BAYRAM’I OKURKEN DÜŞÜNDÜKLERİM
Hasan Kallimci 01 Ocak 1970
Bayram,[1] ablam ve ustam Emine IŞINSU’nun son romanı. “Kıymetli, sevgili oğlum Hasan KALLİMCİ’ye, çok şükür daha iyiyim amma tam da değil. Neden acaba, bu mübareklerle fazla iç içe yaşamamdan mı?” diye yazarak imzalamış ve göndermiş; sağ olsun. Işınsu bu eserinde, tasavvuf anlayışının zirve zatlarından birini daha anlatıyor; Hacı Bayram veli’yi. Yazar, daha önce de “Bir Ben vardır Benden İçeri”[2] adlı romanında Yunus Emre’yi, “Bukağı”[3] adlı romanda da Niyazi Mısrî’yi anlatmıştı.
Hacı Bayram veli, Ankara’nın Solfasol köyünde 1353 yılında doğmuş, çevresindeki hoca ve dervişlerden gıdalanmış, medrese hayatını başarı ile bitirdikten sonra tasavvufî bir arayışın içine girerek o alanda da zirveye ulaşmış bir zattır. Ebheriye, Nakşiye ve Halvetiye tarikatlarının üçünü de hazmetmiş ve bu üç anlayışı birleştirerek Bayramiye tarikatını kurmuştur. 1430 yılı başında vefat etmiştir. Mekânı Ankara’dadır. Adı günümüzde de saygıyla anılmakta, şiirleri ilâhi şeklinde söylenmektedir. Hacı Bayram veli’yi anlattığım bu paragrafta, romanın konusunu da özetin özeti şeklinde vermiş oldum. Merak edenler, eseri okuyup hem bizim gibi bir insan olan Numan’ı (babasının ona verdiği ad budur) hem de tasavvuf şeyhi Hacı Bayram veli’yi Işınsu’nun kaleminden tanıyabilirler.
Ben her eseri okurken yaptığım gibi Bayram adlı bu romandaki bazı satırların altını çizdim. Aklıma takılan soruları ve okuduğum satırların bende çağrıştırdığı düşünceleri not ettim. İlk soru şu oldu:
“Işınsu, neden tasavvufun zirvesindeki isimleri romanlarına konu edinmektedir?”
Sonra buna başka sorular eklendi:
“Işınsu Ablam, neden bilhassa son eseri olan Bayram’da tasavvuf, tarikat ve şeyh konularında ince açıklamalarda bulunuyor?”
“İçinde yaşadığımız şu günlerde tarikat ve cemaatların durumu nedir? Onlar, bugün de Ahmet Yesevîlerin ve Hacı Bayram Velilerin yolunda mıdır?”
“İçinde yaşadığımız yirmi birinci asırda da Yunus Emrelerin, Hacı Bayramların anlatılması gerekiyor mu?”
Bunlar gibi nice sorulara cevap bulmaya çalıştım. Okuduğum satırlar bende birçok düşünceyi çağrıştırdı. Sözün kısası, kendi kendime sorular sorarak, düşünerek, cevaplar bulmaya çalışarak Bayram’ı okuyup bitirdim. Şimdi de düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yunus Emre, Niyazi Mısrî ve Hacı Bayram Veli, düşünceleri, şiirleri gönlümüzde ve dilimizde olan zatlar; Türk insanının manevi dünyasının güneşleri. Üzerinde yaşadığımız bu toprakların manevi fatihleri. Anadolu’nun Türkleşmesinde, Avrupa ortalarına kadar ilerlememizde onların ve o zat gibilerin büyük hissesi vardır. Onlar, alpliğine erenlik vasfını kattıkları Türk insanının, dünya ekonomisine, siyasetine ve coğrafyasına yüz yıllarca hakim olmasını sağlamışlardır.
