« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Tem

2019

TOPÇU, Nurettin

İsmail Kara 01 Ocak 1970

20 Kasım 1909’da İstanbul Süleymaniye’de doğdu. İlk nüfus kaydında adı Osman Nuri olup Erzurumlu bir ailenin çocuğudur. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında orduda topçu olduğu için kendilerine Topçuzâdeler lakabı verilmiştir. Aileden İstanbul’a ilk yerleşen babası Ahmed Hamdi Efendi, Erzurum’da iken tahıl alım satımı ve canlı hayvan ticaretiyle uğraşmış, daha sonra Çemberlitaş’ta kasap dükkânı işletmiştir. Annesi Fatma Hanım Eğinli’dir. Nurettin’in çocukluğu Süleymaniye’de ve I. Dünya Savaşı yıllarında taşındıkları Çemberlitaş’ta geçti. Büyük Reşid Paşa Numune Mektebi’ni bitirdi (1920). Bu sıralarda küçük bir sandıkta kitap ve gazete biriktirme merakı vardı. Mehmed Âkif’in bazı şiirlerini talebelerine ezberleten Türkçe muallimi Nâfiz Bey, Nurettin Topçu’da hayatı boyunca sürecek Âkif sevgisini aşıladı. Orta öğrenimine Vefa İdâdîsi’nde devam etti; birinci sınıfta iken babasını kaybetti. Lise tahsilini yaptığı İstanbul Erkek Lisesi’nde felsefeye meyletti ve 1928’de bu okuldan mezun oldu.

Aynı yıl Avrupa’da öğrenim görmek amacıyla girdiği imtihanı kazanarak Hamdi Akverdi, Vehbi Eralp, Hamdi Ragıp Atademir, Enver Ziya Karal gibi şahıslarla birlikte Fransa’ya gitti. Önce Fransızca öğrenmek için Aix Lisesi’ne kaydedildi. Görüşlerini benimseyeceği ve uzun zaman mektuplaşacağı aksiyon (hareket) felsefesinin kurucusu Maurice Blondel’i bu sırada, muhtemelen felsefe hocası ve Blondel’in talebesi Jacques Paliard vasıtasıyla tanıdı. Bir müddet Aix-Marseille Üniversitesi’nin Aix-en-Provence’daki şubesine devam etti ve burada bir başka Blondel talebesi psikolog Joseph Segond’dan ders aldı (Topçu Hareket’in ilk sayılarında bu hocasından “His estetiği” başlığıyla tercümeler yayınlayacaktır). İki yıl sonra Strasburg Üniversitesi’ne geçerek felsefe öğrenimi gördü, ahlâk kurlarını tamamladı, sanat tarihi lisansı yaptı. 1930-1933 yıllarında aldığı sertifikalar lisans diplomasında rûhiyat ve bedîiyat, umumi felsefe ve mantık, muasır sanat tarihi, içtimaiyat ve ahlâk, İlkçağ sanat ve arkeolojisi şeklinde belirtilmiştir. Kendisinden önce Paris’e gelen Remzi Oğuz Arık, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cevdet Perin, Bedrettin Tuncel, Samet Ağaoğlu, Ömer Lutfi Barkan ve Besim Darkot’la tanıştı. Bunlardan Remzi Oğuz ve Ziyaeddin Fahri ile Türkiye’ye döndükten sonra yakın münasebetleri ve dostlukları olacaktır. Bu arada Louis Massignon, Hıristiyanlığa geçip papaz olan Girit asıllı Türk Paul Molla, o yıllarda Paris’te bulunan A. Adnan Adıvar ve eşi Halide Edip’le tanıştı. Adıvar’dan sonra Massignon’a Türkçe dersleri verdi. M. Blondel üzerinden başlayan mistik ilgileri Massignon etkisiyle İslâm tasavvufuna, özellikle vahdet-i vücûd felsefesine doğru gelişti. Tezinde ve ahlâk felsefesinde izleri görülen Hallâc-ı Mansûr’un (İsyan Ahlâkı, s. 195-209), Yûnus Emre ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin eserlerini okumaya bu yıllarda başlamış olmalıdır. Hıristiyan mistisizmi ve ahlâkı konularında Blondel ve Paul Molla’dan faydalanmış bulunması muhtemeldir.

Strasburg’da ahlâk felsefesiyle ilgili hazırladığı Conformisme et révolte başlıklı tezini Sorbonne’a giderek savundu ve üstün başarı kazandı (2 Temmuz 1934). Avrupa’ya tahsile giden Türkler arasında ahlâk üzerinde çalışan ilk öğrenci ve Sorbonne’da felsefe doktorası veren ilk Türk Nurettin Topçu’dur. Tezini bitirdikten sonra Fransa’da kalması yönündeki teklifleri kabul etmeyip 1934 yazında Türkiye’ye döndü ve Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmeni olarak göreve başladı (29 Eylül 1934); sosyoloji dersi okuttu. Bu arada baba dostu Hüseyin Avni Ulaş’ın kızı Fethiye Hanım’la iki yıl sürecek bir evlilik yaptı. Lise müdürü Behçet Gücer’in bazı öğrencilere geçer not vermesi isteğini geri çevirdiği için düğün günü İzmir Lisesi felsefe öğretmenliğine tayin emri geldi. 6 Mayıs 1936 – 31 Ekim 1937 tarihleri arasında askerliğini yaptı.

