ABD Seyahati ve Neticeleri…
Hakan Paksoy, 01 Ocak 1970
Cumhurbaşkanı ve heyeti, 13 Kasım’da ABD’ye önemli bir ziyaret gerçekleştirdi. Medyanın büyük kısmı her zaman olduğu gibi “Gazamız mübarek olsun…” havalarında. Özellikle senatörlere verilen dersin(!) üzerine gittiler. Örneğin Cumhurbaşkanının Amerikan senatörü Lindsey Graham için “Gerekenleri söyledim. Dersini aldı.” ifadeleri medya için ve kamuoyunda can simidi oldu. Mahallede de siyaset yapmak çok kolay hâle geldi.
Ancak tarih böyle yazılmıyor. Tarih, Cumhurbaşkanının 10 Kasım konuşmasında “Biz netice, netice, netice diyoruz. … şöyle bir etraflarına baksalar hakikatleri görecekler.” diye ifade ettiği gibi sonuçlarla yazılıyor.
Sosyal medyada bir hikâye dolaştı. Yalan, gerçeğin elbiselerini kıskanmaktadır. Bir gün dolaşmaya çıkarlar. Kuyu başına gelirler. Yalanın aradığı fırsat gelmiştir. Yalan, kuyudan aşağı bakarak “Ne güzel taşlar var gel sen de bak” diyerek gerçeği kuyunun başına çağırır. Gerçek aşağı bakarken de kuyuya iterek ve elbiselerini alıp kaçar. Artık yalan gerçeğin elbisesini giymiş ve gerçek benim diyerek dolaşmaktadır. Gerçek ise kuyudan zor bela çıkar ancak elbiseleri yoktur. Derler ki gerçek onun için çıplaktır. Bu çıplaklıktan ötürü hep horlanır, itilir kakılır.
Biz bazı sorularla sonuca bakalım ve olan biteni anlamaya çalışalım.
ABD’ye niçin gidildi?
Türkiye Barış Pınarı Harekâtını başlattı ve daha haftasında ABD ve Rusya ile harekâtın durdurulması üzerine ayrı ayrı anlaşma yaptı. Barış Pınarı Harekâtı terör tehdidini durdurmak içindi. Haklıydık. Her ne kadar bu tehdit geçmişin çok yanlış politikaları sonucu olsa da yakın tehlike idi ve bertaraf edilmeliydi. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince devamı da geliyor elbette. İnsanların yaptıklarının hep kendisi ile beraber olması misali devletlerin de yaptıkları uluslararası ilişkilerde hep yanında oluyor. Görüşmeciler de bu bagajlarının ağırlığına göre hareket kabiliyetine sahipler.
Barış Pınarı için, önce ABD sonra Rusya ile mutabakat imzalandı. Her iki metnin de ortak yanları vardı. En önemlisi de teröristlerin kim olduğu üzerinde anlaşamadık. Bizim terörist dediklerimize ABD ve Rusya meşru güçler olarak bakıyorlar. Çünkü her iki devlet de anlaşmalardan hemen sonra teröristlerin sözde komutanı ile en üst düzeyde görüştüler ve bunu da dünyaya seyrettirdiler. Tıpkı, İran’daki Türkiye Rusya ve İran Liderler Zirvesinin görüşmeler kısmının naklen yayımlanmasına benziyordu. Niçin olduğunu diplomatik çevreler anlamıştır herhalde?
Bu anlaşmalardan önce ABD’den, ekinde teröristin de mektubu olan ve bir mektup açıklandı. Hakaret doluydu. Eğer ABD Başkanı açıklamasa haberimiz de olmayacaktı. Günler sonra, cevabın basın aracılığıyla verildiği açıklandı. Daha sonra da takdim(!) etmek için ABD seyahatinde yanımıza aldık.
ABD, mutabakatımıza rağmen yaptırım kararlarının bir kısmını kaldırmadı. S-400 ve F-35 kararları, Sözde Ermeni Soykırımının kabulünün Temsilciler Meclisinden geçmesi ve en önemlisi de Cumhurbaşkanı ve aile efradının mal varlığının araştırılması, görüşme öncesi gündemdeydi.
