YUSUF HEMEDÂNÎ HAZRETLERİ
01 Ocak 1970
Ebû Ya’kûb Yusuf b. Eyyûb b. Yusuf b. el-Hasan b. Vahre, Hemedan bölgesinde Bûzencird kasabasında h. 440 veya 441 (m.1049/1050) tarihinde doğmuştur. h. 460 (m.1067/1068) tarihlerinden sonra Bağdat’a gelerek Şeyh Ebû İshak Şirâzî’ye istisab etti ve Usûl-i Fırkıh’ta ve Hilafta az zamanda arkadaşlarından ileri giderek üstadının takdirini kazandı. Merv’de Yûsuf Hemedânî tekkesinde bulunan, orada ve sonra Buhârâ’da Hasan Endakî ile görüşen Sem’ânî’nin verdiği bilgiye göre, Fıkıh’ta ve bilhassa ilm-i Nazar’da geniş vukufu vardı. Sonra, gerek Bağdâd’da, gerek İsfahan ve Semerkand’da zamanın büyük muhaddislerinden Hadis öğrendi. Nihayet şer’i ilimlerde büyük bir vukuf ve ihata kazandıktan sonra, sûfiyâne mizacının şevkiyle ilim yolunu bıraktı, meşhur Şeyh Ebû Ali Farmedî’den el aldı. Onun ayrıca Şeyh Abdu’llâh Cüveyni ve Şeyh Hasan Semnânî ile de sohbet etliği rivayet edilir.
Yûsuf Hemedânî riyâzet ve mücâhede yolunu tuttuktan sonra, Merv’e geldi, oturdu. Bir müddet sonra kalkıp Herat’a gitti. Epeyice müddet de orada kaldı; fakat Merv halkı tekrar kendi memleketlerine dönmesini rica ettiler, yine Merv’e geldi. Oradan ikinci defa tekrar Herat’a döndü. Hayatının son senesinde yâni 535 Rebiü’l-evvel (1140 Ekim-Kasım)’inde yine Herat’tan Merv’e dönerken, Merv ile Herat arasında Bâmiyin kasabasında öldü. Bir rivayete göre, müridlerinden İbni’n-Neccâr, Hoca’nın cesedini daha sonra Merv’e kaldırtmıştır ve kabri oradadır.
Hoca Yûsuf Hemedânî İmâm A’zam’a pek çok mu’tekid idi ve onun mezhebine sâlik bulunuyordu. Irak, Horasan, Mâverâü’nnehr kıtalarının çeşitli şehirlerinde bulunarak halkı irşâd ile meşgul olmuş, uzunca bir müddet Buhâra’da bulunmuş. hattâ bir aralık Kûh-i zer’de oturmuştur.
Sa’d'üs-Sem’ânî, onun Merv’de tekkesi olduğunu söylediği gibi, diğer kaynaklar da, onun Merv’deki tekkesinin o zaman Horasan’ın Kâ’besi sayılacak kadar tanınmış ve mübim olduğunu bildiriyorlar. İlim ve fazlı ile, gösterdiği kerametlerle o zamanki İslâm âleminde geniş bir şöhret kazanan Yûsuf Hemedânî, h. 515 (m. 1121-1122) tarihinde Bağdâd’a geldi; Selçuklu veziri Nizamü’l-Mülk’ün eseri olan meşhur Medrese-i Nizâmiye’de, her taraftan koşup gelen seçilmiş bir topluluk karşısında vaaz ve nasihatlarda bulunuyordu. Vaaz esnasında İbnü’s-Sekkâ adlı meşhur bir fakih, kalkıp Hoca’dan bir mes’ele sordu; Hoca, “Otur, senin kelâmında küfr kokusu duyuyorum; muhtemeldir ki senin ölümün dîn-i İslâm üzre olmaya!” cevabını verdi. Hakikaten de öyle oldu : İbnü’s-Sekkâ Bağdâd’a gelen bir Bizans sefiri ile beraber İstanbul’a gelerek tanassur etti. Hoca Yûsuf Hemedânî’nin daha buna benzer birçok kerametleri, büyüklükleri vardır.