İzmir’de bulunduğu yıllarda Hareket dergisini yayımlamaya başladı (Şubat 1939). İlk sayılardaki yazıları (meselâ “Rönesans Hareketleri” [sy. 1], “Asrımızın Hareket Adamları” [sy. 2], “Siyaset ve Mesuliyet” [sy. 3], “Zorba-Esir Medeniyetleri” [sy 4], “Mabet ve Tabiat” [sy. 5], “Neslimizin Tarihi” [sy. 6], “İki Mezar” [sy. 7]) hayatı boyunca izleyeceği düşüncelere hazırlıklı olduğunu göstermektedir. Derginin 4. sayısında yayımlanan ve Cumhuriyet’i kuran kadroyu eleştirdiği ileri sürülen “Çalgıcılar” yazısından dolayı İstanbul Vefa Lisesi felsefe öğretmenliğine nakledildi (29 Eylül 1939). Burada dört yıl çalıştıktan sonra Denizli İsmet İnönü Lisesi’ne tayin edildi (20 Ekim 1943). 4 Ekim 1944’te İstanbul Erkek Lisesi’ne nakliyle birlikte on yıllık sürgün hayatı sona erdi. Arada Vefa ve Haydarpaşa liselerindeki öğretmenlikleri dışında emekliliğine kadar on sekiz yıl burada çalıştı. Bu arada Bergson’la ilgili teziyle felsefe doçenti unvanını aldıysa da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi kurullarınca kadroya tayin edilmedi. Yalnız bir süre Hilmi Ziya Ülken’in başında olduğu Sosyoloji Kürsüsü’nde eylemsiz doçent statüsünde ahlâk dersleri verdi. Ayrıca Robert College’da tarih (1946-1961), İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda psikoloji, felsefe, din psikolojisi ve dinler tarihi (1955-1960) öğretmenliği yaptı. 1960 ihtilâlinden sonra bu ek görevlerine son verildi. 20 Kasım 1974’te yaş haddinden emekli oldu. Kısa süren bir hastalıktan sonra 10 Temmuz 1975’te vefat etti. Ertesi gün Fâtih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Topkapı Kozlu Kabristanı’na defnedildi.

Fransa dönüşünde çocukluk arkadaşı Sırrı Tüzeer vasıtasıyla Nakşî Hasib Efendi (Yardımcı) ve Abdülaziz Efendi (Bekkine) ile tanışan Topçu hayatı boyunca etkileneceği Abdülaziz Efendi’ye intisap etmiştir. İstanbul Erkek Lisesi’nden hocası Celâl Hoca’dan (Ökten) İslâmî ilimler, İslâm tarihi, kelâm ve felsefe yönünden faydalanmış, daha sonra İmam-Hatip Okulu’nun kuruluşu sırasında programların hazırlanmasında onunla beraber çalışmıştır. Fikrî ve siyasî faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı ve Milliyetçiler Derneği’nde sürdüren Topçu Millî Türk Talebe Birliği, Aydınlar Ocağı ve Türkiye Millî Kültür Vakfı’nın bazı faaliyetlerine katılmış, seminer ve konferanslar vermiş; fetih-Fâtih, Mehmed Âkif ve Çanakkale anma toplantılarının yapılmasına öncülük etmiştir. 1960 ihtilâlinin ardından Ali Fuat Başgil’le birlikte Adalet Partisi’nin kuruluş çalışmalarına katılmış ve 1961 seçimlerinde Konya’dan senatör adayı gösterilmiştir. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimi esnasında Başgil’e yapılan muamele ve Süleyman Demirel’in parti başkanlığına getirilmesi sırasında takınılan tavırlar yüzünden bu çevreyle münasebetlerini kesmiştir.

Fikirleri. Nurettin Topçu’nun coğrafya olarak Anadolu’yu, tarih ve kültür olarak Selçuklu-Osmanlı tecrübesini merkeze alan, buradan en geniş ve belirleyici daire olarak İslâm’a ve özellikle tasavvufa intikal eden, Batı dünyasına ve insanlık tecrübesine uzanan bütüncül bir düşünce dünyası vardır. Meselelere ahlâk üzerinden yaklaşır. Cumhuriyet devri Türk felsefecileri ve aydınları arasında ahlâk konusunda en çok yazı kaleme alan ve bu alandaki vurgularını bütün hayatı boyunca sürdüren kişi Nurettin Topçu olmalıdır. Doktora tezinde geliştirdiği isyan ahlâkı fikri M. Blondel’in, bazı bakımlardan Immanuel Kant ve Henry Bergson etkileri taşıyan hareket (action) felsefesinden ilhamla determinist, rasyonalist, sosyolojist, pragmatist ahlâk anlayışlarının karşısında bir düşünce, bir tez olarak teşekkül etmiş ve gelişmiştir. Çıkardığı derginin adının Hareket olması doğrudan bu çizgiyle alâkalıdır.

