« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

08 Tem

2019

MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU / Söyleşi

Bahtiyar Aslan 01 Ocak 1970

12 YIL ÖNCE KAYBETTİĞİMİZ BÜYÜK ROMAN VE HİKAYE YAZARI MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU KİMDİR? KİŞİLİĞİ HAKKINDA BİZE NELER SÖYLERSİNİZ?
Mustafa Necati Sepetçioğlu 1932 doğumlu ve ona her şeyden önce bir Anadolu çocuğu olarak bakmak lazım. Tokat’ın Zile ilçesinde dünyaya geldiğini biliyoruz. Güzel taraflarından bir tanesi şu, ilk ve ortaokulu bildiğim kadarıyla Zile’de tamamlıyor ve İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’nde okuyor. Zannederim o çağlarda Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun akranlarının genel şeyi budur; Anadolu’daki başarılı öğrenciler bir sınavla İstanbul’daki başarılı liselere gelirler. Haydarpaşa Lisesi bir üretim merkezi gibidir. Oradan çokça kültür ve bilim adamı çıkmıştır, edebiyat adamı çıkmıştır. Oraya gelmesi onun için bir şans olmuştur. O devirde, devrin önemli isimlerinin orada hocalık yaptığını biliyoruz. Oraya gelişi bir tesadüf değil bir Anadolu çocuğunun başarısından sonra gelişen bir hadisedir. Ardından İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitiriyor. Değişik yerlerde memurluk yaptığını biliyorum. Genel yayın yönetmenliği yapıyor. Kızılay’ın yayınlarını yürütüyor. Buna benzer bir takım yayın işleri yapıyor. İaşesini sağlamak için böyle bir süreçten geçiyor. Türkiye’nin çalkantılı yıllarını bir delikanlı olarak da yakından müşahede ediyor. Ve dönemini belli bir şuur süzgecinden geçirdiği anlaşılıyor. 1970’lere gelindiğinde yani 60 İhtilali’nin on yıl sonrası, tekrar demokratik hayata geçiş aşamalarının olduğu bir dönem. Bu süreçte aşağı yukarı neler olduğunu biliyoruz. Sosyolojik olarak, tarihsel olarak biliyoruz. Yani Türkiye’de Türk milletine mensup olmanın, Türk olmanın aşağılandığı, horlandığı, Türklerin ötelendiği, küçümsendiği yıllar… Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun idrak ettiği bu süreç Türkiye’de iktidarın, siyasetin, gücü elinde tutanların -1940’lardan itibaren diyebiliriz buna- Türk olmaya, milliyetçi olmaya, milli ve tarihi mukaddeslerimize, dini mukaddeslerimize sahip çıkmaya hor bakıldığı dönemdir. Bunları öteleyen, yok sayan, tamamen yüzünü Batı’ya çeviren, dolayısıyla bizi kendi köklerimizden koparıp başka bir yere yamamaya çalışan bir iktidar vardı. Tabi bu, Türk milletine mensup olmaktan gurur duyan, bu şuuru duyan insanlarda birtakım yaralar açıyordu. Ve Mustafa Necati Sepetçioğlu bunu fark eden insanlardan birisiydi. Hüseyin Nihal Atsız gibi isimler bunun mücadelesini verdi, biliyorsunuz. Türkler binlerce yıldır kültür ve medeniyet yaratan bir millettir. Dolayısıyla bu coğrafyada var olacaktır ve Batı’ya karşı bir duruş gösterecektir. Böyle bir tavır geliştirmek durumundaydık. Bir milletin kendi kültürüyle, kendi tarihiyle arasına bir mesafe konuyordu. İşte Hüseyin Nihal Atsız ‘Bozkurtlar’ı yazarak bu kopuşu telafi etmek istemiştir. Mustafa Necati Sepetçioğlu da Türk milletinin Orta Asya’dan Anadolu’ya nasıl geldiğini, nasıl yerleştiğini, hangi mücadeleleri verdiğini ve burayı nasıl yurt edindiğini, ayrıca bu coğrafyadaki fethin manevi olarak nasıl desteklendiğini yani fethin nasıl tamamlandığını anlatan bir dizi roman yazdı. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nu Türk edebiyatında var kılan, öne çıkaran husus budur. Onun bu tarihi roman yazarlığıdır. Yani Mustafa Necati Sepetçioğlu bu hassasiyetleri göz önünde tutan, kendi kültürüyle barışık, kendi milletine zaman zaman romantik bakan ama kesinlikle objektif araştırmalar yaparak, kendi milletinin kültürünü ve tarihini incelemiş bir isimdir. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun bu yaptıkları karşımıza idealist bir tipi çıkartıyor. Beş on kişinin bir araya gelip başaramayacağı işleri başaran insanlardır bunlar. Bu tür adamlar büyük idealistlerdir. Bu isimler çok nadir gelir. Bu insanlar bir şeyler yazmanın, söylemenin çok zor olduğu zamanlarda kendi milletinin, dinini, kültürünü, örfünü, irfanını ve medeniyetini savunan insanlardır. Dolayısıyla bizim burada çok rahat konuşmamızın zeminini bu insanlar hazırlamışlardır.

MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU’NUN TÜRK EDEBİYATINDA YERİ VE ÖNEMİ NEDİR? ONUN KONUMUNU NASIL TARİF EDERSİNİZ?


Türk edebiyatında daha çok tarihsel romanlarıyla bilinir. Bu, bir çığır açmıştır. Ve bu romanlar çok akıcı romanlardır. Yani Türk tarihinin gerçeklerini bir roman diline dönüştürüp ve bunu ciddi bir şekilde vermek, çok büyük bir başarıdır. Bu romanlar ortaokul öğrencisinden tutun da üniversiteyi bitirmiş belli bir kültürel seviyeye ulaşmış insanlara kadar herkesin okuyabileceği bir özelliğe sahiptir. Bunu başarmak da Mustafa Necati Sepetçioğlu’na has bir şeydir. Hem ortaokul öğrencisinin dikkatlerini gözeteceksiniz hem de üniversite mezunu birinin dikkatlerini gözeteceksiniz, bu yapılması çok zor bir şey. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun bir de tarihi romancılığının gölgesinde kalan hikâyeciliği de vardır. Onlar daha aktüel kahramanlar içeren, onların psikolojisini betimleyen hikâyelerdir. Onlar da son derece başarılıdır. Bunun dışında bir de oyun yazarlığı vardır. Bu da hiç küçümsenemeyecek bir mertebededir. Ayrıca bunların dışında yazdığı makaleler, günlük yazılar, fıkralar da önemlidir. Mustafa Necati Sepetçioğlu yaşadığı dönemde edebiyatın pek çok alanında kalem oynatmış, belli bir başarıyı yakalamış önemli bir adamdır. Aslında günümüzde tam da Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun okunması gereken bir dönemden geçiyoruz. Bugünün iktidarı da muhalefeti de Türkiye’nin milliyetçi kesimi de İslamcı kesimi de Türk milletinin kültürel olarak bir açmaz içerisine düştüğünü ifade ediyor.

Mustafa Necati Sepetçioğlu Türklerin Anadolu’ya geliş sürecini anlatırken, bunu sadece bir tarihsel vaka, bir milletin kahramanlığı, bir milletin fetihçiliği gibi bir muhtevayla anlatmıyor. Bunun manevi zeminini de oluşturuyor ve götürüp Hoca Ahmet Yesevi’ye bağlıyor. Bütün bu süreci, Anadolu’nun yurt tutulması sürecini, Hoca Ahmet Yesevi’nin Anadolu’ya dervişlerini göndermesine bağlıyor. Ve bununla izah eder buradaki varlığımızı. Genç nesilleri bu romanlarla buluşturmamız gerekiyor. Ama ilginç bir şekilde sanki Mustafa Necati Sepetçioğlu okunmuş, bitmiş, hükmü geçmiş, artık günümüzde okunmasına gerek yokmuş gibi unutturulmaya çalışılıyor. Bana kasıtlıymış gibi geliyor. Bu anlamda sizin bu konuya eğilmeniz de sevindirici bir şey tabi. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun tekrar gündeme getirilmesi, ortaokullarda ve liselerde tekrar okutulması gerekiyor. Biliyorsunuz Milli Eğitim her sene okuma listeleri düzenler. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun kitaplarının da bu listelere girmesinde büyük yarar var.

HOCAM SİZİN DE DEĞİNDİĞİNİZ GİBİ MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU’NUN ESERLERİ İÇERİSİNDE ‘DÜNKÜ TÜRKİYE’ SERİSİ DİKKAT ÇEKİYOR. BU SERİNİN ÖNEMİNİ BİRAZ DAHA AÇAR MISINIZ?


