« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

25 Kas

2019

Lemi Atlı 1869-25.11.1945)

Dr.Nazmi Özalp 01 Ocak 1970

Halid lemi_atli 1869 yılında İstanbul’da, Üsküdar’ın Sultantepesi semtinde doğdu. Doğumundan bir hafta sonra annesini, iki yaşında iken babasını yitirdi, ablası tarafından büyütüldü. Ablası ile eniştesi, lemi_atli’nın iyi bir öğrenim görmesi için çok özen gösterdiler. İlkokuldan sonra önce Fatih, sonra Soğukçeşme Rüştiyesi’ni okudu. 1887 yılında burayı bitirerek “Mülkiye Mektebi”ne kaydoldu ise de bitiremedi. İskender Hoca’dan Arapça, Farsça;bir İtalyan bayan öğretmenden Fransızca dersleri aldı.

Yirmi yaşlarında”Dahiliye Nezareti Mektûbi Kalemi”nde memuriyete başladı. Bir yandan da “Resmî Gazete”de yazarlık yapıyordu. Bazı günlük gazetelerde yazarlık ve muhabirlik yapmıştır. Bir süre İzmir Deniz Ticaret Müdürlüğü’nde çalıştı. Bu yıllar içinde maddî ve manevî çok sıkıntılı bir hayat sürmüştür. “Sine-i sûzanıma âhım yeter”güfteli, Hicaz şarkısının bu yılların üzüntüsünü yansıttığı söylenir. Nihayet 1907 yılında ve otuz sekiz yaşında memuriyet hayatından çekilerek İstanbul’a yerleşti;kendini bütünüyle mûsıkî çaılşmalarına verdi. “Soyadı Kanunu”nun çıkışından sonra “Şizemu” sözcüğünün Türkçe anlamı olan “Atlı” soyadını aldı. Soyu bu sıfatı taşıyan Çerkez sülâlesinden gelmedir.

Eniştesi mûsıkî sever bir kimse olduğundan her on beş günde bir evinde “Küme Faslı” yaptırır;bu toplantılara Kanunî Fenerli Mike, Tanburî Garbis, Kanunî Solak Mihal, Giriftzen Rıza Bey, Santurî Edhem Efendi katılırdı.

Hanendeler ise Beylerbeyli Hakkı Bey, Domates Ahmed Bey, Beylikçi-zâde Sadık Bey, Hafız Yusuf idi. lemi_atli bu atmosfer içinde , daha küçük yaşlarında mûsıkî terbiyesi almağa başlamıştı. Bu gibi toplantılarda hazır bulunur, kulaktan öğrendiği eserleri okumağa çalışırdıÇocuktaki yeteneği gören Sadık Bey, ailesine Enderunî Vasıf Bey’den ders almasını tavsiye etti. Hâfız Yusuf konağa meşke gelir, meşkten sonra da o akşamki fasıl için konakta kalırdı. Bu hocasından daha sekiz yaşında iken ilk eser olarak “Taliim düşkün, gamım efzûn, kalbi yâreyim” güfteli Kürdili-Hicazkâr makamındaki bir şarkıyı meşk etti. Bu dersler dört yıl kadar sürmüştür. Böylece on iki yaşlarında mûsıkînin içine bizzat girmiş oldu. Daha sonra Dahiliye nazırı Reşid Mümtaz Paşa’nın aracılığı ile ünlü bestekâr ve hanende Hacı Ârif Bey’le tanıştırıldı. Kendi ifadesine göre Hacı Ârif Bey’in bulunduğu bir mûsıkî toplantısında, Santurî Edhem Efendi’nin eşliğinde

“Humarı yok bozulmaz meclis-i meyhâne-i aşkın”güfteli, Muhayyer makamındaki şarkıyı okurken , karar sırasında Hacı Ârif Bey:

“-Aferin evlâdım !Bir ufak nağme ile tenvir etmişsin. İnşallah zamanın en büyük bestekârı olursun” demiş. Bundan sonra belli günlerde konağa gelen Hacı Ârif Bey, fasıldan önce dersini tamamlar sonra fasla başlardı. Bu çalışmalar Hacı Ârif Bey’in ölümüne kadar sürdü. Üstâdla tanışmasını kendisi şöyle anlatır:

“. . . Bir gece evimize şeref bahşeden büyük Hacı Ârif Bey, sesim ile gösterdiğim istidada meclûp olmuş, kendilerinin tâbiri ile sesimin meclûbu olmuş ve her on beş günde bir evimizi şereflendirmeğe ve âcize metodlu bir surette mûsıkî tedrisine başlamıştı. . . . ”
Daha sonra Hacı Faik Bey, Hanende Ali Bey, Bolahenk Nuri Bey, Püskülcü Osman Efendi, Hanende Nedim Bey, Hacı Kirami Efendi gibi mûsıkîşinaslardan hayli eser geçti.