İlk yazılarından itibaren bir taraftan Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesini hesaba katarak fakat onu aşmayı hedefleyerek tenkitçi bir bakış açısıyla yeni bir insan, millet, devlet modeli inşa etmeye çalışırken diğer taraftan bunların o günün şartlarında ve tarihten gelen sağlam zeminler üzerine oturmasını mümkün kılacak bir rönesans fikri, bir tarih, ilim, sanat, ahlâk, felsefe, tasavvuf ve din anlayışı geliştirmeye yönelmiş, metafiziği dışlayan felsefî temayüllere karşı çıkmış; duygu, akıl, sezgi ve aşk kavramlarını yeniden yorumlayıp ahlâk ağırlıklı bir felsefe kurmuştur. Kendisinden önce başlayan Anadolucu milliyetçiliğini İslâm merkezli bir yoruma taşımış, bunu yaparken Turancılığı, ırkçılığı ve topraktan tamamen kopuk milliyetçilikleri, İslâmcılığı eleştirmiş, modernizmin katı ölçütlerine boyun eğmeden Batı, Doğu ve İslâm medeniyetlerini mukayeseli şekilde ele almayı denemiştir. Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, kültür ve medeniyet, sanayileşme, kuvvet ve teknoloji meselelerini büyük ölçüde dönemindeki yaklaşımlardan farklı bir üslûp ve muhteva ile tartışmıştır. Türkiye’nin kapitalist ekonomik sisteme ve ahlâk anlayışına, bunların üzerinden Amerikan sempatizanlığına doğru kaymaya başladığı Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren İslâm/Anadolu sosyalizmini savunmuş, maarif, mektep ve din eğitimi konularını özellikle işlemiş, bir hareket adamı olarak yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, gösterişsiz çalışan, ruh cephesinin “maden işçileri” olacak (Yarınki Türkiye, s. 14) idealist bir nesil yetiştirmek için çaba göstermiştir.

Topçu’nun özel anlam daireleriyle inşa ettiği, ahlâk telakkisini, felsefesini ve kapitalist dünya görüşüyle Cumhuriyetçiler’in ideolojisine karşı muhalif fikirlerini dayandırdığı iç içe üç ana kavram isyan, hareket ve iradedir. İsyan, mutlak itaate ulaşabilmek için tek tek anlamlı olan ara durakların (arzu ve ihtiraslar, aile, cemaat, millete ait örf ve alışkanlıklar, devletin kuralları vb.) bağlayıcılığından ve onların kişiliği sınırlayıcı, hürriyeti daraltıcı, esareti kuvvetlendirici, insanı çürütücü etkilerinden sıyrılmayı, kendini aşarak daha üstün bir nizama, tabiat üstü âleme, birliğe ulaşmayı, Allah’a doğru yükselmeyi ifade etmektedir; ona göre “isyan Allah’ın bizdeki hareketi”dir. İsyan ahlâkını anarşizmden ve bireycilikten ayıran şey ebedî ve âlemşümul merhamet nizamına bağlı olması, sonsuz kuvvete itaat ve teslimiyetle neticelenmesidir. Ahlâkî vasfını taşıyan her hareket insan açısından bir anarşizm, ilâhî irade karşısında ise bir itaattir (İsyan Ahlâkı, s. 33, 37; İradenin Davası, s. 73; Yarınki Türkiye, s. 61). Bir hareket, ancak kendi içerisinde baş kaldırdığı nizama karşılık yeni ve zorunlu olarak daha üstün bir nizamın iradesini taşıyorsa isyan adını alabilir (İsyan Ahlâkı, s. 195). İçe ve dışa doğru mücahede ve mücadelelerle gelişen ve mutlak itaate doğru seyreden isyan aynı zamanda özgürleştirici, kişilik kazandırıcı bir hareket, ahlâkî bir eylemdir. Hürriyet isyan ve hareket sırasında irade ile kazanılır, verili bir şey değildir.

İnsanın bütün eylemlerini yüce bir seviyeye doğru çıkararak tekâmül ettiren hareket, “insanla Allah’ın bir terkibidir” (Topçu’nun doktora tezinden itibaren tekrarladığı bu ifade Blondel’e aittir). Diğer bir ifadeyle hareket, ferdin kendi kendisini ve başka varlıkları bir üst mertebeye ve sonsuzluğa doğru değiştirmesidir. Bu hareket aynı zamanda, kendini ve eşyayı tanımanın en emin yolu olarak ahlâkî bilginin kaynağı ve tecrübe edilerek ulaşılan iyilik fikrinin nüvesidir. İradeye yaslanan ve bir amaca doğru seyreden eylem gerçek ve hür hareket, ahlâkî hareket adını alır. Tam ve gerçek hareket her defasında en iptidai bir karar ve feragatte bile bütün âleme yayılış, oradan sonsuzluğa geçiş, sonsuzluktan aldığı kuvvet, bütün âlemden aldığı ibretle ve zekâ ile iradenin bütün kuvvetlerini kullanıp tekrar ferdî âleme dönüş ve bu noktadan âlemle temastır (Var Olmak, s. 17, 18). Zekâ tek başına bu seviyede bir hareketi gerçekleştiremez; derunî bilgi ve sezgiye dayalı düşünce mutlaka ona eşlik etmelidir. Descartes’ın meşhur sözü şöyle olmalıdır: “Hareket ediyorum, düşünüyorum, birliği seviyorum, o halde varım” (a.g.e., s. 20). İrade ise insanın iç ve dış duyulardan, tabiattan ve cemiyetten aldığı etkileri karşılayan, ardından öznel ve kişisel karara dönüşen, nihayet hareket şeklinde dışa vuran bir kudret, Allah’a kadar yükselmek isteyen içsel, mistik bir kuvvettir (İradenin Davası, s. 17-18, 23). Hürriyet duygularla benlik (şuur) ve iradenin, kararla hareketin çarpıştığı muazzam sahnedeki tercihlerde tam karşılığını bulur. Duyulardan başlayarak Allah’a kadar yükselen merhalelerin her birinde insandaki rahata, hayatla barışık olmaya, uyuma meyilli güçler devreye girer ve irade ile çatışır. Aynı zamanda yetiştirici ve yükseltici fonksiyonu olan ıstırap da bu çatışmalar sırasında meraklar, sıkıntılar, vehimler, meyiller arasından doğar. Bu mânada ıstırap müsbet ve yüceltici bir şeydir, çünkü büyük hareketler büyük ıstırapların eseridir.

