Sarı Abdullah Efendi (12 Mart 1584-27 Ekim 1660)
01 Ocak 1970
şârih, nâsir, divan şairi
Adı Abdullah, mahlası Abdî’dir. Tezkire-i Şukûfeciyân’da yetiştirdiği yedi adet zerrîn lale çeşidinden üçünün kendi adıyla anıldığı, böylece kendisine “Sarı Abdullah” dendiği ifade edilmektedir. Sefîne-i Evliyâ’da ise sarışın olması sebebiyle Sarı Abdullah olarak şöhret bulduğu kayıtlıdır. Bağdatlı İsmail Paşa (ö. 1920) Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Âsârü’l-Musannifîn’de Abdullah bin es-Seyyid Muhammed bin Abdullah olarak tanıtmaktadır (Bağdatlı İsmail Paşa 1951: I/477-478; Yılmaz ve Akkuş 2006: II/524).
Babası Mağrib (Fas) şehzadelerinden Seyyid Muhammed Efendi’dir. İstanbul’a gelince devlet tarafından görev ve maaş tahsis edilmiştir. Bursalı Mehmed Tahir (ö. 1925) babasının, Sultan I. Ahmed (1603-1617) devri sadrazamlarından Halil Paşa’nın (ö. 1039/1629) kardeşi Muhammed Paşa’nın kızıyla evlendiğini ve Abdullah Efendi’nin dünyaya geldiğini kaydeder (Bursalı Mehmed Tahir 1333: 1/100). Sarı Abdullah Efendi 29 Safer 992/12 Mart 1584’te Pazartesi günü dünyaya gelmiştir (Er 2015: 343). Sarı Abdullah Efendi’nin çocukları ve torunları da ilim erbabıdır. Sicill-i Osmânî’deki kayda göre Sarı Abdullah’ın oğlu Mustafa Resmî Efendi (1066/1655-56) de devrin meşhurlarından olup cebeciler kâtibidir. Memur olarak Mora’ya gitmiş, Gelibolu’ya geçerek Girit’te Anadolu kalesinde vefât etmiştir (Mehmed Süreyya 1996: III/420).
Sarı Abdullah Efendi, erken yaştan itibaren çeşitli tarikat erbabıyla temas etmiş ve esaslı bir tasavvuf terbiyesi içinde yetişmiştir. Hocası ve babalığı olan Hacı Hüseyin Ağa (1040/1630-31), 15-16 yaşlarındayken kendisini İdris-i Muhtefî’yle (ö. 1024/1615) tanıştırmıştır (Er 2015: 344). Mehmed Süreyyâ (ö. 1909) ve Bursalı Mehmet Tahir onun, İdris-i Muhtefî’nin vefatından sonra Halil Paşa’nın delaletiyle Aziz Mahmud Hüdâyî’den (ö. 1038/1628) feyz aldığını kaydetmektedirler (Bursalı Mehmed Tahir 1333: 1/100; Mehmed Süreyya 1996: III/420). Tarikatta ilk intisabı Hüdâyî Efendi’ye olmuş, Hüdâyî Efendi kendisini Kocamustafapaşa’da irşad için görevlendirmiştir (Er 2015: 344). Vefatından sonra da Bayramiye’den Hacı Beşir Ağa’ya intisab etmiştir. Safayi Tezkiresi’nde, Sarı Abdullah Efendi’nin Sütçü Beşir adında biriyle hemhal olması sebebiyle Hamzavî olduğunun bir söylenti olduğu, eserlerini inceleyenlerin, onun aykırı bir mezhepte bulunamayacağına kanaat edecekleri belirtilmiştir (Çapan 2005: 376). Sarı Abdullah Efendi zaten kendi eseri Nasîhatü’l-Mülûk’ta bu konuya açıklık getirmektedir. O, çeşitli tasavvuf erbâbından feyzalmış olmasına rağmen ömrü boyunca Bayrâmîliğe bağlı kaldığını, aslen Bayramî, tarikatçe Celvetî ve terbiyece Mevlevî olduğunu ifade etmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla o dönemde, tarikatlar arasında kesin bir çizgi olmayıp bütün tarikat mensupları birbirlerinden istifade etmeyi esas olarak görmüşlerdir (Gölpınarlı 1983: 308).
