Fırtına Yaklaşıyor Yazsam mı, Yazmasam mı?
Mehmet Şevket EYGİ 20 Mart 2007
MERHUM Cevat Rıfat Atilhan, 27 Mayıs 1960 arefesinde, haftada iki defa yayınlanan Hür Adam gazetesinde yazıyordu. O tarihte ülke karmakarışıktı. Adnan Menderes iktidarını devirmek için gizli açık bir yığın kışkırtma, nümayiş yapılıyordu. Siyaset meydanı toz duman içindeydi. Fitne fesat, nifak şikak, yalan dolan heryeri sarmıştı. Üstad Cevat Rıfat çok görmüş çok geçirmiş bir kimseydi. Büyük bir patlama olacağını anladı ve 27 Mayıs’tan birkaç hafta önce yazılarına son verdi.
27 Mayıs 1960 sabahı Ankara’daydım, o zamanki Ankara Adliyesi’nin arkasındaki Çıkrıkçılar Yokuşu’na açılan bir sokakta oturuyordum. Aynı sokakta Katolik kilisesi vardı. Sabaha doğru ailece yataklarımızdan fırladık. Radyodan sesler geliyordu. NATO’ya bağlıyız, CENTO’ya bağlıyız! Ordu ülkeye el koymuştur... Bu konuşmaların ardından marşlar çalınıyordu. Eyvah ihtilâl olmuştu, darbe olmuştu... Halkın çoğunluğu kan ağlıyordu, CHP’liler ve solcular bayram yapıyordu... Dindar vatandaşlar kara kara düşünüyordu...
Millet Meclisi Başkanvekili Kayseri Mebusu İbrahim Kirazoğlu bizim sokaktaki bir apartımanda oturuyordu. Hava aydınlanınca askerî bir jeep geldi, İbrahim beyi içine tıktılar ve gittiler. Biz pencereden seyr ettik.
Yeni nesiller 27 Mayıs darbesinin içyüzünü, teferruatını (ayrıntılarını) bilmezler.
Biri Sivas’ta, biri Erzincan’da iki esir kampı kuruldu. Ne kadar hizmet eden hoca, şeyh, din büyüğü varsa toplandı oralara tıkıldı.
Ülke çapında bir Nurcu avı başlatıldı.
Yalanın dolanın iftiranın bini bir paraya idi.
Bir İstanbul gazetesinde şöyle bir manşet yayınlandı:
“Düşük iktidar, gösteri yapan üniversiteli gençleri öldürmüş, cesetlerini kıyma yapmış, bu kıymalar gübre olarak kullanılmış...” (Arşivler duruyor.)
Bendeniz o tarihde Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Fransızca mütercimi kadrosuyla çalışıyordum. İhtilalciler Diyanet’e çok baskı yaptılar. Lakin yine de bugünkü zihniyete göre insaflıymışlar. Diyanet Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nu emekli ettikten sonra yerine, Türkiye’nin en büyük din âlimi olan İstanbul Müftüsü Erzurumlu Ömer Nasuhi Hoca efendiyi getirdiler. (Rahmetli Hoca efendi baskılara fazla dayanamadı, istifa edip ayrıldı.)
Bu satırları niçin yazıyorum?
İçimde çok kötü şeyler olacağına dair sezgiler var.
Acaba ben de, Cevat Rıfat Atilhan gibi çekilsem mi diye düşünüyorum.
Zaten kimseye lâf anlatabildiğimiz yok.
Müslümanlar büyük, orta, küçük cemaatlere ayrılmışlar, herbiri kendi fildişi kulelerine çekilmişler... Cemaatler üstü ve cemaatler arası bağlar kopmuş. Çeşitli gruplara mensup Müslüman ileri gelenlerin arada bir toplanıp sohbet ettikleri görülmüyor.
Ayda bir kere mi olur, yahut iki veya üç ayda bir mi olur, bir yerde bir çay sohbeti tertiplensin, onbeş yirmi Müslüman “şahsiyet” toplansın, sohbet etsin... Bugünkü Müslüman toplulukta böyle şeyler düşünülmez.
Evs’liler Evsli...
Hazrec’liler Hazrecli...
Şucular şucu... Bucular bucu... Ocular ocu...
A kan grubuna mensup Müslümanlar B kan grubu Müslümanlarla görüşmüyor, onlara soğuk bakıyor.
İttihad, vifak, tesanüd konusunda örnek olması gereken Nurcular bile kaç parçaya ayrılmış.
Tarikat-i seniye-i Nakşibendiye yüzlerce parçaya bölünmüş. Birinin yayınladığı dergiyi ve kitapları ötekiler okumuyor. Bundan yüz küsur yıl önce İst. Çarşamba’daki Molla Murad Nakşibendî tekkesinde haftada iki gün Mesnevî dersleri yapılırmış. O günler mâzide kaldı.
İslâm ve Ümmet şuuru terk edildi, onun yerine cemaat, hizip, fırka, grup, meşreb asabiyeti geldi.
Kur’ân’da “Birbirinizle çekişip tepişirseniz devletiniz ve rüzgârınız elinizden gider” mealinde âyet var.
Firasetli, basiretli, fetanetli, uyanık, şuurlu olması gereken Müslümanların önemli kısmı sersemlemiş, şaşkınlık ve hayret içinde kalmış.
Âhir zaman homurtuları duyuluyor ve sözde dindar birileri hâlâ malı götürmek, ihalelere fesat karıştırmak, haram yollardan zengin olmak için koşuşturuyor.
Tarihin her devrinde insanlarda para, mal, zenginlik hırsı vardı ama zamanımızda bu hırs doruğa çıkmıştır.
Azgınlık ve kuduzluk almış yürümüş.
Şu sahte dindara bakınız: Ekşi ayranda alkol vardır, kat’iyyen içilmez diye haykırıyor, bir yandan da günde birkaç saat gıybet yaparak ölü kardeşinin etini yiyor.
Şu herif ne idealist Müslüman... Bir yere torpille kapağı atmış, işe mişe gittiği yok. Aydan aya bankamatikten maaşını çekiyor. Ne helâl maaş!
Böyle bir gidişin sonu felakettir.
Yanardağ ne zaman patlayacak?
Zelzele ne zaman şiddetle sarsacak?
Ateş ne zaman yakacak?
Su ne zaman boğacak?
Bunların tarihini bilmiyoruz ama ayak seslerini duyuyoruz.
Yazmak veya yazmamak...