Topçu’nun dönemin diğer milliyetçi-muhafazakâr düşünce çevrelerinden ayrılan tarafları bu üst kavramlarda başlamaktadır. Genellikle milliyetçilik ve muhafazakârlık toplumun yerleşik değerlerini, örf ve âdetleri, devlete itaati bir şahsiyet olarak insandan ve hürriyet fikrinden daha üstün bir yerde konumlandırmakta, Durkheim-Gökalp çizgisini takiben vazifeyi öne çıkararak sosyal determinizme bağlı cemiyet adamı yahut iyi vatandaş aramaktadır. Topçu şahsiyeti geri plana iten bu yaklaşımın (sosyolojist-konformist görüşün) kişi ve toplumları sürü haline getireceğini, sonuçta hem tarihi hem de bugünü eleştiri süzgecinden geçirme teşebbüslerini engelleyeceğini ileri sürmektedir. Ona göre cansızlar, bitkiler ve hayvanlara mahsus özellikleri bünyesinde barındıran insan eşref-i mahlûkat olma özelliklerini bir ferdiyet ve şahsiyet olma çabası içinde kazanır. En aşırı yorumunu Nietzsche’de bulan bireycilik (endividüalizm) insanı kendi kendine yeterli bir varlık halinde düşünürken Durkheim’in ve Ziya Gökalp’in cemiyetçiliğinde (sosyolojizm) fert kendi başına değer taşıyan bir varlık olmaktan tecrit edilmiş, kendine has tasavvurları, duyuş tarzı ve iradesi yok farz edilerek bunların cemiyetten ferde geçtiği iddia edilmiştir. Bu tezlerin ilkinde fert kendisinin, ikincisinde cemiyetin mahkûmudur. İki durumda da insanın hürriyeti ve yücelme kabiliyeti zaafa uğramış, gerçeğe ulaşma yolları tıkanmıştır. Topçu’nun hareket ve irade kavramlarıyla irtibatlı şekilde tercih ettiği şahsiyetçilikte ise (personalizm) insan kendi hür iradesiyle bağlandığı inançlar, ruhî münasebetler ve yüklendiği mesuliyetlerle kendinin ve cemiyetin içinde eriyip kaybolmaktan kurtularak büyük, bölünmez bütün bir varlık olma imkânını elde edecektir. Kendine yeterli bu insan kendine inanmış, azmi sonsuz, iradesi demirden, ihtirası ilâhî bir insandır (Mevlâna ve Tasavvuf, s. 118). Bütün ömürleri boyunca aynı iman ve kanaatin sahibi olan büyük adamlar devirlere, zaruretlere göre değişmedikleri gibi cemiyetlere göre de değişmezler, çünkü cemiyetten daha kuvvetlidirler; bu sebeple cemiyeti kendilerine uydurarak sürüklerler, sürükleyemezlerse onunla çarpışırlar (Mehmet Âkif, s. 15). Şahsiyetli insanın ayrılmaz vasfı olan mesuliyet ise ferdiyeti harekete sevkeden ve hareketten sonra kuvvetlenerek büyüyen bir iradedir; âlemşümul hale gelmiş bir merhamettir; hürriyetleri tayin eden, hür hareketleri vicdan karşısında önüne geçilmez bir zaruret yapan, ahlâk meselesinin de kaynağında olan temel bir kavramdır (Yarınki Türkiye, s. 119; İradenin Davası, s. 71). Merhamet, hürmet ve hizmet ise ahlâkî şahsiyeti tamamlayan diğer üç kavram olacaktır.

