Servet Somuncuoğlu-YUSUF YILMAZ ARAÇ
01 Ocak 1970
Aziz’e mektup.
Azizciğim merhaba.
Sevgili ve büyük Aziz!.. Seni Türk Milleti adına hürmetle selâmlarım. Azîz hâtıran önünde tâzimle eğilirim. Bütün varlığımla, bütün benliğimle selâmlarım. Sen hiç tartışmasız Türk Milletinin yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden birisin. Şüpheli nazarlarla bakma, bu defa mübalâğa etmiyor, cân-ı yürekten söylüyorum.
Biliyorsun ki, önceki sitâyişlerim de samimiyetten uzak değildi. Biliyorum ki seni en çok memnun eden, meramı mükemmelen ifadeye yetmemiş de olsa, bazen asık çehreyle söylenmiş de olsa benden işittiğin güzel sözlerdi. Bilmem neden, sen beni pek çok severdin Aziz. Hulûs-i kalble severdin. Renkli ve hareketli hayatında kırk yıla yakın zaman değişmeyen sabitler arasında kalabilmekten bahtiyarım. Hatırlı eski dostlar, sıkı ahbaplar, gelip geçici âşinâlar, çalıştığın konularla alâkalı değişik muhitlerden zuhur eden mühim çehreler içerisinde dahi, kimin ne düşüneceğine bakmadan, tereddütsüz, ‘Dünya bir yana, sen bir yana’ der, aynı teveccühü üstüne basa basa defalarca teyid ederdin. Hep takdir, vefâ ve şükran duygularının yeterince gelişmediğinden şikâyetçiydin. Zâhirde muhabbetimi senin kadar aşikâr edemesem de, derunda geri kalmazdım Azizciğim.
Sevgili dostum, canım kardeşim, kırk senelik kadim arkadaşım, can yoldaşım, korkusuz, kahraman ve yiğit ülküdaşım…
Türklük yoluna baş koydun. Türk Milliyetçiliği fikrinden asla sapmadan aşılmaz engelleri aştın. Yıllardır ocağımıza, yurdumuza tüneyen baykuşların sesini dinliyoruz. Kulaklarımız uğursuz tıkırtılarla, hain çığlıklarla uğulduyor. Türk yurdunda Türk adı anılmaz oldu. Türk devletinde Türk’üm demek suç sayıldı. Türk vatanında Türk hakir görüldü, Türklük hakarete uğradı. Türk Milleti kırk parçaya bölünerek önemsizleştirilmeye, eritilmeye, küçültülmeye, yok edilmeye çalışıldı. Sessiz kalmak ihanetin değirmenine su taşımaktı. Sen susmadın. Devletin ve milliyetçiliğin bekâsından mesul mevkilerin, siyaset erbabının, ilim camiasının, ürktüğü, sindiği, sustuğu, milletin yeise kapıldığı, ümitlerin azaldığı, çıkış yolu arandığı zamanda bozkurt gibi kararlılıkla ayağa kalktın, gök ışıklar saçan gök yeleli bozkurtların izini sürerek demir dağları erittin. Türklüğün gür sesi oldun. İnsanların kavrayamadığını kayalara, resimlere, abidelere, anıtlara, yazıtlara, altın elbiseli adamlara söylettin. Dağlara taşlara biz Türküz, Türk dünyanın en eski ve en medeni milletidir, Türkler taşı yontup tapmayan tek millettir dedirttin.
Ve nihayet elliye eremeden Türklük uğruna candan geçtin. Bozkırlara âşıktın. Atsız belgeseli çekelim, sen bozkurtları satır satır bilirsin, ön hazırlık yap demiştin geçenlerde. Bozkurtlar’da, bozkır yasasına baş eğen Göktürk çerileri rahat döşek yüzü görmeden nasıl Türklük için gök ekin gibi döküldüyse, bindörtyüz yıl sonra ülkücü erler nasıl kanlarını sebil ederek şehid düştüyse sen de onlara özenerek genç yaşta canını feda ettin. Türk Milletine borcunu fazlasıyla ödedin. Şimdi namuslu ilim ve münevver camiası seni emsal almak, sana vefâ göstermek, açtığın yoldan yürüyerek borçtan kurtulmak zorundadır.
