Şemsettin Sami (01.06.1850 – 18.06.1904)
01 Ocak 1970
Şemsettin Sami19. yüzyılın Türk milliyetçilik hareketlerinde en belirgin husus, Türkçeye ve Türk tarihine verilen önemdir. Türkçeye karışmış Arapça ve Farsça kelimelerin tasfiye edilerek yerlerine Türkçelerinin kullanılması eğilimi, Türkçü yazarların yanı sıra ve dilciler tarafından da devamlı olarak teşvik edilmiştir. Bu yolda Türkçeye (ve Türkçülüğe) en büyük hizmeti yapanların başında Şemseddin Sami (1850-1904) gelmektedir.
Şemseddin Sami, Yanya’ya bağlı Fraşeri’de doğmuştur (1850). tik öğrenimini önce özel olarak yapmış, sonra bir Rum okuluna devam etmiştir. Öğrenimi sırasında italyanca, Fransızca, Rumca ve eski Yunancayı; ayrıca, bir müderristen aldığı özel derslerle de Arapça ile Farsçayı öğrenmiştir. Türkçe ve Arnavutça da hesaba katıldığında sekiz dil bildiği anlaşılır. Şemseddin Sami, 1872 yılında İstanbul’a gelerek matbuat kaleminde kâtipliğe başlamış, bir yıl kadar Trablusgarb‘a sürgün edilmiş, daha sonra Rodos ve Yanya’da resmî görevlerde bulunmuştur. Bu arada Sabah gazetesinde makaleler ve tiyatro eserleri yazarak adım duyurmuş, askerî teftiş komisyonu başkâtipliğine tayin edilmiştir. Bu görevde hayatının sonuna kadar kalarak rahat bir çalışma ortamı bulmuş ve büyük eserlerini bu suretle meydana getirmiştir.
Şemseddin Sami’nin edebiyat çalışmaları arasında roman, tiyatro eseri ve tercümeler önemli yer tutmaktadır. Telif eserleri, orta derecede bir yazarın ürünleridir. Tercümelerde ise daha başarılı olmuştur. Ancak, onun asü varlık gösterdiği alanlar ansiklopedi ve dilcilik alanlarıdır. İlk büyük eseri Kamus-ı Fransevî‘dir. Bu eser Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden Fransızcaya büyük bir sözlüktür. Bu sözlük, Türk yazı hayatında uzun zaman başvurulan bir kaynak görevi yapmıştır.
Şemseddin Sarrü’nin kaleme aldığı ikinci büyük eser Kamusü’l-A’lâm olmuştur. Bu eser, bir ansiklopedi niteliğindedir ve tarih, coğrafya, biyog rafi konularını içine almaktadır. Kamusü’l-A’lâm’da Avrupa’da yayınlanan ansiklopedilerde eksikliği görülen şarka alt bilgiler de verilmiştir. Bu niteliği, ile, Kamusü’l-A’lâm yıllarca başvurulması gereken bir eser olmuştur. Kamusü’l-A’lâm’in zikre değer kusuru, yazarının Osmanlı büyüklerinden mühimce bir kısmını Arnavut asıllı göstermek hususundaki gayretidir. Bununla beraber, zamanı için büyük bir kazanç olmuş, ancak günümüzde pek önemi kalmamıştır.
Şemseddin Sami’nin Türk dili ve Türk milliyetçiliği bakımından asıl büyük eseri Kamus-ı Türkî‘dir. Bu eser, Türkçede yazılmış ilk büyük sözlüktür. Kamus-ı Türkî’de öz Türkçe kelimelere verilen yer ve değer, dikkatleri derhal çekmiştir. Kamus-ı Türkî’ye önsöz olarak kaleme alınan “îfade-i meram” da Şemseddin Sami şu görüşlere yer vermiştir:
“Türkçe, Asya‘nın bütün doğu kısımlarında konuşulan Turan dilleri zümresinden olup bir kolu da batıya doğru iteleyerek Avrupa ile Asya’nın birbirlerine uzattıkları iki büyük yarımadada, yani Anadolu ile Rumeli’de konuşulmaktadır.” Böylece başlayan Önsöz’de, Türkçe doğu ve batı Türkçesi olarak iki bölümde ele alınmaktadır. Şemseddin Sami’ye göre, bati Türkçesi daha zarif, fakat doğu Türkçesi (Çağatayca) öz Türkçe bakımından daha zengindir. Bunların her ikisi de Türkçedir ve Türk dili tedvin edilirken Çağatay lehçesindeki kelimelerden yararlanmak lâzımdır.
