“İmralı açılımının” gerçek adresi neresi
Müyesser Yıldız yazdı 01 Ocak 1970
Yıl 2010; Türkiye, FETÖ lideri Fethullah Gülen'in, “Mezardakileri bile kaldırarak, 'Evet' oyu kullandırmak lazım” dediği 12 Eylül'de yapılacak olan Anayasa değişikliği referandumuna götürülürken, “Hayır”ı savunan MHP Lideri Devlet Bahçeli, AKP İktidarının İmralı ile müzakere yaptığını öne sürdü.
Dönemin Başbakanı Erdoğan da bu iddialara şöyle cevap verdi:
“Bizim 4 kez terör örgütüyle bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu alçakça iftirada bulunanlar, bunun hesabını her yerde vereceklerdir. AK Parti Hükümeti olarak bugüne kadar terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık, hiçbir zaman da oturmayacağız. Bu iftirayı atanlara söylüyorum; ey Kılıçdaroğlu, ey Bahçeli bizim masaya oturduğumuzu söylüyorsanız, bu iddianızı ispatla siz mükellefsiniz. Hukukta bir kaide var, müddei yani iddia sahibi iddiasını ispatla mükelleftir. Eğer bu iddianızı ispatlayamazsanız müfterisiniz. Daha ileri bir ifade kullanmıyorum, çünkü terbiyem buna müsaade etmez.”
Nereden nereye gelindi, herkesin malûmu... Önce “Demokratik açılım”, sonra “Milli birlik ve kardeşlik” projesi, ardından HDP'nin İmralı-Ankara-Kandil arasında postacılığı ve “Akiller” aşaması, nihayetinde “Dolmabahçe mutabakatı” ...
2 gün öncesi itibarıyla da İmralı'daki teröristbaşının, terör örgütü PKK ve siyasi kanadı HDP'ye, “İstanbul seçimlerinde tarafsız kalın” talimatı vermesi... Bu talimatın kamuoyuna duyurulması için teröristbaşının avukatı veya akrabası olmayan bir kişinin İmralı'ya gönderilmesi ve dahi o mektubun Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan, milletin vergileriyle yaşayan Anadolu Ajansı'ndan servis edilmesi rezaletleri!..
Hadi geçmişteki şehitlerimizi unuttuk!.. Bu yıl başından beri PKK/YPG'nin şehit ettiği onlarca körpe yavrumuzun kabirlerinin toprağı bile daha çökmemişken, tabir-i caizse hepimizin kanını donduran böyle bir “Açılıma”, üstelik de çok önemli bir seçim arifesinde nasıl ve neden cüret edildi?
PKK’DAKİ İKTİDAR MÜCADELESİNİ GÖSTERMEK İÇİN Mİ
Erdoğan'ın söylediği gibi, “HDP-PKK ve Öcalan-Demirtaş arasındaki iktidar mücadelesini” göstermek veya Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un açıkladığı üzere, “Milletimizin, 'Kandil'e mi yoksa İmralı'ya mı kulak vermeliyiz' diye ciddi bir çelişki içinde kıvrananları yakından teşhis etmesi” için mi?
Hemen 7 Haziran 2015 seçimleri öncesine gidelim; 21 Mayıs'ta bir televizon programında konuşan Erdoğan, İmralı-PKK-HDP ilişkisi için, “Burada birbirinden bağımlı olmayan bir yapı var. İmralı'dan ne gelirse o olur, böyle bir durum yok. '1 aydır İmralı ile görüşülemiyor' diyorlar. Buna görüşmelere devlet karar verir. İmralı'nın görüşme trafiğini dağ belirlemeyecek” demedi mi?
Teröristbaşının, Demirtaş karşısında yönetim gücünü yitirip yitirmediği sorusunu şöyle cevaplandırmadı mı?
“Bu mesele bana göre, bir tabu meselesi. İmralı tabulaştırıldığı için oradan gelebilecek mesajların dağı, siyasi hareketi etkilediği düşünülüyor. Burada biz bir hukuk devleti olduğumuz için bunları hukuk çerçevesinde yapmak durumundayız. Bu çiğnendiği zaman devlet B planını C planını devreye koyacaktır. Devletin böyle planları mevcut. 7 Haziran bir kırılma sürecidir.”
Keza, HDP'nin parti olarak seçime girme kararını teröristbaşının verip vermediği sorusuna cevabı, “Benim edindiğim bilgiler çerçevesinde İmralı'nın dışında gelişen bir durum. Dağı arkalarına alarak dışarıda olanların bir karar. İmralı'nın böyle düşündüğünü zannetmiyorum” olmadı mı
Terör örgütü içindeki “Ayrılıklar” 2015'te de bilindiğine ve konuşulduğuna göre, son açılımın sırf bunu göstermek için yapıldığına inanalım mı?
HEDEF İSTANBUL MU
2011'den beri İmralı'daki teröristbaşına avukatla görüş yasağı niye konmuştu? Onlar aracılığıyla örgüte talimat verdiği için.
Avukat görüşü Mayıs'tan itibaren yeniden başladı. Peki, teröristbaşı o günden bu yana ne yapıyor; Kandil'e, HDP'ye şakır şakır talimat vermiyor mu?
Hedef İstanbul seçimleri idiyse; böyle bir iş neden son 48 saate bırakıldı?