Ya bugün? Sanki film tersine çevrilmiş gibi... Allah’ın varlığı ve birliği konusunda şuurlanmaya giden o yollarda Türk insanının alplik ve erenlik vasıfları birbirinden koparılıyor. Tarikat ve cemaatlardaki Türk insanı, kendini kurtarmanın, cennette bir yer edinmenin telâşı içine sokuluyor. İnsanımız milli kimliğinden ağır ağır uzaklaştırılıyor ve sonunda Türk adına ve kültürüne düşman kişiler hâline getiriliyor. Bozkurt, dervişleştirilirken uyuz bir kediye dönüştürülüyor; mankurtlaştırılıyor. Ve nedense bütün bu uygulamalar, en ince taktiklerle ve yoğunlukta yalnız Türk insanı üzerinde yapılıyor. “Türk milletindenim.” demek günah, o zaman ırkçılık sayılıyor. Arap’ın, Kürt’ün kimliğine, kültürüne ise böyle bir operasyon yok! Aksine, Arap kültürünü İslâm diye yutturmak moda, “Babam Kürt” demek itibar sebebi. Cemaatlar ve tarikatlar, partilerin arka bahçesi durumundalar. Bir cemaat kırk yıldır bir partinin peşinden koşmakta mahzur görmemektedir. Bir tarikatın bir kolu, en çok hangi partiyi kullanabileceğine inanırsa onu desteklemekte, dervişleri ile miting meydanlarını doldurup o partinin bayrağını sallamaktadır. Bir başka cemaat de Büyük İsrail’in kurulmasına hizmet eden Büyük Ortadoğu Projesinin ve bu çerçevede yapılan dinler arası diyalogun peşinde koşarken o cemaatin mensupları da Allah rızası için İslâm dinine hizmet ettiklerini sanmaktadırlar. Bir başka tarafta ise Müslim Gündüzler, insanların inançlarını istismar ederek onların paralarını kullananlar at oynatmaktadır.
Hacı Bayram Veli, Fetret döneminde yaşamış, o dönemin sıkıntılarını duymuş bir bilgindir, evliyadır. O dönemde vaazlarında ve sohbetlerinde Türk insanının birliği ve beraberliği konusunu ısrarla işlemiş ve bu amaçla şiirlerini Türkçe yazmıştır. Bugün de, dışardan AB, ABD ile ve içerden de mozayikçilerin ve millet gerçeğini reddeden sözde dini anlayış sahiplerinin gayreti ile adeta fetret dönemi yeniden yaşanmaktadır. Tasavvufun doğru bilinmesine, İslâm’ın doğru öğrenilmesine ihtiyaç vardır. İşte bu sebeple Işınsu; Yunus’u, Mısrî’yi, Hacı Bayram’ı romanlaştırmıştır. İşte bu yüzden son eserinde, yeri geldikçe- Hacı Bayram’ın ağzından tasavvufu, sade insanın anlayabileceği durulukta anlatmaya çalışmıştır. Şimdi romanın sayfalarını aralayalım ve altı çizili satırlardan bazılarını birlikte okuyalım.
İşte Kur’an’ın okunması ile ilgili olanlar:
“Kur’an’ın dış yüzünü aklı olan herkes anlar, o kadar da apaçıktır. Ancak bir de ayetlerin derin anlamları vardır ki, bunlar mânâ içinde mânâlardır.; ancak ledün ilmine vâkıf olanlar anlayabilir. Şunu unutma ki, O Yüce Allah, bizden Kitap’ını anlayarak kavrayarak aklın, gönlün, hatta tecrübenin ışığında tartılarak okunmasını ister.” (s. 230)
“Evlâtlarım, dedi, yolunuzda çaba gösteriyorsunuz, hepinizden memnunum; ancak bir önemli kusurunuz var; Kur’an’ı pek az okuyorsunuz, yani sadece ben size ödev verdikçe, başka zamanlarda elinizde Kitabımızı görmüyorum. Oysa ben sizi, Yüce Allah’ın izni ile Kur’an okumaya ve onu anlamaya davet ettim ve ediyorum.” (s.362)
Bu satırları okuduktan sonra insan, gözlerini kitaptan kaldırıyor ve şöyle düşünüyor: Cemaat ve tarikatlarda, müritlerin ellerinde, cemaat lideri veya şeyhin fikir ve yorumlarını taşıyan kitaplar. Müritlerine göre; tek doğru liderin/şeyhin yazdıkları ve söyledikleri. Lider veya şeyhin söyledikleri Kur’an’ın tefsiridir. Anlayış bu... Kuranıkerim ikinci plâna bırakılıyor. Bu yüzden kimi sufiler şeriattan uzaklaşıyor, kimileri de şekil ve gösterişi İslâm sanıyor.