Şemseddin Sami, kendisinin çıkardığı Hafta isimli dergideki makalelerinde de bu konudaki görüşlerini daha etraflı olarak belirtmiştir. Yazar bu makalelerinde, “Osmanlı” deyiminin bir devlet adı olduğu, Türk dilinin ve Türk milletinin Sultan Osman’dan önce de var olduğu görüşünü ileri sürmektedir: “Bu lisanla konuşan kavmin adı Türk, dili de Türkçedir“. Kamus-ı Türkî’nin hazırlanmasında yeni bir anlayışın belirtileri görülür. Üç ayrı dilden meydana gelmiş addolunarak, Türkçeyc Osmanlıca denilmesi âdet olmuştu. Şemseddin Sami, bu tabiri yanlış bulmakta ve hazırladığı sözlüğe Türkçe adını vermektedir. Böylece kendi dilimize, içinde ne kadar yabancı kelime bulunursa bulunsun Türkçe’den başka bir isim verilemeyecğini açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca, yazı dilinde o gün kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerden çoğunun tasfiyesine gayret etmiştir. Böylece, yazı dilinde kullanılmaz olmuş yabancı kelimelerin sınırlandırılması fikri, Şemseddin Sami’nin sözlüğünde uygulama alam bulmuştur.
Şemseddin Sami, asıl hedefinin Türkçenin kelime hazinesini bütün zenginliği ile meydana çıkarmak olduğunu ifade etmektedir. Bu sebeple Anadolu’da konuşulan Türkçenin eski ve unutulmuş kelimelerine de sözlüğünde yer vermiştir. Böylece, dili eski kaynaklan ile temasa getirerek zenginleştirme yolunda ilk önemli adımı atmıştır. Şemseddin Sami, ayrıca dil ve edebiyatımızı, sadece Osmanlı sahası içinde ele alan görüşü de benimsememiştir. Ona göre, dil ve edebiyatımızın kaynağım Orta Asya’daki asıl köklerinde aramak lâzımdır.
Osmanlıca ve Çağatayca deyimlerini reddeden ve dilimizin geniş bir coğrafyaya yayılmış tek bir dil olduğuna inanan Şemseddin Sami’nin, Kamus-ı Türkî‘nin önsözündeki görüşleri, bu bakımdan Türkçü fikirleri ihtiva etmektedir. Bu önsözü dilde Türkçülüğün bir bildirisi şeklinde yorumlamak dahi mümkündür. Şemseddin Sami, Orta Asya’da konuşulan Türkçeyi, oradan getirdiği kelimelerin çoğunu kaybedip yerlerine başkalarım koyan batı Türkçesine tercih etmektedir. Bunun sebebi, doğu Türkçesinin daha saf kalmış olmasıdır. Dilimizin zenginleşmesi ve güzelleşmesi için, doğu Türkçesi adı verilen Türk lehçesine müracaat edilmesi ve onun kaynaklarına inilmesi isabetli olacaktır.
Sadece dil değil, edebiyat alanında da Orta Asya kaynaklarının birlikte değerlendirilmesi gerektiğine inanan Şemseddin Sami, Ali Şir Nevâi gibi büyük şair ve ediblerin eserierinin Türkiye’deki okullarda ders olarak tutulması fikrini savunmuştur. Bu ünlü yazara göre, doğu ve batı Türkçeleri arasındaki yakınlaşma, hattâ birbiriyle kaynaşarak tek bir lehçe hâline gelme düşüncesi gerçekleşirse daha ilerde siyasî bir kuvvet ve faydayı da getirecektir. Bu ise, ancak İstanbul Türkçesi etrafında birleşmeyle mümkün olabilecektir. Eğer ayrılıklar devam eder, hattâ daha da derinleşirse, bu gelişme bütün Türklük için tehlikeli sonuçlar verebilecektir.
Şemseddin Sami’nin Kamusü’l-A’lâm’da Turan, Turaniye ve Türk maddelerinde, Türklüğü yalnız Osmanlı çevresine inhisar ettirmekten çıkararak Türklerin tarihte ve hâlihazırda yaşadıkları bütün coğrafyaya yayması da, ondaki Türkçülük şuurunu göstermektedir. Şemseddin Sami, son yıllarında esiri Türk diline olduğu gibi, Türkçenin ilk verimlerine de ayrı bir özen göstermiştir. Radloff‘un neşrinden yararlanarak Orhun Yazıtlan’nı o günün Türkçesi ile yayma hazırlayan da Şemseddin Sami‘dir. Aynı şekilde Kutadgu Bilig‘in izahlı tercümesini, ayrıca Kıpçak Türkçesinin genel sözlüğünü hazırlamıştır. Ancak, bunlar yayın sahasına çıkamamıştır.
Arnavut aslından geldiğini unutmayan Şemseddin Sami, o sıralarda ortaya atılan Arnavutluksun Osmanlı Devleti’nden ayrılması görüşüne de karşı çıkmıştır. Sultan H. Abdülhamid, onun bu fikirlerini değerlendirerek İstanbul’da kurulan Arnavut Cemiyet-i İlmiyesi’nde görev almasına izin vermiştir. Ayrıca, çalışmalarım ömrünün sonuna kadar (1904) rahatça yürütecek şekilde kendisini desteklemiştir. 19. yüzyıl sonunda birçok Türk’te görülmeyen Türklük şuurunun Arnavut asıllı bir bilim adamında ortaya çıkması, Türkçülük tarihinin dikkat çekici noktalarından biridir. Şemseddin Sami, bu şuurun yerleşmesi bakımından kalıcı tesirleri görülmüş bir şahsiyet olarak tarihteki yerini almıştır.