« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Haz

2019

Bütün Tenakuzların Sona Erdiği Muhayyel Ülke: Simeranya

Munise Şimşek 01 Ocak 1970

Bugün Peyami Safa’nın ölümünün 57. yıl dönümü. Çocuk yaşlarda yazmaya başlayan Türk edebiyatının usta yazarı, dergilerde ve gazetelerde yığınla yazı kaleme aldı. Ardında kendi adıyla yayınlanmış ve roman tekniğine ciddi katkıları olan onlarca eser bıraktı. Bir de Server Bedi imzasını taşıyan aşk ve cinayet romanları... Ayrıca o, Beşir Ayvazoğlu’nun onun hakkında yazdığı biyografiden öğrendiğimize göre; resim ve müzikle yakından ilgilenen, Türkiye’nin entelektüel tarihine damga vuran bir fikir ve dava adamıydı.

Beşir Ayvazoğlu’nun Peyami eserini okurken, onun ütopyası (Simeranya) üzerine bir şeyler karalamaya karar verdim. Zira üniversite yıllarında okuduğum Yalnızız romanında, roman kahramanı Samim tarafından anlatılan Simeranya’dan oldukça etkilenmiştim.

Platon’un Devlet’inin ilk ütopya eseri olduğu kabul edilir. İslam dünyasındaki ilk örneği ise Farabî’nin Medinetü’l-Fazıla’sıdır. Her iki eser de ideal bir toplum veya devletin nasıl olacağını felsefi açıdan ele alır. Öte yandan edebi bir tür olarak kaleme alınan ilk ütopya eserinin Thomas More’a (1516) ait olduğu yaygın bir görüştür. Onun Ütopya adlı eserini Tomasso Campanella’nın (1639) Güneş Ülkesi takip eder. Sonraki dönemlerde bunlara yenileri eklenir.

Buna karşın Türk edebiyatındaki ilk ütopya örnekleri rüya metaforu etrafında şekillenir. Namık Kemal’in Rüya’sında olduğu gibi… Servet-i Fünûn’un topluca Yeni Zelanda’ya kaçış planları suya düşünce hayallerindeki ideal ülkeyi anlatmak amacıyla Tevfik Fikret, Yeşil Yurt’u yazar. Hüseyin Cahit Yalçın’ın Hayat-ı Muhayyel’i bu dönemde yazılan başka bir örnektir. Cumhuriyet sonrasında yazılan ütopyalara da Ahmet Ağaoğlu’nun Serbest İnsanlar Ülkesi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara ve Peyami Safa’nın Yalnızız eserleri örnek verilebilir.

Bir mutluluk adası

Yalnızız romanında ütopya, kitabın bütününü oluşturmaz. Başkahramanımız Samim’in canı sıkıldığında veya insanlardan kaçmak istediğinde sığındığı muhayyel bir ülkedir, Simeranya. Romanın yazıldığı dönemden (1950) 150 yıl sonrasında, büyük ihtimalle ütopya geleneğinin etkisiyle, bir adada tasarlanmıştır. Simeranya’nın en büyük özelliği, bütün zıtlıkların birbiriyle barıştırıldığı bir mutluluk adası olmasıdır.

Thomas More ve Campanella örneklerinde olduğu gibi ütopya yazarları eserlerinde, mustarip oldukları sosyal, siyasi, dini şartları aşan alternatif bir dünya inşa etmeye çalışırlar. Simeranya da bazı açılardan benzer özellikler taşır. Bu açıdan Yalnızız’daki Simeranya tasviri, Peyami Safa’nın kafasını meşgul eden, dahası hayatını yönlendiren ve iç dünyasında izler bırakan problemleri anlamak adına önemli ipuçları vermekte. Dolayısıyla Simeranya’nın üzerine inşa edildiği fikirler ve taşıdığı özellikler aracılığıyla, yaşadığı şartlarının Peyami’nin iç dünyasındaki nasıl yansıdığını görmek mümkün. Beşir Ayvazoğlu da Peyami adlı eserinde tam olarak bunu yapmış. Simeranya üzerinden bize Peyami Safa’nın fikir dünyasındaki tenakuzları, çatışmaları resmetmiş.

