ÇINARIN GÖLGESİNDE
Yavuz Selim Demirağ 01 Ocak 1970
Yukarıdaki başlığı 4 yıl önce Konya'daki Ahde Vefa Derneği ve Kayserimizin Yeni Ufuklar Derneklerinin ortaklaşa düzenlediği "Musafa Kafalı'ya Vefa Gecesi" ve günün anlamı ile ilgili hazırlanan "Kafalı Hoca Armağanı" adlı kitap için yazmıştım.
Daha 3-5 gün önce elini öpüp anılarından demetler dinlerken Sevgi Ablam ile göz göze geldik... Hocamın son günleri olduğunu biliyordum. Ama bir türlü kabullenemiyorum. Yetimiz, O'nu (Bugün) öğle namazından sonra 'Cumhuriyetin Payitahdı Ankara'da sonsuzluğa uğurlayacağız. Mekanı cennet olsun... Ulu Çınarın... Hocamın sağlığında kaleme aldığım yazının bir bölümünü paylaşalım.
"Atlıyı atından indiren yazıların" adamı Nihal Atsız'ın ölümsüz romanı Bozkurtları okuyup da kendisini Kür'şad'ın 40 çerisi arasında hissetmeyen genç ülkücü yoktur. Kimimiz Urungu, kimimiz Yüzbaşı Yağmur kimimiz de Yamtar olduk. Kür'şad'ın günün birinde çağırıp Çin Sarayını basmaya götüreceği kavganın hayalini kurduk. Bizim "Yitik Kuşak" Atsız'ın sağlıklı günlerine tanık olmasa da O'nun eğilmez, bükülmez mücadeleci kişiliğini örnek aldık. Mustafa Kemal Atatürk'ün tartışılmaz liderliğine rağmen şovalye ruhlu Enver Paşa'ya gizli gizli hayranlığımız gibi, Başbuğ Türkeş karizması altında Nihal Atsız'ı müstesna tutuşumuzun kaynağı Kafalı Hoca olmuştur.
Cumhuriyet tarihinin ilk "sivil direniş"i sayılan 1944 Milliyetçilik olaylarının gerçeğini, perde arkasını da Kafalı'dan öğrendik. Bir döneme mührünü vurup, Türkiye'de kuşaktan kuşağa Milliyetçi-Ülkücü-Türkçü gençlerin yetişmesini sağlayan Atsız'ın Maltepe'deki mütavazı evinin iki elin parmağını geçmeyen müdavimlerinden olan Mustafa Kafalı Türk tarihinin karanlık sayfaları ile Cumhuriyet değerlerimiz arasında gerçek anlamda bir "köprü"dür. Bugün inşası neredeyse imkansız olan bu köprünün kökleri çok derinlerde gömülmüş ayakları Balkanlar'daki Mostar Köprüsü, Erzurum'da Çifte Minareyi, Konya'da Karatay Medresesini, Boğaz Köprüsünün, Keban Barajının çimentosuyla yoğrulmuştur. Kafalı Hoca'nın anlatımlarıyla Orta Asya'nın steplerinde at üzerinde yolculuk yaparken, Tanrı Dağlarının zirvesine çıkarız. Darbe günlerinde satır aralarında yazdıklarıyla namluların gölgesindeki darağacına kafa tutarız. Kavga günlerinin kargaşasında çatmış gibi yapıp da şefkat ile süzdüğü bakışları kitapları koltuğumuzun altına sıkıştırıp okulun yolunu tutturur da biz bile fark edemeyiz.
Atsız'dan ve Kafalı'dan söz edip de "Atsız Armağanı" adlı muhteşem esere atıf yapmadan geçilmez. Nejdet Sancar Bey'in vefatından sonra Kafalı ve arkadaşlarının hazırlamaya başladığı "Atsız Armağanı" Atsız Bey'in 11 Aralık 1975'de uçmağa varışından sonra Ötüken tarafından 1976'da yayınlanabilmiştir. Yeni nesiller böyle bir kitabın varlığından bile haberdar olmayabilir. Atız Bey'in hayatı ve tarihi, ilmi makalelerin yer aldığı bu eser aynı zamanda Milliyetçi-Ülkücü Hoca'ların durumunu yansıttığı için ibret vesikasıdır.
Bütün dünyada sosyalist rüzgarlar eserken Türkiye'de var olma kavgasını yürüten Milliyetçilerin kimsesiz günlerinde bir avuç bilim adamını, bu gün olağanüstü zengin mirasa konanlar ard arda üç-beş ismi sayamazlar bile.
Erol Güngör, Necmettin Hacıeminoğlu, Mustafa Kafalı ve Osman Fehmi Sertkaya'dan oluşan komisyona "Atsız Armağanı" için yazı verenler Ahmet Bican Ercelasun, İsmail Aka, Ömer Faruk Akün, Tuncer Baykara, Ahmet Caferoğlu, Mustafa Çavişoğlu, Şükrü Elçin, Bilge Ercelasun, Emel Esin, Orhan Şark Gökyay, Tuncer Gülensoy, İbrahim Kafesoğlu, Mehmet Altay Koymen, M. Kemal Özergin, Faruk Timurtaş ve birkaç genç asistan.
Merhum Hacıeminoğlu "Yunusun Türkçesi", Erol Güngör "Ziya Gökalp ve Türkçülükte Din Meselesi", Mustafa Kafalı'da "Şıban Han Sülalesi ve Özbek Ulusu" konularında makalelerini yayınladılar. Aradan 40 koca yıl geçmesine rağmen ne Hacıeminoğlu'nun Yunus Türkçesi, ne Erol Güngör'ün Gökalp ve Türkçülükte Din meselesi üzerine yeni bir şey kondumu?. Ne de bağımsızlığını kazanan Özbekistan'da Şiban Han Sülalesi ve Özbek Ulusu tarihine bir satır eklendi!..