Biz daha yoldayken ABD tarafından “Kürtlerle görüşüyoruz. Onlar da memnunlar” açıklaması da yapıldı. ABD daha görüşme öncesinde fikirlerinde değişiklik olmadığını ilan ediyordu. Galiba bu da naklen yayın gibi bir şeydi. Diplomasinin bu alışkanlığı yeni ortaya çıkmıştı anlaşılan.
ABD gelmemizi istemiyormuş gibi anlamak da mümkündü ama biz öyle anlamamıştık ve gittik.
Netice, netice, netice…
ABD Başkanlık Konutunda Amerikan senatörleri ile de görüşüldü. Zaten derslerini de orada aldılar(!) Ermeni meselesi tarihçilere bırakılmalı dedik. Daha önce bu tezimizi çok iyi biliyor olmasına rağmen hiç etkilenmemiş olan Lindsey Graham bu sefer tam anlamış olmalı ki senatoya gelen Sözde Ermeni Soykırımını kabul eden kararı derhal bloke etti. Graham, Suriye meselesinde Türkiye ile ABD arasında önemli bir rol üstlenmiş olması itibarıyla, son dönemde dikkatleri üzerine çeken bir siyasetçi.
ABD Başkanı basın toplantısında, düşüncelerinde bir değişiklik olmadığını açıkladı. Görüşmeler öncesindeki pozisyonlarını koruyorlardı. S-400 ve F-35 konularında, Suriye’deki takip edilen siyasette bir değişiklik yoktu. Terörist ya da FETÖ konusuna da hiç değinmedi. PYD/PKK’nın sözde komutanı için sorulan soruya, hâlâ görüştükleri cevabını verdi.
Cumhurbaşkanı ise Türkiye’nin bilinen görüşlerini açıkladı. Görüşmede neler söylediğini ve FETÖ elebaşı için iade talebini yinelediklerini belirtti. ABD Başkanının mektubunu da kendilerine takdim ettiğini birkaç defa ve vurgulu bir şekilde söyledi.
Her iki taraf da görüşmeler öncesi söylediklerinden farklı bir açıklama yapmadılar.
Dönüş yolunda uçakta yapılan açıklamalara bakıldığında görüşmelerde çok ağır taleplerle karşılaştığımız anlaşılıyor. Ve hiçbirinde de öncekinden farklı bir söylem yok.
Peki, ne değişti? Hakikat ne?
Ermeni meselesinde çok bir değişiklik yok. Senatör blokesini kaldırdığında yine karşımızda. S-400 ve F-35 konuları da aynı şekilde duruyor. Ancak Cumhurbaşkanının “S-400’ü bırakıp tamamen kaldırma teklifini egemenlik haklarımız üzerinde bir tasarruf olarak görüyoruz” ifadelerinden, S-400’ün kutularından çıkarılmamasına yeşil ışık yaktığı anlaşılabilir.
F-35 konusunda da yine Cumhurbaşkanının, “Temennim odur ki sonuç alınır” sözlerinden bir sonuca ulaşılamadığı anlaşılıyor.
PKK/PYD konusunda CİA belgeleriyle konuşmuşuz ancak yine aynı şekilde ABD –PKK/PYD ilişkisi devam ediyor.
FETÖ konusunda görüşmeler devam edecek. Yılmadan usanmadan takip edeceğimizi yine Cumhurbaşkanı söylüyor. 15 Temmuz hainliğinden bu yana takip ediyoruz ve hâlâ bir sonuca ulaşamadık.
Yaptırımlar içinde bahsi geçen Cumhurbaşkanı ve aile efradının mal varlığı konusunda hiç açıklama yapılmadı. Ne Cumhurbaşkanımız ne de ABD tarafı bu konuda bir kelime dahi etmediler. Değerlendirme yapabilmek için yeterli bilgiye sahip değiliz. Ama bu hususta bir hareket de yok.
Neler olduğunu daha açık şekilde zamanla göreceğiz.
Ve mektup
Kanunî Sultan Süleyman ve Dördüncü Murat’ın Fransa kralına yazığı mektuplar bugün hâlâ şeref levhaları olarak durmaktadır. Mektubu Cumhurbaşkanının götürüp de takdim etmesi çok inciticidir. Keşke geldiği gibi ve geldiği yoldan iade edilseydi.
Cumhurbaşkanı haklı, 10 Kasım konuşmasında dediği gibi “Bal bal demekle ağız tatlanmıyor.”