Bayram’ı okumaya devam edelim:
“Kâinat ve içindeki her şey, bilmediğimiz ve görmediğimiz kâinatlar ve içlerindeki her şey Allah’tandır, yanlış anlama Allah değildir bunlar, ancak O’nun tecellisidirler ve O’nun ruhu ile ayaktadırlar. O hâlde tek kimlik O’nundur, başka kimlik yoktur, bütün varlıklar O’nun görünen yüzüdürler sadece.” (s. 242)
“Tasavvufun konusu, Yüce Allah’ın mukaddes ve hiçbir şeye benzemeyen temiz zatıdır. .... aslında İslâmiyet bir marifet dinidir. Çünkü marifet, şeriatı, tarikatı, hakikati kendinde toplar. Bir zamanlar Yunus Emre’nin de söylemiş olduğu gibi, bir ceviz misaliyle bu, açıklanabilir. Şöyle; cevizin dış yeşil kabuğu şeriat, sert kabuğu tarikat, içi hakikat, bir cevizin bütünü ise marifettir. Şeriat dış kabuktur dedik, nasıl bir cevizde yeşil dış kabuk olmazsa, dış etkenlerden korunamaz ve yetişmezse; şeriatsız da tarikat, hakikat ve marifetin gelişip korunması mümkün değildir. (....) Cevizin içi, yenilen kısmı ise hakikattir. Cevizin esas korunması gereken parçası budur. Çünkü bir cevizde iç olmazsa, yeşil kabukla kumaş boyar, sert kabuğu ise ocakta yakarız, başka işe yaramazlar. Yalnız bilmek gerekir ki ceviz, ‘sadece iç’ de değildir. Cevizin içi yalnız başına dikilirse yeni bir ceviz ağacı meydana gelmez. Ceviz ağacı yetiştirmek isteyen bir çiftçi, o cevizin olgunundan birini, bütün olarak dikmek zorundadır. Marifet işte budur. Marifet, cevizi bütün tabakalarıyla içine alır.” (s. 255)
Tasavvuf konusu, ancak bu kadar kısa ve öz anlatılabilir. Yukarıdaki satırları okuyan bir Müslüman, İslâm ve tasavvufu doğru algılar; herhangi bir sapkınlığın içine çekilip kullanılamaz. Şeyhlik, cemaat liderliği, müritlik, bunların da ne olduklarının, nasıl olması gerektiğinin bilinmesi de gerekir. Tasavvufta mürit çalışan, üreten, sorgulayan, Bir’i arayan insandır amma şimdilerde güdülür hâle getirilerek sürüye dahil edilecek insan olarak görülmektedir. Yine günümüzde şeyh/lider/dede ne söyler ve yaparsa doğrudur ve taklit edilmesi gerekir. Işınsu, eserinde bu marazî duruma da değinmiştir:
“Aklımızı çalıştıracağız yoksa her şeyde basitinden bir manevi etki görürsek olmaz.” (....) “Şeyh uçmaz mürit uçurur derler, sen biraz onu yaptın.” (s.283)
“Dervişlik kolaydır evlâdım, asıl büyük sorumluluk isteyen şeyhliktir.” (....) “Önüne insanlar gelecek. O insanlar ki Yüce Allah’ın mükemmel yarattıktan yani en şerefli mahlûk yaptıktan sonra, aşağıların en aşağısına yollayıp sınavlara tâbi tuttuklarıdır. Onları yetiştirme, terbiye etme sorumluluğu, en şerefli mahlûk hâline getirme sorumluluğu senin olacaktır.” (s. 300-321)
“-Mürşitler genellikle dünya işlerine karışmazlar diye bilirim ben.
-Karışmazlar da terki dünya da etmezler. Maksat, müritlerin dışında da halka yardımcı olmaktır, çünkü halk, Hakk’ın görünen yüzüdür. Onca yok yoksul varken, onca bu topraklara göçüp de ne yapacağını bilmeyen varken... İki tarafa da ve gelip derdine çare arayanlara da yardımcı olmam lâzım. Bu yüzden de dünyadan haberdar olmak gerek, yani tekkenin dışına da taşmak gerek.” (s. 345)
“Kim demiş müritler çalışmaz diye! Bilakis çalıştığın için memnun oldum, dervişlik bir dilencilik mesleği değildir, her derviş alın teri ile çalışıp kendi geçimini kendi temin etmelidir.” (s. 348)
“Gerçek Kâbe insanın kalbidir. Bundan ötürü hacı olmak isteyen kimse önce kendi kalp Kâbe’sini tavaf edip; kendisindeki şeytanı taşlamakla işe başlamalıdır.” ....“Nasıl Mekke’nin fethinden sonra ilk iş olarak Kâbe’deki putların da kırılıp atılması gerektir. Bu iş bir yola girilerek yapılır” (s. 294)
Sözün kısası, devletin İslâm’ı öğretemediği alanda, boşluğu birileri(!) dolduruyor. Boşluğun nasıl doldurulduğu belli. İslâm ve tasavvuf adına insanımızın nasıl kullanıldığı, milletimiz üzerinde hangi oyunların oynandığı ortada. Çıkış yolu İslâm ve tasavvuf konularında doğru bilgilenmek. Işınsu’nun kaleme aldığı son eserler, doğru bilgilendirme yolunda ortaya konulan ürünlerdir. Bayram da bu çerçevede bir eserdir.