Nurettin Topçu’nun düşüncesinde tasavvuf ve özellikle vahdet-i vücûd telakkisi, İslâm’ın tercih edilebilecek meşrû yorumlarından ilki olmaktan daha ötede şahsiyeti öne çıkaran kuvvetli bir isyan, irade ve hareket fikri taşıması dolayısıyla kelâm ve fıkha dayalı yorumların önüne geçirilmiştir. Bu tavır eş zamanlı olarak istisnaî bir duruşa ve yoruma işaret etmektedir. Topçu’nun yaşadığı dönemde ve bir önceki devirde yeni Selefî hareketin de etkisiyle tasavvuf ve tarikatların teşkil ettiği zihniyet dünyası ve yaşama biçimi itikadî bakımdan bozucu ve dağıtıcı, felsefî açıdan sıradan ve derinliksiz, sosyal ve kültürel yönden pasif, donuk ve meskeneti besleyici, İslâm toplumunu geriletici, dışarıdan gelmiş bir düşünce ve yaşama biçimi olarak değerlendirilmekteydi. Topçu’ya göre yerleşik İslâm (kelâm) yorumunun Allah ile eşyanın ve insanın varlığının birbirinden kopuk iki ayrı varlık biçimi olarak kabul etmesi, aynı şekilde Allah’ın iradesiyle insanın iradesini (küllî irade ile cüzî iradeyi) kategorik açıdan birbirinden ayırması dinî tecrübeyi zaafa uğratmış, insanın yücelmesinin önüne set çekmiştir. “Bir olan varlığı Allah ve kâinat diye ikiye bölüp iki görme hali ruh için şaşılıktan başka bir şey değildir. Ancak fert fert eşya, şekiller ve tek tek varlıklar Allah olamaz. (...) Vahdet-i vücûd gözünde Allah’ı kâinat dışına esirgemek O’nu dosdoğru tanımamaktır. (...) Hakiki İslâm inancına göre her şeyde gözüken Allah’ı her şeyden ayrı düşünmek tezada düşmektir” (Mevlâna ve Tasavvuf, s. 169-170). Aslında bütün âleme yaygın olan bir irade ile ona iştirak eden insanın ruh yapısı söz konusudur. İnsanın şuur kazanması ve insanlığının yükselişi bu iştirakin anlaşılmasıyla ve bu yolda ilerlemesiyle mümkündür. Aksi halde sadece bütünden ayrılmış ve benliğine mahkûm olmuş insandan bahsedilebilecektir. Amacına ulaşabilen gerçek ve tam irade fertten başlayan, aile ile devleti yani otoriteyi isteyen, millet ve insanlık basamaklarından geçerek Allah’a ulaştıran iradedir. İnsan, damarlarından sızan iradeyi kendi eseri zannetmekle yanılıyor. Hakikatte irade birdir. O istek halinde âleme yaygın kudretin insandaki adıdır (İsyan Ahlâkı, s. 204; İradenin Davası, s. 14-15). Dinî mistik tecrübeden çıkan bir de tasavvuf metafiziği yahut mistik nazariyat vardır. İslâm tasavvufu bu tarafıyla Kur’an’dan kalp ilmini çıkaran bir felsefedir. Ayrıca İslâm felsefesi adı verilebilecek düşünce geleneği de esas itibariyle tasavvuf olmalıdır. Bugün İslâm felsefesi denen ilim aslında müslüman filozofların yaptığı bir felsefe olabilir, yoksa kaynak itibariyle Aristo’ya dayanan Meşşâîlik İslâm felsefesi olamaz. İslâm’ın ibadet ve muâmelât kısmının şekil ve kural merkezli olarak anlaşılması ve yaşanması neticesinde öz ve esas unutulmuş, öze ulaştırıcı olmaktan başka kendinden bir değeri olmayan otomatik şeklî hareketler, anlamsız sayılar, katı kaideler öne çıkmıştır.

Topçu’nun tasavvuf anlayışı onun bilgi, bilim ve felsefeyle ilgili düşünce ve yorumlarını doğrudan etkilemiş, hatta büyük ölçüde belirlemiştir. Ona göre insanın kanun ve nizamı bilme ve birliği tanıma istikametinde seyreden düşünme ve bilgi kademelerini belli bir hiyerarşi içinde ele almak gerekir. Kendi sınırları içinde kalmak ve bir sonraki üst kademeye yol açmak şartıyla duygu, akıl, sezgi, aşk, ihtiras ve merhamet üzerinden elde edilen bilgilerin her biri değerli ve geçerlidir. İnsanın varlık üzerindeki hareketi şeklinde de anlaşılabilecek düşünme ve bilgi, his ve tecrübe düzeyinde ilme, akıl düzeyinde felsefeye, aşk ve ilham düzeyinde ilâhî ve sonsuzluk bilgisine, hakikat aşkına kaynaklık eder. Duyularla akıl dinî hayata disiplin ve düzen sağlayıcı dış unsurlardır. Onlar dinin özüne götürmez. Dinde akıl sadece bir disiplin gücüdür (Mevlâna ve Tasavvuf, s. 147). Modern Avrupa ilim ve felsefesi hatta akılcılığı, sınırları ve Türk kültürüyle irtibatları yerinde ve doğru çizilmek şartıyla üst bir anlam ve değere sahiptir. Onun için yarınki Türk cemiyetini yoğuracak ruh, eski Asya’nın hikmetiyle Kur’an’daki ilhamı kendinde birleştirdiği halde Garp’ın dört asırlık ilmine hayran, zihniyetine sahip, felsefesine âşina olacak Anadolu dervişinin ruhu olacaktır (Var Olmak, s. 101). Modern ilim ve felsefe anlayışının ısrarla eleştiri konusu yapılması gereken yönleri metafiziği geriye itmesi veya reddetmesi, pratik fayda ve menfaat anlayışı üzerinden hakikat aşkını öldürmesi, izâfîlik üzerinden sonsuzluk ve ebedîlik kavramının zaafa uğratılması ve nihayet ilmin tekniğe ve kuvvete indirgenmesidir. Bu sebeple pozitivizm, pragmatizm ve sosyolojizm hakikat düşmanı üç felsefedir. Çünkü pozitivizm hakikati deneylere, pragmatizm menfaatlere, sosyolojizm cemiyete teslim etmektedir (Yarınki Türkiye, s. 67-72).

