Irkçılık, Kafatasçılık ve Aydınlanma
Hilmi YAVUZ 20 Mart 2007
Bir süredir, daha doğrusu Hrant Dink cinayetinden bu yana Milliyetçilik, Irkçılık, Kafatasçılık gibi birtakım kavramlara ilişkin tartışmalar, bir kez daha, entelektüel hayatımızın gündemindeki öncelikli konulardan biri oldu.
Her kafadan bilir bilmez sesler çıkıyor ve her zamanki gibi kavramlar birbirine karışıp içinden çıkılmaz bir zihinsel kaosa dönüşüyor.
Daha başından şunu belirtmek gerekiyor: Irkçılık, Avrupa kökenli bir kavramdır ve Robert Bernasconi'nin 'Irk Kavramını Kim İcat Etti?' adlı kitabında da belirtildiği gibi, 'Irk teriminin ilk defa çağdaş anlamıyla on yedinci yüzyılın sonunda kullanıldığı üzerinde genelde uzlaşılmıştır. 'Her ne kadar 'Irk' kavramını ilk defa François Bernier kullanmışsa da, Bernasconi, 'Irk kavramına daha önce sahip olmadığı entelektüel tutarlılığı veren ilk düşünür[ün]' Kant olduğunu bildiriyor.
Irkçılığın, Kölecilikle temellendirilmesi de yine Avrupa kökenlidir. Gerçi, mesela Locke gibi bazı Aydınlanmacı düşünürlerin kölelik kurumunu savunduğunu; ama yine Locke'un, köleliği, Chris Harman'ın da belirttiği gibi, 'ırkçı-olmayan' gerekçelerle meşrulaştırdığı da biliniyor. Bernasconi sözünü etmese de, Hume'un 'ırkçı düşünceleri onayla[dığını], buna karşılık köleliği 'barbarca' bulduğunu, yine Chris Harman'dan öğreniyoruz.
Bütün bu bilgiler, bizi Irkçılığın, Avrupa Merkezcilik ve Oryantalizm'le birlikte, bir on sekizinci yüzyıl fenomeni olduğunu gösteriyor; -Bir başka deyişle, Irkçılığın, bir Aydınlanma Çağı fenomeni olduğunu! Bakınız, Bernasconi'nin deyişiyle, 'ırk kavramını güvence altına almak için, kendisi üzerine yazılmış eserlerde görülebileceğinden çok daha fazla enerji sarf e[den]' Kant da, 'ırkçı düşünceleri onay[layan] Hume da, Aydınlanma'nın önde gelen filosofları değil midir?
Irkçılığın desteklenmesinde Fransız Aydınlanmacılarının durumu da, Kant ve Hume'dan farklı değildir. Voltaire'in de ırkçı düşünceler taşıdığını Jonathan Israel'in 'Enlightenment Contested' adlı çalışmasından öğreniyoruz. Israel, Fransız Aydınlanması'nın 'Ilımlı' sayılabilecek kesimi ile (Voltaire), daha 'Radikal' kesimi (Diderot) arasında farklar görüldüğünü; Voltaire'in Irkçılığı onaylıyor olmasına karşılık Diderot'un Irkçılığı, Kolonyalizmi ve Köleciliği kesinlikle reddettiğini ve sömürgeleştirilmiş olan halkların haklarını elde etmek için savaşmalarının meşruluğunu savunduğunu öne sürüyor.
Bernasconi de Voltaire'in Irkçılığı üzerine şunları söylemektedir: 'Voltaire Afrika konusunda eleştireldi. Hiyerarşik bir model önerdi; bu model içinde Siyahlar en üstte yer almıyorlardı kuşkusuz; ama dahası, alenen aşağılanarak maymunlarla istiridyelerin üstüne yerleştirilmişlerdi.'
Aydınlanma'nın Irkçılığı kışkırtan negatif bir söylem ürettiği konusundaki öne sürüşler, çoğunlukla postmodern ve postkolonyal bir tavır olarak reddedilmeye kalkışılsa da, bu meselenin öyle basitçe geçiştirilmesi söz konusu değildir. Doğrudur: Avrupa Merkezcilik'in ('Eurocentrism'), Kolonyalizm'in ve Irkçılık'ın Aydınlanma kökenli olduğuna ilişkin görüşler, postmodern ve postkolonyal bir tavır olarak öne çıkıyor; ama bu, Irkçılık, Avrupa Merkezcilik ve Kolonyalizmin Aydınlanma düşüncesi ile ilişkisi olmadığı anlamına gelmez.