Aziz Mahmud Hüdâyî’den feyz almasını sağlayan Halil Paşa, Sarı Abdullah Efendi’yi kendisine tezkireci yapmıştır. Paşanın ikinci defa sadrazamlığında, İran seferi kumandanlığı esnasında, tezkirecilik vazifesiyle beraberinde gitmiş olan Reîsülküttâb Muhammed Efendi’nin Tokat’ta vefatı üzerine Sarı Abdullah Efendi terfî ederek bu vazifeye yükseltilmiştir (Bursalı Mehmed Tahir 1333: 1/100; Er 2015: 345). Abdullah Efendi’nin Reîsülküttâb oluş tarihi için Şakâiku’n-Nûmâniye’de 1037/1627 Safer ayı kayıtlıdır (Şeyhî Mehmed Efendi 1989: III/291). Aynı sene sadrazamlığın Hüsrev Paşa’ya verilmesi sebebiyle Halil Paşa’yla beraber, Hüsrev Paşa’nın kendilerine zarar vermesinden korktukları için tebdîl-i kıyafet yaparak Üsküdar’a, Hüdâyî Hazretleri’nin dergâhına gelmiş ve inzivaya çekilmişlerdir. Halil Paşa, Aziz Mahmud Hüdâyî’nin aracılığı ile affedilmiştir. Paşa’nın vefatından sonra, en büyük hamisini kaybeden Sarı Abdullah Efendi, 10 sene dergâhta kalmış, ardından ikinci Bağdat fatihi IV. Murad’ın (1623-1640) maiyetinde Bağdat’a gitmiştir. Şakâiku’n-Nûmâniye’de verilen bilgiye göre 1049/1639 Şaban’ında ikinci defa Reîsülküttâb olmuştur (Şeyhî Mehmed Efendi 1989: III/291). Sarı Abdullah Efendi, 1065/1654’te divan memurluklarından çekilerek sadece ilim ve ibadetle meşgul olmaya başlamıştır.
Abdullah Efendi, iyi bir hattattır. Hüsn-i hattı Hâlid Efendi’den öğrenmiş, Müstakimzâde’nin (ö. 1202/1788) kaydettiğine göre Sivasî Şeyh Abdülmecid Efendi’nin (ö. 1049/1639) zaviyeleri evkafından birinin vakfiyesini yazmıştır (Müstakimzâde Süleyman Sadeddin 1928: 281). Yine Müstakimzâde, Menâkib-i Melâmiyye-i Şüttâriyye-i Bayrâmiyye’sinde çiçekçilikteki mahareti sebebiyle I. İbrahim (1640-1648) zamanında, 1051/1641 senesinde ser-şukûfeci yapıldığını söyler. I. İbrahim tarafından verilen berattan anlaşıldığı kadarıyla fen ilimlerinde, sanayi ilimlerinde, hikmet ve felsefede mütehassıstır. Kendisine Sultan İbrahim tarafından verilen müzeyyen, tuğralı berât-i şerîf, eski Reîsülküttâb Küçük Çelebi Efendi’nin hattıyla yazılmıştır (Er 2015: 345-346).
Sarı Abdullah Efendi’den feyz alan ve onunla beraber bulunan bazı meşhur kişiler vardır. Cevrî İbrâhim Çelebi (ö. 1065/1654) bunlardan birisidir. Bayrâmî olan Cevrî, Sarı Abdullah’ın birçok kitabını istinsâh etmiştir. Devrin meşhur şairlerinden olmakla beraber hattı da makbul bir insandır. Geçimini kitap yazmakla temin etmektedir (Gölpınarlı 2013: 149). Cevrî Divanı’nda Sarı Abdullah Efendi için yazılmış dört manzume bulunmaktadır. Bunlardan biri methiye diger üçü de Abdullah Efendi’nin eserlerinin bitimine düşürülen tarihlerdir (Aydın 2010: 18).