Nurettin Topçu’nun metafizik ilgileri onun düşünce dünyasının tabiatı kadar hümanist, pozitivist ve seküler düşüncenin etkisi altında ortaya çıkan ve katılaşan metafiziği dışlayıcı felsefe doktrinlerine ve entelektüel temayüllere muhalefetiyle de alâkalıdır. Metafiziğin “eski devre ait bir şey, karanlık ve anlaşılmaz bir fikir, dinin öz kardeşi, bir vehim” gibi ifadelerle tasvir ve reddedilmesi, 1930’lu yıllarda Tanrı ve ruh bahislerinin ders kitaplarından çıkarılması gibi teşebbüsler, insanın daha üstün bir akla yönelip kendini aşması ve yücelmesinin yolunu kapatmakla kalmamış, hakikati araştırmayı sınırlandırarak felsefeyi de fakirleştirmiştir (Kültür ve Medeniyet, s. 48-49; Türkiye’nin Maarif Davası, s. 140). Topçu’nun Türkiye’deki eş zamanlı ilgilerden farklı olarak varoluşçuluk akımıyla, özellikle Kierkegaard ve kısmen Heidegger üzerinden hıristiyan/dinci egzistansiyalizmle ciddi biçimde ilgilenmesi de esas itibariyle metafizikle alâkalı görünmektedir.

Topçu, bütün Batılılaşma tarihini kuşatan kültür-medeniyet ayırımı meselesini yeniden ele alan düşünürlerden biridir. En önemli vurgusu bu ayırımın yüzeyselliğine dair olanıdır. Ona göre evrensel denilen ve büyük ölçüde bilim ve teknoloji üzerinden tanımlanan medeniyet zorba ruhundan ve kapitalist bağlamından ayrı ele alınamaz. Bu çerçevede bilim ve teknoloji, hakkın yerine geçen kuvvetin hâkimiyetinin ve insanla tabiatı tahrip eden sanayileşmenin, sömürünün kaynağıdır. Kapitalist sistemi güçlendiren ve insanı esarete sürükleyen teknolojik gelişmeleri insanlık adına ilerleme diye göstermek büyük bir yanlışlıktır. Ağır sanayi söylemlerinin meşrû bir savunma ve atılım hamlesi olarak takdim edildiği, fabrika bacaları ile minarelerin yan yana zikredilip resmedildiği o yıllarda Topçu’nun bu fikirleri muhafazakâr ve mütedeyyin kesim tarafından fantezi veya kalkınma karşıtlığı gibi sathî düzeyde anlaşılmıştır. Demokrat Parti iktidarının ilk yıllarından itibaren savunmaya başladığı İslâm sosyalizmi (Anadolu sosyalizmi, milliyetçi sosyalizm) düşüncesi de bir ekonomik sistem tercihi olmaktan ziyade bir hak ve ahlâk meselesidir. Bu duruş Topçu’nun dilinde kul hakkının yoğun biçimde ifadesidir. Burada Türkiye’nin ve sağ muhafazakâr kanadın dış politik tercihlerinde Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaşması ve komünizm tehlikesi üzerinden meşrulaştırılan kapitalist liberal ekonomi ve düşünceye doğru kaymasına yönelik ciddi bir muhalefet ve tenkit söz konusudur. Onun ifadesiyle, “Hakikatte bu dava İslâm’ın özünde barınan hak davasıdır. Sosyalizm, çiğnenmesi halinde Allah’ın da affetmeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıdır” (Ahlâk Nizamı, s. 180). Bu çerçevede liberalizm devletin anarşiyi himayesi veya gücünü başı boşluğu himaye için kullanması, varlık sebebi büyük sanayi ve kapitalizm olan, din ve mâneviyat karşıtı komünizm ise bir reaksiyon hareketi olarak zulme karşı zulüm mânasına gelmektedir.

Millet ve milliyetçilik meseleleri, Topçu’nun eserlerinde hem isyan ahlâkıyla irtibatı olan ferdiyetin yükselip sonsuzluğa uzanması süreçlerinin bir parçası, hem de Türkiye’nin modernleşme döneminde kendini yeniden anlamak ve tanımlamak için yıllardır tartıştığı önemli bir problem ve bir eleştiri konusu olarak yer alır. Ziya Gökalp’in Turancılık davası ile başlayan maddeci ve ütopik milliyetçiliğin Cumhuriyet döneminde kaba maddeci ve realist milliyetçiliği doğurduğunu düşünen Topçu, İslâmcılar’ın dini milletten ayıran gayretlerinin de ayrı bir zihin karışıklığına sebebiyet verdiğini ileri sürmektedir (a.g.e., s. 156-157). Anadolucular’ın Türk milletini ve milliyetçiliği tarif için Malazgirt Savaşı ile başlattıkları bin yıllık tarih vurgusunu ve toprak/vatan olarak Anadolu ısrarını paylaşan Topçu bu çizgiye belirleyici ve kuvvetli bir üst unsur olarak İslâm’ı ve tasavvufu ekler. Ayrıca bu ruhçu milliyetçiliğin temellerinin Melikşah, Mevlânâ, Yûnus, Fâtih ve Yavuz gibi Türk siyaset ve mâneviyat ikliminin büyükleri tarafından atıldığını söyleyerek milleti ve milliyetçiliği yeni ortaya çıkmış bir hadise gibi yorumlayanları aşmak ister. Topçu 1950’li ve 1960’lı yıllarda milliyetçiliğin antikomünistlik ve Amerika/kapitalizm taraftarlığıyla paralel hale gelmesine de sert bir şekilde karşı çıkmış, bunu “doktrinsiz ve kanaatsiz bezirgânlık” diye adlandırmıştır.

