Yahya Kemal’in Malazgirt hayali
Beşir Ayvazoğlu 01 Ocak 1970
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal’le Malazgirt Zaferi’nin 900. yıldönümü yaklaşırken bu büyük zafer hakkında çok konuştuklarını ve hayaller kurduklarını söyler. Bu hayallerden biri de Malazgirt’te, savaşın cereyan ettiği meydanda koşu halinde yüzlerce at heykelinden oluşan bir abidedir. İstanbul’un denize bakan bir yerinde de geniş bir meydana dikilmiş bir Fatih heykeli hayal eden Yahya Kemal, bu iki abidenin devlet tarafından değil, halkın gönlünden kopanla yapılması, bunun için bir Malazgirt Zafer Cemiyeti kurulması gerektiğini düşünüyormuş. Tanpınar, bunları anlattıktan sonra, “Bu tasavvurda bizimle beraber olanların çoğu şimdi büsbütün başka fecirleri selamlamak sevdasında. On, on beş senede ne kadar çok değiştik. Hiç olmazsa burada kalabilsek!” diyor.
Osmanlı zihin dünyasında Malazgirt zaferi yoktu. Bu zaferin Türk ve dünya tarihi bakımından ne kadar önemli olduğu, çok tuhaftır, Mütareke yıllarında fark edildi. Hilmi Ziya Ülken’e göre, ilk defa Anadolu Mecmuası’nı çıkaran grubun öne sürdüğü Anadolu Türk tarihinin Malazgirt zaferiyle başladığı tezi Yahya Kemal tarafından da benimsenmişti. Anadolu Mecmuası 1924 yılında çıkarılmaya başlanmıştır. Hâlbuki Yahya Kemal, Sultan Alparslan’dan ilk defa 1922 yılında yazdığı iki yazısında söz eder. “İstiklâl Müzesi İçin Hazırlık” başlıklı yazısında Alparslan’ın adını, II. Murad, Fâtih ve Selim’le birlikte “Türklüğe meş’ale olmuş cedlerimiz”den biri olarak zikretmiştir.
Bir başlangıç olarak Malazgirt fikrinin Mütareke ve Millî Mücadele şartlarında kendiliğinden oluştuğunu söylemek belki daha doğrudur. Nitekim 1921 yılı başlarında çıkarılmaya başlanan ve muhtevası Yahya Kemal tarafından belirlenen Dergâh mecmuasında Anadolucu bir vatan ve milliyet anlayışı savunuluyordu. Anadolu Mecmuası’nın yazarları arasında Dergâh’ta imzalarına rastlananlar da vardı.
***
Yahya Kemal, Malazgirt zaferinin önemli bir başlangıç olduğunu Paris’teki okumaları sırasında önce belli belirsiz sezdiğini, bu sezginin bir gün bir dergide Camille Jullian’ın “Fransız milletini bin yılda Fransa’nın toprağı yarattı” şeklindeki cümlesini okuduktan sonra kesin bir kanaate dönüştüğünü söyler. Böylece önünde yeni bir ufuk açılmış, Türk milliyetinin ve vatanının teşekkülüne dair sezgileri ve dağınık düşünceleri birden yepyeni bir anlama kavuşmuştur. Evet, Anadolu ve Rumeli coğrafyası da Malazgirt zaferinden sonraki sekiz yüz yılda bizim milliyetimizi yaratmıştır. O halde, 1071 öncesi “kablettarih”imiz sayılmalıdır.
Böyle düşünüyordu Yahya Kemal; Malazgirt Zaferi’ni Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasına yol açmasının ötesinde, “vatanın temeli olan bir muzafferiyet” ve bu bakımdan “kudsiyetinin hududu olmayan bir hadise” olarak görüyordu. Avrupalı tarihçilerin de bu zaferi dünya tarihinin dönüm noktalarından biri saydıklarını söyledikten sonra savaşın nasıl cereyan ettiğini özetleyen Yahya Kemal’in şu görüşleri dikkat çekicidir:
“Bu muzafferiyetle Anadolu’nun kapıları denizlere kadar açılmış oluyordu. Vakıa 1071’den sonra on senede Selçuk orduları Anadolu içlerinden Karadeniz sahillerine, Akdeniz sahillerine, Marmara sahillerine kadar her taraftan boşandılar. 1081’de Türk atlıları ilk defa İstanbul’un karşı sahilinde, Fenerbahçe’yle Üsküdar arasında göründüler. İstanbul’u ve Ayasofya kubbesini Anadolu yakasından ilk gören Türk gözleri bu gözlerdir. Bu gelen asker Üsküdar’ı o sene ilk defa fethetti. Bugünkü vatanın yaratılışında, Karadeniz kıyılarından Akdeniz kıyılarına kadar bu yürüyüş, tarihte çok defa görülmüş olan Türk iradesinin en hârikalı olanlarından biridir.”
17-08/17/zxcv.jpg
Yahya Kemal, hatıratında İstanbul’a döndüğü gün Babıâli yokuşunda karşılaştığı Ziya Gökalp’a bu düşüncelerini açtığını söyler. O halde Paris’ten beraberinde sadece “Akdeniz Medeniyet Havzası” fikrini değil, “Anadoluculuk” diye adlandırabileceğimiz vatan ve milliyet fikrini de getirmiş demektir. Ancak bu fikrini tartışmaya hiç açmaması ve Peyam gazetesindeki yazılarında Alparslan ve Malazgirt’ten tek kelimeyle bir söz etmemiş olması tuhaftır. Mehmet Kaplan’a göre, en güçlü devirlerini yaşayan Türkçülerle çatışmamak için bu fikrini ortaya koymamış olabilir. Ancak Balkan Harbi acılarının yaşandığı günlerde daha tehlikeli bir fikri, Nev-Yunanîliği savunabilen, üstelik Peyam’da Türkçülüğe ve Türkçülere karşı alaycı bir üslûp kullanabilen birinin farklı bir Türkçülük anlayışını savunmaktan çekinmesini açıklamak zordur.
***
Aslına bakılırsa, Yahya Kemal, Alparslan’dan ve onun büyük zaferinden ilk defa 12 Mart 1942 tarihinde Beyoğlu Halkevi’nde verdiği “Türk İstanbul” konferansında ve İstanbul (1953) adlı kitapta yer alan “Türk İstanbul” adlı makalesinde genişçe bahsetmişti. Aynı fikri “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinde de “Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu” mısraıyla ifade eden Yahya Kemal, son zamanlarında büyük bir Malazgird şiiri üzerinde çalışıyordu. Tanpınar’ı kusursuzluğuyla şaşırtan “Alp Arslan’ın Rûhuna Gazel”i ne zaman yazdığını bilmiyoruz. Belki de Tanpınar’la birlikte, koşu halinde yüzlerce atlıdan oluşan Malazgirt Zaferi Abidesi’nin hayalini kurduğu sıralarda... Kim bilir!
Kültür ve Turizm Bakanlığı, keşke 1989 yılında iki sütundan oluşan ve Anadolu’ya açılan kapıyı temsil eden abideyi yaptırırken Yahya Kemal’in bu hayalinden haberdar olsaydı. Ben de hayalimde onun hayal ettiği atlıları bu anıtın doğusuna yerleştiriyor, başlarında Tankut Öktem’in Malazgirt’te, şaha kalkmış at üzerindeki Alpaslan heykelini dikiyorum.
Malazgirt Zaferi’nin 900. yıldönümünde, yani 2021’de Yahya Kemal’in Tanpınar tarafından da benimsenen hayali gerçekleştirilse, harika olmaz mı?