Hoca Abdü’l-Hâlık Gücdüvânî, Makâmât-ı Yûsuf Hemedânî unvanlı risalesinde Şeyh’in hayat ve tabiâtını en samimi bir surette gösteren birçok bilgi veriyor. Bu hususta ilk kaynak sayabileceğimiz Sem’ânî’nin ve daha başka muhtelif mecazların, gözlerimiz önünde biraz mübhem bir surette canlandırdığı âlim mutasavvıf siması, Hoca Abdü’l-Hâhk’ın verdiği bilgi sayesinde çok açık, canlı bir şekil alıyor ve biz Yûsuf Hemedânî’yi yalnız maddî siması ile, tabî’at ve âdetleriyle değil, ruhunun bütün çıplaklığı ve derinliğiyle görüyoruz,
Yûsuf Hemedânî uzun boylu, çiçek bozuğu, uzun kumral sakallı, zayıf bir adamdı; yünden ve dâima yamalı elbise giyer, dünya işlerine ehemmiyet vermez, pâdişâhların ve büyüklerin evlerine gitmezdi; eline ne geçerse muhtaçlara verir, kimseden bir şey kabul etmezdi. Türkçe bilmezdi. Yetmişbeş sene mücerred bulunduktan sonra, nihayet evlenmiş ve zevcesi kendisinden kırk gün önce vefat eylemiştir. Herkese karşı çok iltifat eder, halim ve merhametli davranır, misafirlere kendi vilâyetlerindeki dervişler ahvâlini sorardı. Kalben zikr ederek nefsini hapsettiği cihetle çok terlerdi. Dâima Kur’ân-ı Kerîm okumakla meşguldü; “Gârter” mahallât-ı müştemilâtından Hoş-dûd denilen yerden câmi’e kadar bir hatm indirir, mescid kapısından Hoca Hasan Andaki ve Hoca Ahmed Yesevî hanesine varıncaya kadar Bakara sûresini okurdu. Geri dönerken Âl-i ‘Imrân sûresini hatmederdi. Kendi mescidinden dervişler hücresine gelirken, bu yediyüz “ayak”dan ibaret olan bu mesafede bir cüz’ Kur’an okurdu. Arada yüzünü Hemedan’a çevirir ve çok ağlardı. Selmân-ı Farsî’nin asası ile sangı kendisinde idi. Her ay başında Semerkand mollalarını çağırarak onlarla şeriat sohbeti yapardı. Hazret-i Hızır, daimî musahibi idi. Ağrılara ve yaralara ilâç yapar, sıtma için nüsha yazar, herkesin derdine yetişmeğe çalışırdı. Türk ve Tacik bütün köylülere dinin farzlarını öğretmekten üşenmez, dâima hocalıkla meşgul olurdu, İslâmiyet’in bütün esas akidelerini te’vilsiz kabul ediyor, dâima riyazet ve mücâhede hâlinde bulunuyor, Hazret-i Peygamber’in ve ashabının yollarına gitmeyi müridlerine tavsiye ediyordu. Kalbi, bütün mahlûkat için derin bir mahabbetle dolu idi: Hıristiyanların, âteşperestlerin evlerine giderek onlara İslâmiyet’in büyüklüğünü anlatır, her şeye sabır ve tahammül eder, herkese karşı hürmet ve muhabbet gösterir, ağzından hiçbir fena söz çıkmazdı. Ehl-i kıble’den kimseyi tekfir ettiği görülmemişti. Fakre meyilli idi; altun ve gümüş eşya kullanmaz, fakirlere zenginlerden daha fazla i’tibâr eder, odasında hasır, keçe, ibrik, iki yastık ve bir tencereden başka bir şey bulundurmazdı. Müridlerine dâima Çehâr-yâr’ın menkabe ve faziletlerinden bahseder, onlara namaz, oruç, zikir, riyazet ve mücâhede tavsiye ederdi.
504 Ramazanının onbirinci Çarşamba (25 Mart 1110) günü Sultan Sencer Semerkand’da bulunan Kasım Cogî’ye bir mektup göndererek Şeyh Yûsuf Hemedânî hakkında ta’zim ve tekrimlerini bildiriyor, tekkenin dervişleri için 50.000 atın gönderiyor ve “Ashâb-ı Kirâm’ın yollarından ayrılmayan bu büyük Şeyh’in hayat tarzını bildirmelerini ve Şeyh’den kendisi için Fatiha niyaz etmelerini” ilâve ediyordu. Şeyh Yûsuf bu esnada müridleriyle görüşmek üzere Hoca Abdullah Berkî’nin hücresine gelmişti. Hoca Hasan Andaki, Hoca Ahmed Yesevî, Hoca Abdü’l-Hàlık Gücdüvânî ve daha başkaları hep orada hazırdılar. Müridler, Sultan Sencer’in nezrini bildirdiler; o da, onun işi için bir Fatiha okudu. Sonra Sencer’e gönderecek sehv ve hatâdan başka bir fiili olmadığını söyledi; dervişlerin recâsı üzerine “Şer’-i Nebevî’ye uygun bizde ne gör-dünüzse yazınız!” dedi. Bu müsâadeye dayanarak, dervişler onun siretini yazıp gönderdiler. Daha hayatında Abdü’l-Hâlık Gücdüvânî ondan halîfelerini sormuş ve şu cevabı almıştı : “Benim halîfem Hoca Abdullah Berkî olacak, ondan sonra Hoca Hasan Antaki, ondan sonra da Ahmed Yesevî olacaktır. Hilâfet nevbeti Ahmed Yesevî’ye erişince, Türkistan Vilâyeti’ne sefer edecek ve halîfe sen olacaksın!”. Hakikaten de öyle oldu. Vefat edeceği gün, arkasını mihraba verdi, ashabına su ısıtmalarını emretti; sonra yüzünü dört halîfesine ve orada hazır bulunanlara dönerek, ”Makamımıza Abdullah Berkî’yi bıraktık. Ona uyunuz. Karşı gelmeyiniz, Sultan Sencer için yazdığımız âdabı, müridlere ve ashabınıza söyleyiniz!” dedi ve Ahmed Yesevî’ye dönerek, Sûre-i Fâtır’ı, Yasin Sûre’sini, Ve’nnâzi’ât Sûresi’ni okumasını emretti. Hatim bitince, bir feryattır koptu. Şerî’at hükümlerine ve Sünen-i Nebevî’ye fart-ı riâyetle, şer’î ilimlerdeki kudreti ile devrinde büyük şöhret kazanan Yûsuf Hemedânî gözlerini kapadığı zaman, onun geniş şöhretinden birçok şeyler halîfelerine de geçmiş, onlar da az zamanda büyük bir ün kazanmışlardır.
(*) Türk Edebiyâtında İlk Mutasavvıfar, Ord. Prof. Dr Fuad Köprülü, s. 64-7