Kafatasçılığa gelince, kafatası ölçümünün de bir on sekizinci yüzyıl olgusu olduğunu anımsatayım: Camper'in kafatası ölçümleri! Herder, Ideen zur Philosophie der Geschicte der Menscheit'inden aktarıldığına göre, 'Avrupalıların kafatası ölçüleri[nin], doğanın yaratımının çeşitlerini sözde ayırt etme aracı' olduğu kanısındaydı; 'çünkü bu ölçüler[in] insanlarda güzelliğin en mükemmel biçimine yaklaş[tığını]' düşünüyordu...
Dolayısıyla Kafatasçılığı, tıpkı Irkçılık gibi 'icat eden' de Avrupa'dır ve elbette on sekizinci yüzyılın Aydınlanma'cı Avrupa'sı!
Yine Irkçılık ve Kafatasçılık Üzerine/ Hilmi YAVUZ
Irkçılık ve Kafatasçılığın Avrupa kökenli olduğu, daha somut bir ifadeyle, Irkçılık ve Kafatasçılığın, ilk kez 18. yüzyıl'ın 'Aydınlanma Çağı' Avrupa'sında 'icad' edildiği konusundaki yazım, okurlarımdan geniş ilgi gördü.
İlgi, evet;- ama bazı okurlarımdan olumsuz tepkiler de aldım. Okurlarımın tümüne, gösterdikleri olumlu ya da olumsuz tepkiler için teşekkür ediyorum. Ama, sanırım, bazı yanlış anlamalar da var. Bu yazıda, bu yanlış anlamaları yanıtlamak istiyorum.
Bir değerli okurum, Irkçılığın Orta Asya'da değil de Avrupa'da ortaya çıkmış olmasından, Türkiye'de ırkçı uygulamaların olmadığını savunduğum anlamını çıkarmış. Böyle bir şey yok! Hemen belirteyim: Bu, yanlış bir çıkarımdır. Ben, sadece, Irkçılığın ve Kafatasçılığın ilk kez Avrupa'da 'icad' edildiğini belirtiyorum. Bunun anlamı, Aydınlanma döneminin anlışanlı düşünürlerinin (Voltaire, Kant, Locke), bizzat Irkçılığın 'teorisini' yaptıkları, bir başka deyişle, Irkçılığı meşrulaştıracak sistemli argümanlar üretmiş olduklarıdır;- hepsi o kadar! Bundan, Irkçılığın Avrupa dışında uygulanmadığı sonucu çıkmaz. Avrupa'nın 'icad' ettiğini söylemek başka, onun 'pratik'teki uygulamasının Avrupa dışında yapılmadığını önesürmek ise başkadır. Mantıksal olarak ilk önermeden ikinci önerme çıkarsanamaz. Dahası, Türkiye'de Irkçı ve Kafatasçı uygulamaların olmadığını kim iddia edebilir?
Bir başka değerli okurum da "'çok mu zor' diyor, 'Irkçılık Avrupa'da ortaya çıkmıştır, ama yüzünü neredeyse iki yüz senedir Batı'ya dönmüş bir ülke eliti ya da belirli bir kesimi de ırkçılıktan nasibini almış' demek? [...] Biz, aslında temiziz, öyle mi?" diyor. Bu değerli okurum, tıpkı bir önceki değerli okurum gibi, yazımı Irkçılığın 'icad'ını Avrupa'ya atfederek kendimizi aklamak amacına yönelik bir yazı diye okumuş. Bu okuruma hatırlatayım: 'Bu ülkenin elitinin Irkçılıktan '(ve dahası Kafatasçılıktan) nasibini almış' olduğuna ilişkin olarak yazdığım yazılar, arşivlerde duruyor. Bunlardan sadece birini, bu değerli okuruma hatırlatmakla yetineyim: 'Kafatası Ölçenler' başlığını taşıyan bu yazım, 20 Kasım 2005 Pazar günü 'Zaman' gazetesinin 'Yorum' sayfasında yayımlanmıştır. Yine de, sevgili okurumu, arama zahmetinden kurtarmak için yazının bir bölümünü aktarayım: '1932 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti'nce düzenlenen Birinci Türk Tarih Kongresi'nin ikinci oturumunda, Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti azasından ve Musıki Muallim Mektebi Tarih Muallimi Afet [İnan] Hanım, 'Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde' başlıklı tebliğini sunar. Afet Hanım bu tebliğinde, Orta Asya'nın 'otokton' [yerli] halkının Ari ırka mensup Türkler, dillerinin de Türkçe olduğunu önesürdükten sonra şu tespiti yapar: Ari ırkın kafatası, brakisefal tip kafatasıdır!