Bir taraftan üniversitede ilmi çalışmalar yapıp, genç talebeler yetiştirirken diğer taraftan memleket meselelerine kafa yorup, kavga günlerinde tavır almak zenaatlerin en zoruydu şüphesiz. Solun hakimiyeti altındaki üniversitelerde "Milliyetçi-ülkücü" fikri savunma ve siyasi çalışmaların içinde bulunmak kimilerine göre akıl karı değilse de Kafalı Hoca o bayrağı hiç düşürmedi. Sağ partilerin iktidarlarında devlet imkanlarından faydalanıp durumunu sağlamlaştırıp mevki, makam sahibi olmak yerine ülkenin dertleriyle dertlenip, istikbalini emanet edeceği talebelerin eğitimine ağırlık verdi.
Yaşamayan bilmez. O yıllar üniversitelerde "Profosör", "Doçent" ünvanına sahip akademisyen sayısı iki elin parmağını geçmediği gibi, taşın altına elini, yüreğini koyan ise bir elin parmaklarını geçmedi hiç.
ağdan say Prof.Dr. Mustafa Kafalı, Prof.Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Soldan say Hacıeminoğlu, Kafalı. Erol Güngör…
Sol çuvalın içinde onlarca profosör, yüzlerce doçent ve doktor var iken "itlerin kimsesizliğimize güldüğü" dönemlerde ülkücü hocaların durumu ortadaydı. 80 öncesindeki ünlü MC (Milliyetçi Cephe) Hükümetlerinde bürokrasinin önemli makamlarına Genel Müdür, Müsteşar gibi kadrolara "sağcı Hocalar" önerilip, "Milliyetçi" diye görevlendirilirken, teklifler Kafalı'ya yapıldı elbette. Her defasında "Talebelerim ne olacak? Yüksek lisansta, doktorada bir sürü çocuk var. Onları bırakamam" diyerek teklifleri hep geri çevirdi Hoca…
Milliyetçi-Ülkücü dergi ve gazetelerde yazmak, kefen giymek ile eşitti o günler. Hergün Gazetesi okuyor diye genç ülkücülerin kurşunlanıp, şehid edildiği dönemde Kafalı Hoca, Bizim Anadolu, Hergün, Ortadoğu, Millet gibi gazetelerde yazılarıyla genç ülkücülere yol gösteriyordu.
Darbeler, muhtıralar öncelikle "Aydın"ları hedef alır. 12 Mart muhtırasında sürgün edilip, defalarca görev yeri değiştirilen Kafalı 12 Eylül darbesinde bir okuldan diğerine tayin edilerek yıldırılmak istendi. 12 Eylül'ün karanlık günlerinde "Nöbetçi Hoca" idi Kafalı… Mahkemelerde yargılananların, arandığı için kaçağa düşenlerin, cezaevlerinde tutuklu olanların yakınları mutlaka Kafalıların kapısını çalardı. Sıkıyönetimin hakimleri, savcıları dahası avukatları bile Kafalı'ya şikayet ederdi tutuklu yakınları… Bir tek kişiyi sehpanın gölgesinden kurtarabilmek için hapsi göze alıp ne gerekiyorsa yaptı Hoca… Yurt dışına çıkışlarını, başka başka evlerde barınmalarını sağladı. Ve bütün bunların arasında ülkücülerin sıkıyönetim koşullarında çıkardığı haftalık dergilerde yazıyordu. Sadece yazmaz, kimlerin hangi konuda yazması gerektiğini koordine eder, bizzat yazı ister, yazanlara ve çalışanlara moral verip cesaretlendirirdi.
Kendisi yazmadığı gibi anlatmazda. O günlerde Sözcü, Hamle, Yeni Düşünce gibi ardı ardına sıkıyönetimin kapattığı dergileri ayakta tutmak için yazmasını, abone olup, okumasını istediği bazı kişiler "657 sayılı yasaya göre memur oldukları" gibi mazeretlerle uzak durma tercihlerini kullanırken bir tekine bile sitem etmedi. Her birinin bahanesini hoş gördü.
"Dergi yedekleme" ve "yedek yazı" deyimini bizim kuşağın toy yayıncıları Kafalı'dan öğrenmiştir. Sıkıyönetimin günlük gazeteleri çatır çatır kapattığı günlerde, Mamak'ta tutuklu bulunan ülkücülerden haberleri, mahkemelerdeki gelişmeleri yazdığımız haftalık dergiler her an kapanma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Her satırı denetlenen bir yazı çıkarıldığında o sayfanın boş kalmaması için yedek yazıyı da o ayarlardı. Gece yarısı kapatma tebligatı geldiğinde ertesi gün başka bir isim hakkının yedek te bekletilme gerçeğini de Kafalı'dan öğrendik. Kendi adıma sadece yazı dünyasında değil, günlük hayattaki sivriliklerimin törpülenmesinde, tavır ve davranışlarıma çeki-düzen verilmesine kadar çok şey borçluyum Kafalı'ya…
Gazetecilik-yazarlık yanında aile babası ve adam olmayı öğreten merhum Necdet Sevinç'e "umutvar" gördükleri beni emanet ederken, kadrini bilmeyenlere karşı da Necdet Ağabey'i bana emanet etmişti Kafalılar…