Acaba, Peyami Safa neden bir ütopya yazamaya ihtiyaç duydu? Bu sorunun cevabını romanda, Samim’den öğrenmekteyiz: Modern Batı medeniyeti artık iflas etmiştir. 20. yüzyılın başında ortaya çıkan bütün ihtilaller başarısızlıkla sonuçlanmış ve arka arkaya yaşanılan iki dünya savaşı insanlığı büyük bir felakete sürüklemiştir. Dünya büyük bir fikri bunalımın eşiğindedir. Samim’e göre bütün bu felaketlerin ve insanoğlunun yaşadığı acıların yegâne sebebi insan düşüncesinin, tarih boyunca, metafizik ile rasyonel bilgi arasında gidip gelmesidir. Peyami Safa’nın ifade ettiği şekilde söylemek gerekirse düşünce sistemi mistik yorumlar ile tabiatçı anlayış arasında bir sarkaç gibi gidip gelir. Bazen biri diğerine galibe çalar ve hâkim anlayışı belirler.

Medeniyeti hayvanlaştıran bir çağ

Ancak bu durum insan düşüncesinin tek ayak üzerine basmasına ve dolayısıyla da topallamasına yol açar. “Ortaçağ boyunca insan düşüncesi yine tek ayaküstünde görünür. İlahiyatçı görüş hâkimdir ve ilim yine bir din karakteri almaya başlar. (Bu dönemde) insanın tabiat üzerindeki dikkati azalmış ve düşüncenin yere (maddeye) basan ayağı kısalmıştır. Bin yıl topallayan düşünce yeniçağın başında kapaklanır ve yerden kalkamayacak şekilde yıkılmaya başlar.”

Descartes sonrasında ise sisteme rasyonel düşünce (Peyami’nin ifadesiyle tabiatçı düşünce) hâkim olur. Bu defa insan düşüncesi diğer bacağı üstünde yükselmiştir. Ne var ki bu sistem de topaldır. 20. asrın başlarında da tökezlemeye başlayan bu anlayış insanı, manevi kudretinden yoksun bırakmıştır. Ortaçağ’daki din savaşlarının yerini bu dönemde daha kanlı dünya savaşları almıştır. Öte yandan metafizik prensiplerden uzaklaşmak insanı ahlaken zayıflatmış ve süfli zevklerin kölesi yapmıştır.

Samim’e göre “İnsanın hayvanlığını medenileştirdiği kadar, medeniyetini hayvanlaştıran bu çağ da beş asır tek ayağı üzerinde topalladıktan sonra” iflas ettiğinden filozoflar, tabiatı aşan metafizik prensiplere ve Allah’a yönelmişlerdir. Bu sebeple Samim’in Simeranya’sında insan düşüncesi topallamaz. Çünkü her iki ayağının üzerine birden basmaktadır. Bu dünyada ne metafizik ilkeler inkar edilir ne de tabiat... Böylece tüm zıtlar birbiriyle barışmış olur.

Simeranya’nın metafiziğini oluşturan bu düşünce, aslında Peyami Safa’nın yaşadığı fikri bunalımların ve gelgitlerin bir yansımasıdır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde yaşayan pek çok aydın gibi o da gelenekle Batı medeniyeti arasında bocalamıştır. Tüm dünyaya hükmeden, daha önce benzeri görülmemiş teknolojik gelişmelere yön veren bir medeniyetin karşısında; siyasi açıdan yenik düşmüş, sosyo-ekonomik olarak zevali yaşayan bir sistemin mensubu olmak hiçbir aydın için kolay yük değildi. Peyami’de de bunların izini görmek mümkün.

“Tecrübeden daha büyük ders yoktur”

Gelelim Simeranya’nın diğer özelliklerine. “Simeranya her seviyede okuma salonlarının laboratuvarların, atölyelerin vb. bulunduğu; herkesin merak ettiği konuyu bizzat araştırarak öğrendiği bir ülkedir.” Bu ülkedeki pedagojik anlayışa göre insan ancak istediği zaman ve istediği şeyleri öğrenebilir. Bu yüzden zorunlu eğitim gereksizdir, çünkü “iş hayatından daha büyük mektep, tecrübelerden daha büyük ders, tecessüsten daha büyük öğretmen, başarıdan daha büyük diploma olamaz.” Romandan alınan bu ifadeler Peyami Safa’nın yaşadığı zorlukların ve onları aşmaya çalışırken elde ettiği tecrübelerin tezahürüdür. Babasını çocukken kaybeden Peyami Safa, ailenin ekonomik yüküne katkı yapabilmek adına küçük yaşlardan itibaren çalışmak zorunda kalır. Okul hayatını yarıda bırakıp ekmeğinin peşine düşer. Buna karşın boş durmaz okur, yazar ve öğrenmeye devam eder. Okula devam edememesi onun için büyük bir kayıp olmamıştır.

