« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

29 Tem

2019

Tarih için kavga!

Taha Akyol 01 Ocak 1970

Lozan konusunda önceki gün yazdığım yazı üzerine yağmur gibi yorum ve mesaj geldi. Farklı görüşler olması tabiidir. Lozan antlaşmasının akademik metotlarla tartışılmasının gayet tabii olduğunu yazmıştım zaten.

Fakat Lozan’ı suçlamak için Lozan’la ilgisiz olguları, mesela İskilipli Atıf Hoca’nın idam edilmesini hatırlatanlar bile vardı.

24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşmasıyla Atıf Hoca’nın Şubat 1926’da idamı arasında nasıl bir alaka, nasıl bir “nedensellik” (illiyet) ya da “sebep-sonuç” ilişkisi olabilir?!

Maneviyatımızı Lozan’da terk ettiğimizi, bu yüzden içki ve fuhşun yayıldığını söyleyenler bile var.

Olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkilerini araştırmadan zihnimizin içindeki şablonlara göre hükümler vermek çok köklü bir zihniyet sorunuzumdur.

KUTUPLARDAN BAKMAK



Tabiatta ve toplumda meydana gelen olaylar, bu arada mesela Lozan müzakereleri, zihnimizin dışındadır, zihnimizin içindeki önyargılarla anlayamayız. Anlamanın yolu araştırmaktır.

Doğa olaylarını pozitif bilim metotlarıyla, sosyal olayları sosyal bilim metotlarıyla, tarihi olayları da tarihçilik metotlarıyla araştırmak… Araştırmış olanları okumak…

Ancak ondan sonra tercihlerimize göre değerlendirmeler yapabiliriz.

Ama bizde keskin önyargılar karmaşık gerçekliği araştırmaya engel oluyor. Keskin kutuplaşma tarihe bakarken bile zihinsel kapanmalara yol açıyor,

İdeolojik kutupların gözlüğüyle bakmak daima körleşmeye, en azından kavrayış darlığına sebep oluyor.

Tek Parti devrinde Takrir-i Sükun gibi dehşet verici uygulamaları kötü mü görüyoruz; öyleyse Lozan da kötü olmalıdır!

Yahut devrimleri iyi mi görüyoruz, o dönemde “kuvvetler birliği” ilkesini yerleştirilmesi de iyi olmalıdır!



LOZAN’DA LAİK HUKUK

Lozan’la ondan sonra gelen tek parti rejimi arasında kesinlikle sebep-sonuç ilişkisi yoktur. Lozan’da kabul edilen ilke; din farkına değil, eşit vatandaşlığa dayalı, bu açıdan laik hukuk ilkesiydi.

Kapitülasyonlar böyle kaldırılmıştı.

Ama Tanzimatçılar ve Abdülhamid de aynı görüşteydi, başarılması Lozan’da mümkün olmuştu.

İnsanlar dinlerinin hukukuna tabi olacaksa, yabancıları Osmanlı mahkemesinde nasıl yargılardınız? Hukuk birliğini nasıl sağlandınız?

Adli kapitülasyonların anlamı zaten yabancıların kendi hukuklarına tabi olmaları demekti!

Bunun dışında, tek parti rejimi ve otoriter laiklik anlayışı, Lozan’ın gereği değildi, lider ve başkumandan Mustafa Kemal ve inkılapçı arkadaşlarının tercihiydi.

Mustafa Kemal, İsmet ve Fevzi Paşalar ile sonradan muhalefete geçecek olan Kazım Karabekir, Başvekil Rauf Bey, önde gelen isimlerden Adnan ve Halide Edip Adıvar’lar Lozan’da beraberdiler. Lozan’dan sonra yeni rejimin nasıl olacağı konusu gündeme gelince yolları ayrılmıştı.

Muhafazakar Rauf Bey’in Lozan konusundaki tek itirazı tazminat meselesiyle ilgilidir, Lozan’ın diğer bütün maddelerini savunmuştur.

Görülüyor ki, Lozan milli bekamızın uluslararası hukuk senedi olduğu gibi, ortak bir milli değerimizdir.



BUGÜNE BAKMAK

Tarihe bugünün kavgaları için malzeme devşirmek amacıyla bakmak körlük yaratıyor, tarihten dersler çıkaramıyoruz.

İşte Türkiye’nin siyasi ve hukuki temel normlarının neler olması gerektiği konusunda hâlâ genel mutabakatımız yok! Tunus uzlaşmayla anayasa yaptı, biz hâlâ yapamadık.

Muhafazakârlar tek parti devrini şiddetle eleştiriyorlar ama hiç “hukuk” açısından bakmıyorlar. Necip Fazıl’ın “Din Mazlumları”nı gözyaşlarıyla okumak anlaşılabilir bir şeydir ama siyasi gücün hukukla sınırlanması konusunun hiç akıllara gelmemesi çok anlamlıdır ve üzücüdür.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini “Atatürk ve İnönü de başkandı” diye propaganda yapılmadı mı? Atatürk ve İnönü zamanında parlamenter sistem vardı, yeni sistemi destekleyenlerin hoşuna giden husus, tek karar verici olmalarıydı.

İnkılapçı kesim ise Cumhuriyet dönemine hiç siyasi gücün sınırlanması gibi anayasal normlar açılardan bakmadı: Anayasa Mahkemesi’nin 1981’de yayımladığı “Atatürk ve Hukuk” adlı kitapta toprak reformu vardır ama 1921 ve 1924 anayasaları yoktur!

Artık 1930’larda değiliz, 2000’lerdeyiz. Geçmişin kavgasını bırakıp geçmişi öğrenmeye, anlamaya, dersler çıkarmaya bakmalıyız. Türkiye’nin kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, denetim ve denge, fikir ve ifade hürriyeti gibi temel normlara ulaşması için geniş bir mutabakat oluşturmalıyız.

Ziyaret -> Toplam : 125,38 M - Bugn : 137842

ulkucudunya@ulkucudunya.com