Tesbit ettiğimiz mezar taşında Sarı Abdullah Efendi’nin, 22 Safer 1071/27 Ekim 1660 tarihinde vefat ettiği yazmaktadır. Mezar yeri Topkapı’dan Maltepe semtine giden cadde üzerinde, sol taraftaki Maltepe Mezarlığı’ndadır. Mezarlığın yanında, I. Dünya Harbi’nde vefat etmiş müslüman Fransız askerlerinin mezarları ve anıtı bulunmaktadır. Mezar taşında: “Merd-i ma‘nevî şârih-i Mesnevî, sâbıkan Reîsü’l-Küttâb Hazret-i Abdullah Efendi ibn Seyyid Muhammed rûh-i şerîfleri içün ve cemî‘i ehl-i îmân ervâhı içün rizâen lillâh içün fâtiha” ibaresi yazmaktadır. Sefîne-i Evliyâ’da bu bölgede birçok Hamzavî’nin medfun ve mezar taşının Hamzavîlere mahsus olduğu yazılıdır (Yılmaz ve Akkuş 2006: II/523-524).
Sarı Abdullah Efendi’nin birçok eseri bulunmaktadır. Bilhassa, memuriyeti bırakıp vefatı olan 1071/1660 tarihine kadar ilim ve ibadetle meşgul olduğu altı sene zarfında çok verimli bir dönem geçirmiştir. Sarı Abdullah Efendi’nin hayatına ve eserlerine dair yapılan çalışmalarda bir husus dikkat çekicidir. Aynı dönemde yaşamış olan ve Melâmî büyüklerinden kabul edilen Abdullah Bosnevî (ö.1054/1644) ile Sarı Abdullah Efendi’nin zaman zaman karıştırıldığı görülmektedir. Bu karışıklığın sebebleri arasında aynı tarîkata mensub olmaları, aynı dönem içinde yaşamış olmaları ve muhtevâ, isim olarak birbirine yakın eserler yazmış olmaları sayılabilir. Bu karışıklığı çözmek, her iki müellifin de eserlerinin ortaya konulması ve detaylı bir şekilde incelenmesiyle mümkün olacaktır. Sarı Abdullah Efendi’nin eldeki bilgilerle 8 eseri tesbit edilmiştir.
1. Cevâhir-i Bevâhir-i Mesnevî: En meşhur eseri olup, Şerh-i Mesnevî diye şöhret bulmuş, bu eser nedeniyle kendisi Şârih-i Mesnevî diye anılagelmiştir. Beş cilt halinde tertiplenmiş olan bu eser Mesnevî’nin sadece birinci defterinin, yaklaşık 4000 beytinin şerhini kapsamaktadır. Abdullah Efendi eserini 1035/1625’te yazmaya başlamış, 1041/1631’de tamamlamış ve IV. Murad’a (1623-1640) takdim etmiştir. 1287-1288/1870-1871 yılları içinde 5 cilt halinde basılmıştır.Yalnızca birinci defteri kapsaması bakımından, Mesnevî’ye yapılmış şerhlerin en genişi sayılır (Ölmez 1939: 25). Ülker Aytekin tarafından eser üzerine detaylı bir inceleme çalışması yapılmıştır. Eserin tamamı, Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından 2018’de kabul edilen proje kapsamında, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslâm Edebiyatı Ana Bilim Dalı hocalarının danışmanlığında bir grup doktora öğrencisi tarafından baskıya hazırlanmaktadır.
2. Cevheretü’l-Bidâye ve Dürretü’n-Nihâye: Bağdat’ın alınmasını tebrik için 1049/1639’da IV. Murad’a ithafen yazılmış mensur bir eserdir. Eser, Bayrâmî Melâmiliğiyle ilgili temel bir kaynaktır. Müellif hattı nüshası, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphânesi TY 3792’de kayıtlıdır. Eser, Zübeyde Özer tarafından doktora tezi olarak hazırlanmıştır.
3. Düstûru’l-İnşâ: Reîsülküttâb yani Hâriciye Nâzırı iken II. Bayezid devrinden başlayarak IV. Murad devri dâhil olmak üzere topladığı ve bizzat kaleme aldığı Türkçe, Arapça ve Farsça 170 mektubu kapsar. Ayrıca, bazı Osmanlı devlet adamlarına ait mülknâmeler de kitapta toplanmıştır. Eser 1053/1643 senesinde tertip edilmiştir. Eserdeki belgeler ya Sarı Abdullah Efendi tarafından ya da şair ve hattat Cevrî tarafından yazılmıştır. Feridun Bey münşeâtından sonra, Osmanlı siyasi tarihi için kıymetli bir kaynaktır. İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphânesi TY. 1252 ve 3110’daki nüshalar hacim bakımından en kapsamlı nüshalardandır (Ayan 1981: 319-320; Özer 2015: 54-56).