Yazıldığı günden itibaren benim neslim de dâhil olmak üzere 4-5 nesli beslemiş bir seridir. Bu seri 10-20 yıldır çok gündemde değil. Akademik olarak yazan, çizen arkadaşlarımız var ama popüler olma anlamında, toplumun okuması anlamında bunlar yeterli olmuyor. Tabana yayılma anlamında olması gereken ne yazık ki gerçekleşemiyor. Bizim ve bizden önceki nesle bir aşağılık kompleksi pompalanmıştı. Kendi milletini, kendi kültürünü aşağılayan bir dönemden geçmiştik. Bu eserler olmasa idi, sadece Mustafa Necati Sepetçioğlu için söylemiyorum başka yazarlarımızı da buna dâhil etmek lazım, bunlarla karşılaşmamış olsa idik bu aşağılık kompleksinin, ötelenmişliğin, küçümsenmişliğin içerisinde kaybolup gidecektik. Bugün Türkiye’de 1970’lerden sonra milliyetçi bir nesil oluştuysa eğer bunda Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun romanlarının çok büyük bir etkisi vardır. İkinci olarak, seksenli yıllarda milliyetçi camianın yediği darbeyi, bizim ağabeylerimizin maruz kaldığı kötü muameleler döneminde bu romanları okuyarak, Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun, Hüseyin Nihal Atsız’ın, Altan Deliorman’ın ve daha pek çok ismin yazılarıyla bir nebze toparlanıyordu. Moral buluyordu. Durum şöyleydi; biliyorsunuz, bayrak için, vatan için mücadelede etmiş, ölümü göze almış insanlar bu memlekette ikinci sınıf insan muamelesi görüyorlardı. İşte bu insanlara bu süreçte moral takviyesi sağladı. Çünkü bize başka bir şey söyledi bu eserler; önemli olan el üstünde tutulmak, baş üstünde tutulmak değildir, bu çileli bir yoldur, bu çileye talip olanlar tarihin değişik dönemlerinde de günümüzde de hor görülecektir, bu tip kötü muamelelere uğrayacaklardır, fakat aslolan bu değildir, bunun başka bir yerde karşılığı vardır, bir ecri vardır… Bu his ve bilgiyle nesillere yardımcı oldu. Sonuç olarak, Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun, türdeşleriyle beraber bir nesli yoğurduğunu düşünüyorum. Yani Türkiye’ye bir nesil hazırladı. Bugün Türkiye’de bir şeyler başarılabiliyorsa milliyetçilik, muhafazakârlık adına, millet adına, devlet adına atılan bu tohumların bir neticesidir. Onun için de tekrar gündeme getirilmesi, tekrar tekrar nesillere okutulması gerekmektedir.

HOCAM, BİR MİLLETİN OLMAZSA OLMAZLARI DESTANLARIDIR. MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU’NUN BU KONUDA DA CİDDİ ESERLER VERDİĞİNİ BİLİYORUZ. SEPETÇİOĞLU’NUN DESTANLARINI NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?


Türk destanlarının yeniden gündeme getirilmesi çok önemli bir meseledir. Yaptığı şudur esasında, bir güncelleme çalışmasıdır. Tekrar okunmasını sağlama çalışmasıdır. Bu aslında Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devletin programa aldığı bir faaliyettir. Yani milli bir devleti ve milli bir kültürü yaratma çerçevesinde kendi destanlarımızla buluşmak, gündeme getirmek, bu destanlardaki bakış açısını modern eserlere uyarlamak ve Anadolu’da bir uyanış gerçekleştirmek istenmiştir. Biliyorsunuz problem şu, Türk tarihini bazı kesimler parçalı olarak algılamaya yönelik bir temayül içerisindedir. İslamiyet’ten önceki ve İslamiyet’ten sonraki dönem olarak iki döneme parçalarlar. Mesela Yahya Kemal coğrafya eksenli düşündüğü için 1071 sonrasını esas alır. Bu ne demektir? Türk milleti Anadolu’ya geldikten sonra bir hüviyet kazanmıştır, bundan önceki başka bir şeydir der. Bir başka kesim de Cumhuriyet’i çok kutsayan, bugün tırnak içinde Kemalist diye algıladığımız kesim de 1923 öncesini yok sayar. Mustafa Necati Sepetçioğlu Türk tarihini bir bütün olarak düşünen, destanlar devrinden beri bizim bir bütün olduğumuzu, belli bir devlet, millet algımızın olduğunu düşünen ve bu doğrultuda eserler üreten bir yazardır. Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun destanlar devrinden İstanbul’un fethine kadar gelmesinde bu şuur göze çarpar. Bir de Çin sınırlarındayken bu destanların oluşmasındaki öz neyse, oradaki şiarımız neyse bugünkü düsturumuzda odur. Bu bir kültürel koddur. Bu coğrafyanın değişmesiyle, zamanın değişmesiyle değişebilen bir şey değildir. Bu destanlar böyle bir şuurun neticesidir. Yaşadığımız bütün hercümerçlerden sonra, bütün bu çalkantılardan sonra Türklerin dünyaya hükmetme, bir emperyal devlet olma -sömürme anlamındaki değil- dünyanın herhangi bir yerindeki mazluma el uzatma gibi hasletleri en eski çağlardan beri vardır. Bunu zaman, zemin değiştiremiyor, akan bir ana damar var. Türkler arketiplerinden yani bu destanlardan itibaren aynıdır.