“Eski dünya ilminin en büyük hatalarından biri de ihtisas bölümlerine ayrılan ilimlerin bütünü gözden kaçırdıkları için hiçbir hadiseyi esaslı ve doğru izah edemediklerini anlamamış olmasıydı.” Modern dönemdeki bilimsel uzmanlaşmayı bu şekilde eleştiren Peyami’nin ütopyasında ilme bütüncül, yani holistik bir bakış açısı hâkimdir. Yine tıp, Simeranya’da ayrı bilim şubesi değildir. Simeranya tıbbına göre her hastalık “çoğu defa kaderin aksiliklerine karşı ruhun ve onun peşinden vücudun isyanıdır.” Dolayısıyla da oradaki insanlar öncelikle “hayatın çaresizlikleri önünde sinirlenmemeyi, isyan etmemeyi öğrenir.”

Peyami Safa’nın romanda tıbba ve hastalıklara dair bir bahis açması yine kendi acı tecrübelerinin bir tezahürüdür. Zira kolundaki kemikte tespit edilen ve uzun yıllar bir türlü iyileşmeyen bir verem hastalığı ergenlik dönemini ona zindan etmiştir. Yıllarca boynuna asılı ve alçılı bir kolla dolaşmak ruhunda derin izler bırakmıştır. Ancak o bu şartlar sebebiyle yılgınlığa kapılmamış ve kendi ifadesiyle “olmak dramı”nı “varlaşma hamlesi” sayesinde başarıyla nihayetlendirmiştir.

Tenakuzların ulaştığı sentez

Ayrıca Simeranya’da yaşayanlar için giyim ve moda konusu bir problem olmaktan çıkmıştır. Takip edilen uygun bir beslenme programı, masaj ve müzik eşliğinde yapılan şekil telkinleriyle herkes istediği fiziksel ölçülere sahip olabilmektedir. Böylece moda bir sınıfın estetik anlayışını yansıtmaktan öte bütün cemiyetin malı haline gelmiştir.

Simeranya’daki siyasi sistem hakkında verilen bilgiler ise oldukça sınırlı. Ancak bu hayali ülkede halkın siyasi süreçte daha katılımcı bir rolü olduğunu söyleyebiliriz. Müşterek bir ideal doğrultusunda sisteme herkes her an katkı sağlayabilir, belirli dönemlerde yapılan seçim dönemlerini bekleyeme gerek kalmaz. Böylece kutuplaşmalar da ortadan kalkar. Romanın yazıldığı yıllardaki siyasi atmosferi ve daha öncesindeki Tek Parti döneminin yönetim anlayışını düşünecek olursak Yalnızız’da bu imaların tam olarak neye karşılık geldiğini anlayabiliriz.

Ütopya veya Güneş Ülkesi gibi eserlerde daha şümullü bir siyasi ve toplumsal sistem tasavvur edildiğini görmekteyiz. Bu eserlerde dinden siyasete, düşünceden ekonomik hayata kadar toplumsal hayatı bütün yönleriyle kuşatan bir sistem inşa edilmiştir. Buna karşın Samim’in Simeranya’sına, bir düşünce adamı olarak Peyami Safa’nın yaşadığı tenakuzların, Batı ve gelenek arasındaki gelgitlerin çözüme kavuştuğu fikri bir sentez damgasını vurur. Dolayısıyla burada fikri sistem önemsenir, devlet ve toplum geri planda kalır. Ünlü yazarımız Simeranya’da fikri bunalımlarını çözerek mistik bir huzura kavuşmuştur.


Ziyaret -> Toplam : 125,42 M - Bugn : 1534

ulkucudunya@ulkucudunya.com