4. Gülşen-i Râz: Tam adı Gülşen-i Râz-ı Ârifân fî Beyân-ı Usûl-i Râh-ı İrfân olan eser, 29 bölümden oluşmaktadır. 1012 beyit halinde, mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Eserde tarikat adabından bahsedilir. Müellif, Hakk’ın verdiği nimetlerin şükrünü edâ etmek için bu eseri yazdığını ifade eder. Eserde didaktik yapı ön planda olduğu için sanatlı söyleyişten ziyade öğreticilik ön plana çıkmıştır. Bu eserden yola çıkarak Sarı Abdullah Efendi’nin tasavvufî terminolojiye, dînî ilimlere vakıf olduğu, şiiri de öğretim amaçlı yazdığı anlaşılabilir (Ayçiçeği 2001: 43). Gülşen-i Râz bazı kaynaklarda Abdullah Bosnevî’ye de atfedilmektedir.
5. Meslekü’l-Uşşâk: Sülûk hallerine dâir Türkçe manzum 105 beyitlik bir kasîde olup torunlarından La‘lîzâde Abdulbâkî tarafından bir zeyl yazılarak Türkçe şerh edilmiştir. Şerh, Zeynep Akkaya tarafından yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır. Eser tarafımızca, mukâbele görmüş nüsha esas alınarak farklı nüshalardan da hareketle yayına hazırlanmaktadır.
6. Mir’âtu’l-Asfiyâ fî Sıfâti Melâmiyyeti’l-Ahfiyâ: Arapça olan eser, Melâmîlikle ilgili Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) Fütuhât-ı Mekkiye adlı eserinde geçen bazı sözlerinin açıklamasıyla bazı menkîbelerini ihtiva etmektedir. Telif tarihi 1070/1660’tır. Eserin müellif nüshası, Süleymâniye Kütüphânesi Şehid Ali Paşa Bölümü, Nu. 1401’de kayıtlıdır.
7. Nasîhatü’l-Mülûk Tergîben li-Hüsni’s-Sülûk: Sultan IV. Mehmed’e (1648-1687) takdim edilen Türkçe mensur bir eserdir. Sarı Abdullah Efendi eseri, devlet adamlarını zulûm ve hatâdan korumak amacıyla yazdığını söyler. Osmanzâde Tâib (ö.1136/1724) tarafından özetlenerek Telhîsü’n-Nesâyih (Telhîsü’l-Hikem) ismiyle Sultan III. Ahmed’e (1703-1730) sunulmuştur. 1283/1867’de İstanbul’da basılmıştır (Er 2015: 368-370).
8. Semerâtu’l-Fuâd fi’l-Mebde’i ve’l-Me‘âd: Mesnevî şârihi İsmâil Ankaravî ile Bayrâmîliğe yönelik bir sohbet üzerine kısa bir dönem içinde 1033/1624’te kaleme alınmış ve devrinde büyük rağbet görmüştür. Türkçe mensur bir eser olup 1288/1871’de İstanbul’da basılmıştır. Ayrıca Gönül Meyveleri adıyla Yakup Kenan Necefzade tarafından sadeleştirilerek muhtasar şekilde neşredilmiştir.
Bunlardan başka Sarı Abdullah Efendi’ye ait olduğu söylenen farklı eserler de bulunmaktadır. Sarı Abdullah Efendi’nin eserleri üzerine ve büyük oranda karıştırıldığı Abdullah Bosnevî üzerine yapılacak mukayeseli çalışmalarla bu durumun çözüme kavuşabileceğini düşünmekteyiz.
Sarı Abdullah Efendi, 17. asırda devlet adamı oluşuyla, tasavvufî eserleriyle, ilmiyle, sanattan bahçeciliğe kadar farklı alanlarda ortaya koyduğu eserleriyle şöhret bulmuş bir Türk müellifidir. Özellikle, tasavvufla alakalı konularda söz sahibi olduğu görülmektedir.