Seni selâmlamadan uçan kuşun yuvasını bozacağım diyen bayrak şairini şimdi daha iyi anlıyorum. Albayrağı selâmlamadan geçen kuş masum bir mahlûk değildir. Takib ediyoruz; ummadığımız, tanımadığımız, beklemediğimiz insanlar ardından destanlar yazıp söylüyorlar. Bazı kanallar hassasiyet gösterip katıldığın programları tekrar yayınlıyorlar. Bir değerli kalem müthiş bir isabetle Taşların Hakanı unvanını verdi. Bir muhterem hoca ekranlarda uzun uzun senden bahsetti. Bir başka yüksek ilim adamı yazısında adına ödül koymayı teklif etti. Adam kıymetini adam bilirmiş, bu kadirşinas zevat kendi asalet ve yüceliklerini izhar ediyorlar. Bazıları da bilerek görmezden geliyor. Adını anmaya değmez bir tarihçi profesör senin ismini zikretmeden Güdül’de kaya resimleri bulundu diyor. Onüç kere gittiğini hatırlıyorum Güdül’e. İnsan bu emeğe, damgaların göçü belgeseline, devasa kitaba saygısızlık etmeye utanır. Orta Asya’dan getirdiğimiz Selçuklu kartalı da bir güzel Mezopotamya’ya bağlanırken şöhret budalaları itiraz etmediler. Ah o boş laflar senin bulunduğu bir yerde söylenecekti ki, kartal gibi süzülüp dalasın. Neyse, sen böyle küçük işlere takılmazdın, şimdilik fazla eşelemeyelim.
Kendin için yaşamayı tercih etseydin pekâlâ müreffeh bir hayat sürdürebilirdin. Geceler boyu uykusuz kalmaya, çöller, buzullar, dağlar aşıp dörtbin metre rakımlarda kendini heder etmeye bir mecburiyetin yoktu. Zor olanı seçtin. Omuzladığın işler için rahat ve bol imkânların yoktu. Üstüne vazife de değildi. Padişah değildin mülkü muhafaza için ordularla sefere çıkmak zorunda kalasın. Şehzade değildin baş vermeden devleti sahiplenmek için üçle beşle sınırlı rakiplerinle mecburen mücadeleye giresin. Boy beyi, aşiret reisi, ordu kumandanı, şöhretli teşkilat reisi değildin bir işaretinle binlerce askeri harekete geçirip şan kazanasın. Devletin, partinin, herhangi bir akademi, enstitü, ajans veya vakfın resmi vazifelisi de değildin, görev talimatını, harcırahını alıp fazlaca yorulmadan şöyle bir gezinip gelesin.
Karabudundan bir Türk çerisi idin. Yüreğinde yüce Başbuğ Alparslan Türkeş’ten aldığın kut vardı sadece.
Elinde ne varsa canını dişine takıp onunla savaştın. Kalemini, fotoğraf makinanı, kameranı Türk Millletine saldıranlara karşı kılıç gibi savurdun. Silahı olanın silahıyla, kaması olanın kamasıyla, kalemi olanın kalemiyle, hiçbir şeyi olmayanın kazmasıyla küreğiyle, sapanıyla, yerden aldığı taşla, yumruğuyla, tırnağıyla Türklük düşmanlarına karşı mücadele etmesi gereken bir dönemde sen damarlarındaki asil kandan ilham ve kudret alarak işte bu vazifeyi üstlendin. Daha çocuk yaşta ülküdaşlarımızla birlikte ettiğimiz yeminlere sadık kaldın. Dönmedin, satmadın, satılmadın, eğilmedin, bükülmedin, yılmadın, yorulmadın, yenilmedin.
Allah senden razı olsun.
Bu koca İstanbul şehrinde varım yoğum sendin. Evvel sen uçtun, yüzde elli ihtimal taşıyan mukadder mesuliyet benim omuzuma yüklendi. Tersi olsaydı sen daha uzun zaman kendine gelemezdin. Kaleme sarılınca en güzel ifadelerle mersiyeler dizer, okuyanları hayran bırakan tesirli yazılar yazardın. Edebiyat ve sanat babında bilebildiğim senden öğrendiklerim kadardır. En güzel sözleri söylemekten acizim ama her zaman güvendiğin gibi, daima en samimi hissiyatımın tezahür edeceğine güvenebilirsin. Maneviyatının yanında son nefesime kadar dirliğindekinden daha kuvvetle saf tutacağıma hiç şüphen olmasın.
Elbet bir gün bu diyârdan göçerim
Düşe kalka o sıratı geçerim
Mahşer derdi, mîzân derdi, nâr derdi
Fani dünyanın gamını kederini beraber göğüsledik. Düşe kalka çoğu zaman birlikte yürüdük. Düşe kalka sıratı da geçersin inşallah.
Manevi kısma fazla girmeyeceğim, ihtiyaç duyulursa ileride satır aralarında temas ederiz. İsmini işitip şahsen tanımayanlardan merak eden çıkarsa bir cümleyle geçelim. Çocukluk çağından itibaren yüreğinde milli ızdırablar duyan sade, samimi ve mayası temiz her Türk İslam Ülkücüsü aynı zamanda halis bir mümindir.
