« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Kas

2019

EBÜ’l-VEFÂ el-BAĞDÂDÎ

Ahmet Yaşar Ocak 01 Ocak 1970

417 (1026) yılında Irak’ın Kûsan bölgesinde doğdu. Hakkındaki bilgiler, döneminin veya sonrasının belli birkaç kaynağındaki sınırlı kayıtlardan ibarettir. Ebü’l-Vefâ’ya dair asıl kaynak, Şehâbeddin Ahmed el-Vâsıtî’nin 773’te (1371) kaleme aldığı Tezkiretü’l-müttakin ve tebsıratü’l-muktedîn adlı Arapça menâkıbnâmedir (Bibliothèque Nationale de Paris, de Slane, Ar., nr. 2036). Menkıbelerle karışık bir biyografi niteliğindeki bu eserin Menâkıb-ı Tâcü’l-ârifîn Seyyid Ebü’l-Vefâ adını taşıyan, mütercimi meçhul Türkçe çevirilerinin yazma nüshalarına oldukça sık rastlanması (meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 2427; İÜ Ktp., TY, nr. 1560) onun Anadolu’da iyi tanındığını gösterir.

Menâkıbnâmeye göre adı Muhammed b. Muhammed Arîz olan Ebü’l-Vefâ Kürt asıllı olduğu sanılan bir ailenin çocuğudur. Tahsilinin önemli bir kısmını Bağdat’ta yaptıktan sonra Buhara’ya gitmiş, dinî ilimleri öğrenerek tekrar Bağdat’a dönmüş, burada Ebû Muhammed eş-Şünbükî’ye intisap etmiştir. Uzun süre hizmetinde bulunduğu şeyhi, kendisine karşı gösterdiği vefa ve sadakatinden dolayı ona “Ebü’l-Vefâ” künyesini vermiştir. Menâkıbnâmede ayrıca onun İmam Zeynelâbidin soyundan bir seyyid olduğu da kaydedilir (vr. 1b-8b, 85b-88b).

Ebü’l-Vefâ, Ebû Muhammed eş-Şünbükî’nin vefatından sonra onun yerine geçti ve hemen her tabakadan pek çok sayıda mürid edindi. Bu durumun Abbâsî Halifesi Kaim-Biemrillâh’ı (1031-1075) endişeye sevkettiği ve halifenin, bir seyyid olması dolayısıyla Ebü’l-Vefâ’nın ileride hilâfet makamına göz dikebileceğini düşündüğü rivayet edilir. Menâkıbnâmeye göre halife bu endişeden kurtulmak için şeyhi sapıklıkla suçlayarak bir ulemâ heyeti huzurunda yargılatıp ölüme mahkûm ettirmeyi tasarlamış, fakat plan istenildiği gibi sonuçlanmamış, şeyh ulemâ önünde kendisine yöneltilen sorulara başarılı cevaplar vererek onları mahcup etmiştir (Şehâbeddin Ahmed el-Vâsıtî, vr. 45b).

Menâkıbnâmede anlatılan bazı olaylar, Ebü’l-Vefâ’nın Ehl-i sünnet ilkelerine pek uymayan bazı davranışlara sahip bulunduğunu göstermektedir. Eserdeki parçalardan birinde, halifenin şeyhe bir mektupla birlikte bir şarap kadehi gönderdiği; mektupta, kadın-erkek bir arada yaptığı âyinlerde şarap sunmak için kullanılmak üzere bu kadehin gönderildiğinin yazıldığı hikâye edilir (a.g.e., vr. 46b-47a). Benzer bir olayın Ahmed Yesevî için de söz konusu olduğu bilinmektedir (Köprülü, s. 23). Müridlerinin büyük bir çoğunluğunun konar göçer Türkmenler’den oluştuğu anlaşılan Ebü’l-Vefâ’nın bu tür âyinler yaptığından şüphe etmemek gerekir. Ona nisbet edilen Vefâiyye tarikatının XIII. yüzyıl Anadolu’sundaki en güçlü temsilcisi olan ve Babaî isyanı diye bilinen büyük sosyal ayaklanmayı gerçekleştiren (1240) Baba İlyas’ın da bu tür âyinler yaptığını bizzat torunu Elvan Çelebi nakletmektedir (Menâkıbü’l-kudsiyye, s. 22-23).

Ebü’l-Vefâ’nın gerçekten Kürt asıllı olduğunu kabul etmek biraz güçtür. Çünkü menâkıbnâmede onun en ileri gelen halifelerinin hemen tamamının Boğa b. Batu, Muhammed et-Türkmânî, Turhan, Tekin vb. tipik Türk isimleri taşıdığı veya onların Türkmen olduklarını gösteren nisbeleri bulunduğu görülmektedir. Ayrıca o çağın Arap müelliflerinin, bölgenin yerli halkı olan Kürtler’in göçebe bir hayat tarzı sürmeleri dolayısıyla, Türkmen zümreleri gibi oraya gelen bütün öteki konar göçer toplulukları da “Kürd” kelimesiyle niteledikleri bilinmektedir. Buna göre Ebü’l-Vefâ’nın bir Kürt şeyhi olması muhtemel bulunmakla beraber Türkmen şeyhi olması ihtimali daha güçlü gibi görünmektedir.

Şa‘rânî’nin, zamanında çok büyük bir şöhret sahibi olduğunu kaydettiği (e?-?aba?at, I, 107) Ebü’l-Vefâ ömrünün büyük bir kısmını Bağdat’ta geçirmiş, bundan dolayı Bağdâdî nisbesini almış ve 20 Rebîülevvel 501’de (9 Aralık 1107) burada vefat etmiştir. Harîrîzâde’nin onun ölüm tarihini 495 (1101) olarak göstermesi yanlıştır.

Ebü’l-Vefâ’nın biri fıkha dair er-Risâle, diğeri tasavvufla ilgili ?ulâ?atü’t-tev?îd fî ?avâ?idi’t-ta?avvuf adlı iki eseri olduğu rivayet edilmektedir.

Vefâiyye tarikatının Irak ve Suriye Türkmenleri’nin yanı sıra Anadolu’daki Türkmenler arasında da oldukça yaygın olması sebebiyle Ebü’l-Vefâ’nın tesiri Anadolu’ya kadar uzanmıştır (bk. VEFÂİYYE). XIII. yüzyıl başlarındaki büyük Türkmen şeyhlerinden olup adı Bektaşî geleneğine de karışan meşhur Dede Garkın’ın da bir Yesevî şeyhi olması muhtemel bulunduğu gibi bir Vefâî şeyhi olması daha büyük bir ihtimal gibi görünmektedir. Nitekim XIV. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’nin teşekkülü sırasında, bu devletin arazisinde yerleşmeye gelen ve ilk Osmanlı hükümdarlarıyla yakın ilişkiler kuran Geyikli Baba gibi Rum abdallarının da Ebü’l-Vefâ kültüne bağlı bulunduklarını ilk Osmanlı vekayi‘nâmeleri kaydetmektedir (meselâ bk. Âşıkpaşazâde, s. 46). Ayrıca Ebü’l-Vefâ menâkıbnâmesinin Türkçe çevirisinden, Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebâli’nin de Vefâiyye tarikatına mensup olduğu anlaşılmaktadır. Bu ise Vefâiyye tarikatının Osmanlı Devleti’nin kuruluşundaki rolünü vurgulamak bakımından önemlidir.

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 87136

ulkucudunya@ulkucudunya.com