Topçu’nun devlet ve siyasete ilişkin fikirleri şahsiyet olarak insan ve millet üzerinden inşa edilmiş gibidir. Hegel’in, “Devlet ilâhî iradenin yeryüzünde gözükmesidir” cümlesini eserlerinde birkaç defa zikreden Topçu, “milletin şuuru, millet iradesinin gözüktüğü yer” diye nitelendirdiği devleti ferdiyetin yüce Allah’a ve sonsuzluğa doğru hareketinin bir durağı, bir menzili şeklinde telakki eder. Devleti meydana getiren üç temel öğe birlik halinde bir halk kütlesi, vatan toprağı ve idare edici iktidardır. Dolayısıyla devlet tek başına varlık alanına çıkabilen ve anlamlı hale gelen müstakil, kendinden bir vâkıa, bir varlık değil ferdin ruhunda harekete başlayan, milleti oluşturan ve ilâhî iradeye kavuşmak için hamleler yapan iradenin fertten Allah’a götüren yoldaki bir durağıdır. İnsanın yükseliş çizgisi yukarıdan aşağıya, Allah’tan insana doğru hâkimiyet kavramı etrafında tezahür eder. Bu aynı zamanda bir siyasî kavram olan egemenlik fikrinin Allah’ta temerküz ettiğini ve oradan âleme, devlete, insana yayıldığını gösterir. Yükseliş çizgisi aşağıdan yukarıya, insandan Allah’a doğru itaat ve teslimiyet kavramları etrafında şekillenir.

Devleti inşa edecek ve taşıyacak temel kavramların ilki devlet varlığının esaslı unsuru olan otoritedir. Bu otorite yüce Allah’tan insan şahsiyetine doğru inen hâkimiyet ve irade kavramlarıyla irtibatlıdır (Büyük Fetih, s. 13-15; İradenin Davası, s. 46, 48). İkincisi merkeziyetçilik olup adalet ve mesuliyet prensipleri etrafında gelişerek bir hukuk ve ahlâk nizamının adı olmaktadır. Üçüncüsü halkın bütün ihtiyaçlarına uzanan, onları karşılamaya çalışan, mesuliyet iradesiyle birlikte kul hakkını merkeze alan hür bir totalitarizme dayanmış olmasıdır. Yalnız devletin otoritesi ve kuvveti milletin otoritesi ve kuvvetinden bağımsız değildir. Otoritenin kurucusu devlet olmakla beraber olgunlaşması ve devamlılığı otorite iradesini milletten alması ile imkân dahiline girer. Bugün sivil toplum kuruluşları denen ve “devlete bağlı bulunmayan organizasyonlar” diye tarif edilen, Topçu’nun ise “sosyal teşkilât” dediği yapılar İslâm ve Selçuklu-Osmanlı tecrübesinde devletin içinde yer almaktadır. Vakıflar bunun örneğidir. Milletin siyasî iradesiyle devletin siyasî iradesi arasında Batı’da olduğu gibi bir otorite zıtlaşması, bir menfaat çatışması problemi yoktur. Sadece bir derecelenmeden bahsedilebilir. Halka dayanan, halk tarafından kontrol edilen, ancak halkın üstünde duran ve onun dileklerini Allah’ın iradesine bağlayan kuvvet en iyi hükümettir. Mesuliyet iradesini Allah’tan almayan ve halkın karşısında sorumluluk tanımayan bir idare haklı ve âdil bir milliyetçilik rejimi olamaz. Millet fertlerini Allah iradesine bağlayıp yaşatacak iktidar Hakk’ın hâkimiyeti ve halkın hükümetidir (a.g.e., s. 130).

Nurettin Topçu’nun sistematiğinde hürriyet ve eşitlik kavramları adalet ve mesuliyete göre ikinci derecede bir yere sahiptir. Çünkü hürriyet tabii değil sosyal bir hadisedir. Cemiyetin içinde bir anlam kazanan hürriyetin bir üst düzeye çıkabilmesi için insanda tabii olarak var olan hareket ve düşünce ile irtibatlanması gerekir; gerçek hürriyet hareket ve isyan içinde kazanılır. Bu durumda da hürriyet müstakil değil bağımlı bir kavram haline gelir. Hürriyet, “hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan her istediğini yapabilmek” diye tanımlanırsa bu, insanlar için duyuların ve bedenin hürriyeti veya bir iradeye değil içgüdülere tâbi olan hayvanlar dünyasının hürriyeti olabilir. Burada bir şuur aranmadığı gibi ideal olarak da gösterilemez. İnançsızlık ve liberal eğilimlerin ortaya çıkardığı hürriyet kavramı bir hile değilse anarşiden başka bir şey olamaz.