Afet Hanım'dan sonra İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi Antropoloji Müderris Muavini [doçent] Dr. Şevket Aziz Kansu söz alır. Dr. Kansu, Türklerin, 'Alp insanı' olarak adlandırdığı ari ırktan brakisefal kafatasına sahip olduklarını kanıtlamak için, dikkat edilsin, şunları söylemektedir: 'Keza diyeceğim ki, ilim metodla yapılır. İlim, metodun mahsulüdür. [...] Bendeniz, Anadolu'da gezdiğim zaman ne kadar saf, güzel velut Türk ırkına tesadüf ettim. Aldığım ölçüler, morfolojik karakterler, bu kanaatimi sarsılmaz imana dönüştürdü.'
Dr. Şevket Aziz Kansu, üç gün sonra, bu defa kendi tebliğini sunmak üzere kürsüye çıkacak ve bir önceki konuşmasında sözünü ettiği 'ölçüler ve morfolojik karakterler'den neyi kastettiğini, 'Türklerin Antropolojisi' başlıklı tebliğinde açıkça dile getirecektir;- şöyle: (Birinci Türk Tarih Kongresi tutanaklarından aynen ve harfiyen aktarıyorum): '1929 senesinde ilk antropolojik tetkiklerime başladığım zaman 25 Türk kadını ve 25 Türk erkeğinin kafasını ölçtüm. Bu ölçülerin vasatisini[ortalamasını] Fransızların kafa ölçüleriyle mukayese etmek istedim.'
Dr. Kansu, bu 'iki etnik grubun sefalometrik [kafatası ölçüleri] mukayesesi'nin sonuçlarını bildirir ve bununla da yetinmez, Türk ırkının 'brakisefal, ince burunlu, vasati ve vasatiden uzun boylu, buğday renkli yahut kumral' Alp tipi'ne mensup olduğunu kanıtlamak için sahneye bir aileyi de çıkarır. Devamını Dr. Kansu'dan dinleyelim: 'Ankara'nın biraz şimalinde 'Bağlum' köyünden Aptullah'ı, kadınını ve küçük yavrusunu takdim ediyorum. İşte [...] halis dağlı adam, Alp adamı, Türk adamı (Alkışlar). Aptullah, koyu olmayan gözlere, buğdaydan daha açık kumral bıyıklara ve beyaz bir tene sahiptir. Fakat işte yavruları, saçları altın renkli olan bu yavru Türk ırkına mensuptur (Alkışlar). İşte Alp adamı. Orta Asya'dan gelmiş olan adam, bizim ecdadımıza bağlı olan adam (Alkışlar)... İnsanın havsalası almıyor, değil mi?'
Irkçılık, ulusçuluk /Hilmi YAVUZ
Edebiyat alanında 'Irk' kavramını, 'Çevre' ve 'Zaman' kavramlarıyla birlikte, eleştirel pratiğin kuramsal temelkoyuculardan biri olarak konumlandıran Fransız eleştirmen Hyppolite Taine olmuştur.
Taine'nin ' Histoire de la Littérature Anglaise' ('İngiliz Edebiyatı Tarihi') adlı kitabının 'Giriş'inde, 'Irk', 'Çevre' (veya, 'Ortam') ve 'Zaman'ın (veya, 'An'ın ya da 'dönem'in), 'düşünce ile duygu' gibi ruhsal durumlara biçim veren genel kavramlar olduğunu bildirir bize. Burada Taine'nin kimi defa 'Zaman, 'kimi defa da 'An' ya da 'Dönem' diye Türkçeye çevrilen kavramının Fransızcasının 'Moment' olduğunu hatırlatalım. J.-C. Carloni ve Jean-c.Filloux'nun 'Eleştiri Kuramları'nda belirttiklerine göre, "Irk, genel olarak mizaç ve bedensel yapının belirlediği özelliklere bağlanan, 'doğuştan gelme' ve kalıtımsal (irsî) tinsel (ruhsal) eğilimler bütünü'dür; çevre, 'bir halkın içinde bulunduğu koşulların tümü'dür; ve [...] 'gelişimi içinde bir halkın tininin[ruhunun] eriştiği nokta 'zaman'dan ayrılamaz."