1980 YILINDA ‘TÜRKİYE MİLLİ KÜLTÜR VAKFI KÜLTÜR ARMAĞANI’ 1994’TE’ İLESAM ÜSTÜN HİZMET BERATI’ ALMIŞ VE 1998’DE ATATÜRK DİL-TARİH KURUMU ŞEREF ÜYELİĞİ’NE SEÇİLEN BİR YAZAR OLARAK MUSTAFA NECATİ SEPETÇİOĞLU’NUN BUGÜN DEĞERİNİN BİLİNMEMESİ, UNUTULMASI VEYA UNUTTURULMASI HAKKINDAKİ YORUMLARINIZ NELERDİR?


Demin de söyledim Mustafa Necati Sepetçioğlu’na belki de bugün daha çok ihtiyacımız var. Unutulmasında bir takım adamları ya da birtakım kesimleri suçlamak çok kolay. Öncelikle kendimizde bir suç aramamız lazım. Yani bu işe kendimizden başlamamız lazım. Ben bir akademisyen olarak, Türkiye’de belli bir hizmeti gören Türk Edebiyatı Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni olarak üzerime düşeni yapıyor muyum? Buna kolaylıkla evet diyemiyorum. Her zamankinden daha çok sahip çıkması gereken kitleler, Mustafa Necati Sepetçioğlu na çok fazla sahip çıkmıyor. Nihal Atsız’a da çok sahip çıkılmıyor. Hatta Nihal Atsız, çok farklı Atsız yorumu olan bir kitleye sanki terkedilmiş gibi. Bunun bir sosyolojik sebebi olması lazım. Şöyle algılıyorum; biz her zamankinden çok modaya ayak uyduran bir kitle haline geldik. Ne yazık ki Türklerin milliyetçi kesimleri böyle. Mesela Türkiye, son 10 yıldır İlber Ortaylı’yı konuşuyor tarih deyince. Şüphesiz İlber Ortaylı’nın Türk tarihine pek çok hizmetleri var. Ama biz İlber Ortaylı’nın nesini konuşuyoruz? İlber Ortaylı bize yeni bir tarih şuuru mu getirdi? Bu insanların yapmaya çalıştığı şeyi mi başardı? Hayır. Tarihi biraz magazinsel tarafını, konuşulabilir tarafını, üslubuyla gündeme getirdi, hoş konuştu ve bunun neticesinde biz sanki Türkiye’de farkında olmadan yeni bir tarih algısı inşa ediliyor ve bizde o modanın içerisinde eriyormuşuz gibi bir şey oldu. Yılmaz Öztuna konuşulmaz oldu Türkiye’de. Yılmaz Öztuna’nın Türk tarihine bakışı konuşulmaz oldu. Yani bu ve benzeri durumların müsebbibi biziz aslında. Ve daha sonra Milli Eğitim’e bakmak lazım. Milli Eğitim, Türk çocuklarına tarih şuuru mu aşılamaya çalışıyor? Nesilleri Türk tarihiyle buluşturmaya mı çalışıyor? Bu soruların hiç birine tereddütsüzce evet demek mümkün değil.

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 86655

ulkucudunya@ulkucudunya.com