Aylar süren Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan, Macaristan, Kanada, Çin, Brezilya, Balkan seyahatleri dönüşlerinde önce illâ ki Üsküdar’a demir atardın. Zaruri irtibat kesikliğinin, uzun inkıtaların hasretten başka bir hissiyata yol açmadığına, üstün muvaffakiyetlerinle artan rağbetin gönlümüzdeki iftihar ve takdir duygularını zedelemediğine emin, bıkmadan usanmadan saatlerce anlatırdın. Tanrı Dağlarını anlatırdın. Orhun’un kaynağını, Göktürk Abidelerini anlatırdın. Altayları, Tuva’yı, Hakasya’yı, Türklüğün neşet ettiği ata yurtlarını anlatırdın. Tanrı Dağlarının ihtişamını, Baykal Gölünün, Selenge Nehrinin doyumsuz güzelliğini, Orhun Abidelerinde taşa kazınmış Türk harflerinin derinliğini, canlılığını pırıl pırıl fotoğraflarınla seyrimize sunardın.
Araya espriler katar, hâletiruhiyemize göre birbirimize ve bazen de münasip gördüklerimize bol keseden pâyeler dağıtırdık.
Buluşmalarımızda etrafta oturanların şaşkın bakışlarına aldırmadan ayakta yüksek sesle kısa bir nutuk irad ederdim:
‘Sevgili ve büyük Aziz!.. Seni Türk Milleti adına saygıyla selâmlarım. Sen Türk tarihinin yetiştirdiği en büyük adamsın. Orhun semalarından havalanıp memleket topraklarına indiğin ana kadar Türk Milleti yek vücud halinde nefesini tutarak heyecanla kahraman evlâdını bekledi. Gün gelecek bütün Türk Âlemi senin gibi büyük bir evlât yetiştirdiği için iftihar edecek.’
O esnada Türk Milletini temsilen hazirundan Türk büyüğü Mustafa abi, Türk büyüğü namzedi İdris reis, derviş Ahmet hoca, Onur, kadı Halil, Türkolog Betül hanım, nur yüzlü Yasin, Kıpçak beyi tayin ettiğin Kamuran, çırak Fatih, Orhan, Ender, İsa, Süleyman, küçük bozkurtlardan Buğra, Çağrı, Çınar, Selcen, Tuğrul, kim varsa işaret edilmektedir. Sevgili Burak tertemiz yüreğiyle olan biteni hayretler içerisinde izlemekte, Nevin hanım ve Neşe hanım birbirlerinden habersiz ve uzakta biraz da çatık kaşlarla eve akşam yemeğine ne zaman geleceğimizi sormak için telefonlara sarılmak üzeredir.
Konuşmaya başlayacağımı anladığında derhal toparlanıp saygılı bir tavır takınır, mütevazı çehreni kaplayan mahcup, mutlu ve muzip bir tebessümle dinlerken, o müthiş zekân da aynı anda işlemeye başlar, o anki durum ne merkezdedir, kantarın topuzu fazla mı kaçtı, sözlerin ne kadarı ciddi, ne kadarı abartı sür’atle muhakeme ederdin.
Son zamanlarda iş icabı yoğunlaşan karmaşık münasebetlerinle ilgili bir arıza çıkarmayacağıma veya çarşı pazar dolanırken tetkik ettiğimiz tezgâhtaki balığın cinsi neydi gibi sudan sebeplerle evvelden türemiş başka bir gerginliğin sürmediğine kanaat getirdikten sonra tedirginliğin tamamen kaybolur, rahatlar ve kollarını coşkuyla açarak, ‘Estağfurullah, hepsi senin sayende oldu Azizciğim. Sen olmasaydın ben bunları yapamazdım.’ iltifatıyla mukabelede bulunurdun.
Sen bizim yüz akımızdın. Göğsümüzü kabartıyor, gönlümüzü şenlendiriyor, yüzümüzü güldürüyordun. Senin de yüzün ak ve aydınlık, makâmın âlî olur inşallah.
Sensiz kaç gün geçti Azizciğim. Güneş kaç kere doğup battı, bilmiyorum. Güneş hâlâ aydınlatıyor mu, ısıtmaya devam ediyor mu hissetmiyorum. Hangi aydayız, hangi gündeyiz, hangi mevsimi yaşıyoruz, hesab edemiyorum. Üsküdar boş… İstanbul boş… Her yer, her şey boş.
Sen şimdi muhakkak ki bir kutlu beldede Başbuğ Alparslan Türkeş’in dizi dibinde, Oğuz Kağanlarla, Mete Hanlarla, Kürşadlarla, Atsızlarla, Mustafa Kemallerle berabersin. Hepsine selâm olsun…