Başta Ahmet Şuayb olmak üzere, Servetifünun dönemi eleştirmenlerini, Saint-Beuve ile birlikte derinden etkilemiş olan Taine, 'Irk' kavramını, bir edebiyat ürününün temellendirilmesinde baş köşeye yerleştirir. Dikkat edilirse 'Irk', 'bedensel yapının belirlediği özellikler'e bağlanan 'ırsi ve ruhsal eğilimler bütünü olarak tanımlanmaktadır. Merhum Berna Moran hocamız, her ne kadar 'Edebiyat Kuramları ve Eleştiri'de, Taine'in 'Irk derken, [...] biyolojik üstünlük kaygularına bulaşma[dığını]' ve, daha çok, 'bir ulusun ulusal özelliklerini kaste[ttiğini,]' önesürüyor olsa da, 'Irk' kavramı ile 'ulusal özellikler' ya da 'kavramı' arasında büyük farklar vardır. Bir ulusun karakteristik özellikleri, o ulusun üyelerinin 'doğuştan gelme' ya da 'ırsi' özellikleri değildir. Moran, Taine'den sözederken, '[u]lusal karakter[in], bir toplumun insanlarında doğuştan mevcut özellikler[i]' olduğunu bildiriyor. Oysa, değildir! 'irsî' ya da ırksal olan, tanımı gereği, doğuştan'dır; 'ulusal' olan'sa, sonradan edinilir.
Gerçi 'Irk' kavramını 'ulusal-olan' anlamında kullananlar da görülüyor. Mehmet Akif'in 'Sana yok, ırkıma yok izmihlal' dizesindeki 'ırk'tan, bir etnisiteye, Türklük'e atıfta bulunulduğu açıktır. Akif, hiçbir zaman, bir Irkçı ya da kavmiyetçi olmamıştır. Zira Irkçılık, bir etnisitenin, öteki etnisiteler üzerindeki üstünlüğü ve bu üstünlüğün kafatası ölçme gibi birtakım sözde bilimsel yöntemlerle kanıtlanabilirliği iddiasıdır, -yoksa, bir etnisiteye salt atıfta bulunulması değil!
Muzaffer Şerif Başoğlu hoca'nın, 1943'te yayımlanan 'Irk Psikolojisi' başlıklı bir kitabı var. 1944 Tevkifatı ile önü kesilen Irkçı düşüncelerin dolaşımda olduğu yıllar! Başoğlu hoca, kitabının 'Giriş' bölümünde, bir toplumun 'ulusal özellikleri' ile o özelliklerden yolaçıkarak, bir etnisitenin üstünlüğünü kanıtlamak için kullanmak anlamında 'Irkçılık' arasındaki farkı şöyle belirtiyor:
'Muhtelif milletlerin muhtelif cemiyet kuruluşu, tarih ve kültür şartları altında hiç şüphesiz kendine mahsus hususiyetleri ve orijinal kültür tezahürleri vardır. Muhtelif milletler, tarihlerinin ve coğrafyalarının durumuna göre, kültür seviyesi ve başarısı bakımından muhtelif inkişaf safhalarında bulunuyorlar. Irkçılar, bundan derhal büyük neticelere sıçrıyorlar. Zeka, karakter, mizaç, kavrayış, sanat kabiliyeti gibi psikolojik hususlarda bazı milletlerin değişmez bir surette ırkan üstün yaratılmış olduklarını, büyük bir velvele ile ortaya sürüyorlar.'
Oryantalizm ile Tarih arasındaki fark da buradadır: Oryantalizm, bir Irk'ın ötekinden üstün olduğunu meşrulaştırma aracıdır; Tarihse, bir toplumun ulusal özelliklerini ortaya koymanın...