümün işaretlerini koordinatlarıyla birlikte şiirleştirip sunuyorum. Yeminim var, başka türlüsüne talip değilim...” der.
Türkiye ve kamuoyu onu Musa Eroğlu’nun bestesini yaptığı Mihriban şiiri ile tanıdı ve sevdi. Oysa Mihriban bizim için 45 yıl öncesinde de vardı. Dillerimiz “Lambada titreyen alevi” söylemiyorsa da o günkü sevdamızı söylüyordu:
“Ellerin yurdunda çiçek açarken
Bizim İl’e kar geliyor gardaşım.
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.”
…….
“Ezanlar buz tutmuş minarelerde!
Yaylalar dermiş ki töremiz nerde?
Yolların hasretle bittiği yerde
Her dağ yamacında bir mezar üşür.”
Abdurrahim Karakoç, Tedavi amacıyla 2005 yılında Sıhhiye Hanımeli Sokak’ta bulunan Belediye Hastanesi’ne gelmişti. Ben de aynı Sokakta konfeksiyonculuk yapıyordum. Tesadüfen karşılaştık. Ben kendisine bir hediye vermiştim. Yarım saat sonra bana imzalı bir şiir kitabını verdi. Kitap üzerinde yoktu. Muhtemel ki köşedeki Diyanet Yayınevinden bir tane satın aldı ve bana getirdi. Bu kadar da nazik idi. Bu karşılaşmamızda 44 yaşında değildi ama 75 yaşında da göstermiyordu.
Sevgili Karakoç; Bırak “Lambada titreyen alev” veya “Her dağ yamacındaki bir mezar” üşüsün, ama Sen üşüme. Allah’ın rahmeti ve bereketi sana ve hepimizin üzerine olsun. Senin değiminle; Ha Hasan’a Ha sana…