Eserleri. Topçu’nun doktora ve doçentlik tezleriyle felsefe grubu için hazırladığı ders kitapları dışındaki eserleri çoğu sağlığında olmak üzere makalelerinden derlenerek hazırlanmıştır. 1997-2005 yılları arasında kitaplarına girmemiş makaleleriyle doktorasının biri kendine ait olmak üzere iki tercümesi, yayımlanmamış romanı ve bazı yazıları dahil bütün eserleri Ezel Erverdi ve İsmail Kara tarafından tekrar yayıma hazırlanmış ve yirmi bir kitaplık bir külliyat halinde Dergâh Yayınları arasında basılmıştır (burada kitapların ilk baskıları ile redaksiyondan sonraki ilâveli baskılarına işaret edilmiştir; madde içindeki atıflar son basımlara aittir): Conformisme et révolte: esquisse d’une psychologie de la croyance (Nurettin Ahmed adıyla, Paris 1934; tıpkıbasımı, Ankara 1990), Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlâk Görüşü (1955; 1970’ten sonra Kültür ve Medeniyet’in içinde), Mehmet Âkif (1873-1936): 20. Ölüm Yıldönümü (Ali Nihad Tarlan’la birlikte, 1957; Nihad Sami Banarlı, Ferruh Bozbeyli, Uğur Kökden ve Peyami Safa’nın yazıları ile ilâveli 2. bs., 1961), Türkiye’nin Maarif Davası (1960, 1997), Komünizm Karşısında Yeni Nizam (1960; 1970’ten sonra Ahlâk Nizamı’nın içinde), Ahlâk Nizamı (1961, 1997), Yarınki Türkiye (1961, 1997), Büyük Fetih (1962, 1998), Var Olmak (1965, 1997), Varoluş Felsefesi: Egzistansiyalizm (P. Foulquié’den derleme, 1967; son düzenlemede Varoluş Felsefesi – Hareket Felsefesi’nin içinde), Bergson (doçentlik tezi, 1968, 1998), İradenin Davası (1968; son düzenlemede Devlet ve Demokrasi ile birlikte, 1998), İslâm ve İnsan (1969; son düzenlemede Mevlâna ve Tasavvuf’la birlikte, 1998), Devlet ve Demokrasi (1969, 1998), Kültür ve Medeniyet (1970, 1998), Mehmed Âkif (1970, 1998), Mevlâna ve Tasavvuf (1974; İslâm ve İnsan’la birlikte, 1998), Milliyetçiliğimizin Esasları (1978), İsyan Ahlâkı (Conformisme et révolte adlı doktora tezinin tercümesi, trc. Mustafa Kök – Musa Doğan, 1995; sonradan bulunan Nurettin Topçu’nun kendi tercümesiyle karşılaştırılarak 2. bs., 1998. Topçu’nun kendi tercümesi de başında bir tetkik ve sonunda eski harfli elyazısı nüshasının tıpkıbasımı ile yayınlandı: İsyan Ahlâkı: Notlu Nurettin Topçu Tercümesi ve Eski Harfli Orijinali, haz. İsmail Kara, M. Fatih Birgül, Rıdvan Özdinç, 2015), Varoluş Felsefesi – Hareket Felsefesi (1999), Millet Mistikleri (portreler, 2001; ilâveli 2. bs., 2009), Amerikan Mektupları – Düşünen Adam Aramızda (2004). Ders Kitapları: Sosyoloji (1948, 2001), Psikoloji (1949, 2003), Felsefe (1952, 2002), Mantık (1952, 2001), Ahlâk (Orta 3, Emin Işık’la birlikte, 1975), Ahlâk (Lise 1 ve Lise 2, 1976; ikisi bir arada, 2005), Din Psikolojisi Bahisleri (haz. A. V. İmamoğlu, Erzurum 1995, İslâm mecmuasında yayımlanan din psikolojisiyle ilgili makalelerin toplu neşri; bu makaleler son neşirde İslâm ve İnsan – Mevlâna ve Tasavvuf kitabına ek olarak alınmıştır). Edebî Eserleri: Taşralı (hikâyeler, 1959, 1998), Reha (roman, 1999). Broşürler: İnkılap-İrtica (1951), Çanakkale (1952), Din ile Kinin Mücadelesi (Malatya hadisesi üzerine, 1952), Son Hadiseler ve Biz (Milliyetçiler Derneği aleyhine yürütülen kampanyalar üzerine, 1953), Şehit (1959). Broşürler son neşirde ilgili kitaplara girmiştir.

Nurettin Topçu’nun makale ve yazılarının yayımlandığı belli başlı dergiler (makale adedi yoğunluk sırasına göre): Hareket, Komünizme Karşı Mücadele, Düşünen Adam, Türk Yurdu, Şule, Bizim Türkiye, Büyük Doğu, Sebîlürreşâd. Yazı yazdığı gazeteler: Akşam, Yeni İstanbul, Yeni İstiklâl, Son Havadis, Hürsöz (Erzurum). Topçu Hareket dergisindeki bazı yazılarında “Nizam Ahmet” ve “Osman Asyalı” takma adlarını kullanmış, ayrıca dergi adına “Hareket” imzalı birçok başyazı yazmış, herhangi bir isim belirtilmeyen tercümeler ve mektuplar yayımlamıştır (kitap ve yazılarının kronolojik listesi, mükerrer neşirler ve hangi yazıların hangi kitaplara girdiği konusunda bk. Kara, Nurettin Topçu: Hayatı ve Bibliyografyası, s. 53-130).

Ziyaret -> Toplam : 125,32 M - Bugn : 76746

ulkucudunya@ulkucudunya.com