Millet nezdinde götürüsü getirisinden daha fazla olacak böyle bir “açılım”, niye gizli saklı değil de adeta davul zurnayla yapıldı? Devletin görevlisi veya o kurye, teröristbaşının mektubunu hem Kandil'e hem HDP'ye ulaştırsa, hatta hatta teröristbaşı ile Demirtaş veya tam o günlerde İstanbul'a gelen “Barzanistan”ın yeni başkanı Neçirvan Barzani'yle görüştürülse, kimin ruhu duyardı ki?
“Neçirvan Barzani'yle görüştürme nereden çıktı?” diye sorarsanız;
“Açılım sürecinde” Mesut Barzani'ye iki kez İmralı'daki teröristbaşıyla görüşmesi teklifinin yapıldığını, geçmişte olduğu gibi bugün de sahneye çıkarılan üstelik TRT'de konuşturulan kardeşi Osman Öcalan ile Oslo öncesi ve sonrası Ankara ile Barzani-Talabani-Kandil arasında temasları sağlayan Muhammed Emin Pencewini iddia etmemiş miydi? Ve yine her iki isim, Barzani'nin bu teklifleri, “Bir Kürt liderini hapiste görmek istemediği, hapishane dışında görüşmeleri gerektiği” gerekçesiyle reddettiğini söylememiş miydi?
Anlaşılan o ki, bu son “açılımın” gümbür gümbür duyulması istendi. Bu durumda da “Acaba neden ve mesajın gerçek adresi neresi” diye düşünmek gerekir.
SGD İLE GÖRÜŞMÜYORDUK DEĞİL Mİ
Evvela şunları hatırlatalım:
Oturduğu yerden Suriye'de önce PYD'yi, sonra sözde Suriye Demokratik Güçleri (SDG)'ni kuran ve yöneten, Bahoz Erdal'ı bunların başına “atayan” kimdi; İmralı'daki teröristbaşı... Ki, İmralı müzakerelerini yürüten dönemin Kamu Güvenliği Müsteşarı'nın, Suriye'deki bütün evlerde onun resminin asılı olduğunu söylediğini ve “Siz buradan örgütü yönetiyorsunuz. Buna müsaade ediyoruz” dediğini de biliyoruz.
Peki avukat görüşünün başlamasından sonra teröristbaşının her “talimatında” vurguladığı konuların başında ne var; “Rojava, kuzey Suriye, SDG ve Suriye'deki sorunların çözümü”!..
2 yıldan beri, Menbiç'e, Suriye'nin kuzeyine “Bir gece ansızın gitmeyi” ve ABD'nin YPG/PYD'ye verdiği silahları toplamasını bekleye duralım, ABD ne yaptı?
TIR'lar dolusu silah göndermeye devam etti...
Trump, 14 Ocak'ta Twitter'dan, “Eğer Türkiye Kürtleri vurursa, Türkiye'yi ekonomik yönden mahvederiz. 20 millik (32 km) güvenli bölge kuracağız. Aynı zamanda Kürtlerin Türkiye’yi provoke etmesini istemiyorum” dedi.
1 ay önce Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Trump'ın, Erdoğan'a doğrudan şunları söylediğini açıkladı:
“Birincisi Trump, SDG ve onların müttefiklerine karşı, ki bunların önemli kısmı Kürt’tür, herhangi bir eylem istemiyor. İkincisi Trump, SDG’den ya da Suriyeli Kürtlerden Türkiye’ye karşı herhangi bir eylem ya da saldırı istemiyor. Trump, SDG'li Kürt hareketi büyük kısmı ile PKK arasındaki geleneksel ve siyasi bağlantıların farkında. Trump, PKK’nı Türk Hükümetini devirme çabalarının uzun ve trajik geçmişini de biliyor. Dolayısıyla Türklerin güvenlik endişeleri var ve biz bunları anlayışla karşılıyoruz. Ama diğer yandan bizim müttefiklerimizin, kuzeydoğudaki ortaklarımızın da güvenlik endişeleri var. Bu durumun üstesinden gelmek için yaptığımız şu; Türklerle ve yerel müttefiklerimiz ve ortaklarımız beraber çalışıp, derinliği belirsiz bir güvenli bölge yaratmaya çalışıyoruz. Bu bölgede şu an müzakere ettiğimiz SDG ve Türklerle bir şekilde çalışırız. Fakat şu an bu konuda müzakereler sürüyor. Henüz bir anlaşma yok.”
Ve 8 Haziran; Jeffrey, “Suriye'nin kuzeyinde kurulması planlanan tampon bölge konusunda Türkiye ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında prensipte genel bir anlaşma olduğunu” duyurdu.
Jeffrey'nin bu iddiası üzerine ABD merkezli Bloomberg haber kanalına konuşan ve ismini vermek istemeyen üst düzey bir Türk yetkili ne dedi? Türkiye ile SDG arasında “Doğrudan bir görüşme yapılmadığını”!..
Bu sözler tersinden okunduğunda, “Dolaylı görüşme yapıldığı” sonucu çıkmaz mı?
Vazgeçtik, “Dolaylı”sını, son “İmralı açılımı” ile bizzat SDG'nin elebaşı ile görüşülmüş olmuyor mu?
Buna;
Avrupa Konseyi ve AB Parlamanterler Asamblelerinin, “Türkiye'de barış süreci yeniden başlatılsın” talebini,
Erdoğan'ın, ay sonunda Japonya'da Trump'la görüşecek olmasını,
Ve Trump'ın Temmuz'da Türkiye'ye gelme ihtimalini ekleyelim;
Teröristbaşının neden gümbür gümbür “devreye sokulduğu” anlaşılmıyor mu?