En çok beraber olduğu sanatkâr, ünlü hanende ve bestekâr Rifat Bey’di. Reşad Ekrem Koçu’nun verdiği bilgilere göre yaz tatillerini Sarıyer’de birlikte geçirirlerdi. Bu münasebetle Sarıyer’de oturmakta olan Dr. Kadri Bey ile Kanunî İsmail Bey’den Muhayyer-Kürdî faslını meşk etti. Reşad Ekrem Koçu anlatıyor:

“Lemi Bey bir gün Tanburî Reşid Molla’nın evinden bir araba ile Sultansuyu’na gidiyormuş. O sırada bir arabanın içinde Neyzen Aziz Dede’ye rastlamış. Aziz Dede arabanın içinde Segâh makamında bir taksim etmiş, taksime Lemi Bey cevap vermiş, sesine meftun olan Aziz Dede, her gittiği yerde bir fırsatını bulur, Sultan suyu gezisine yoldaş olan (o sesin sihir ve fusûnundan)söz edermiş.

Bir kerresinde de sesini dinleyen Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey, “.Lemi Bey ! Sen Külhanbeyi Hüseyin Dede’nin boş bıraktığı yeri doldurdun. . . ” demiş. Böylece bu gibi ustalardan mûsıkî kültürü ile mûsıkî zevkini geliştiren lemi_atli, bu sanatın bilimsel yönünden çok pratik yönleri ile uğraştığından nota öğrenmedi.

Gittikçe gelişen bir sanat hevesi ve kabiliyetinin etkisi ile bestekârlığa çok erken, daha on yedi yaşında başladı. İlk olarak sözleri Reşid Mümtaz Paşa’nın olan Karcığar makamındaki “Hüsnüne etvârı nazın şan senin”şarkısını 1888 yılında besteledi. Bu şarkıyı Hicazkâr makamındaki şarkısı izledi. lemi_atli bu Hicazkâr şarkının bestelenişini şöyle anlatıyor:”. O tarihlerde henüz yirmi iki yaşında bir delikanlı idim. Devrin Nafıa Nazırı Mahmud Celâleddin Paşa’nın Kuzguncuk’taki yalısında yaz geceleri fasıl mûsıkîsi yapıyoruz. Paşa, ne zaman bir şarkı güftesi hazırlatsa ertesi gün mutlaka bizi davet eder. Fakat, yalıya gelinceye kadar sabredemediğinden, vapurun vükelaya ait yan kamarasına girer, hepimizi etrafına toplayarak şarkısını yüksek sesle okurdu. ”

“Yine böyle bir akşamdı;Köprüden kalkan vapurda Paşa ile karşıya geçtik.

(Gel, gel, Lemi Bey) diye yanına çağırdı;hemen koştum, yan kamaraya yerleşince , Paşa cebinden bir kâğıt çıkararak meşhur şarkısını okumağa başladı:
Pembelikle imtizaç etmiş tenin
Sime ya kâfura benzer gerdenin
Ben siyah pırlanta zannettim benin
Görmedim cânânım emsalin senin

Herkes gibi o zamanlar benim de kulağıma çalınmıştı. Paşa’nın (Cânân) adındaki bir cariyesiyle fazlaca meşgul olduğu söyleniyordu. Bu şarkıyı işte besbelli ki Cânân’ı için yazmıştı. Güftenin okuması bitince yüzüme baktı, (Haydi Lemi Bey göreyim seni;yarına kadar bu şarkıya güzel bir beste hazırla) dedi. Temannayı basıp ayrıldım. Ertesi güne kadar kim sabreder !. . . Doğruca Köprü Gazinosu’na. . . . Bir elimde kahve fincanı, öteki elimde kâğıt-kalem. . . .

İki saate varmadan besteyi bitirdim. Akşam vapur dönüşü karşısına çıkıp, (Paşam, beste hazır) deyince şaşa kaldı. Hazırladığım besteyi yan kamarada ağır ağır geçtim. Ertesi sabah bir de ne bakayım, Paşa’nın ağası, elinde pırlantalı bir altın sigara tabakası harıl harıl beni arıyor. Aksi gibi elimde de on para yok. Tabakayı kuyumcunun birine götürüp beş altına sattım. . ”

Bu iki eseri ile pek genç yaşında büyük bir ün yaparak mûsıkîşinaslar arasında kendisine iyi bir yer edindi. Bir yandan mûsıkî kültürünü ilerletip şarkı repertuvarımıza yeni ve güzel eserler kazandırırken, bir yandan da asil uslûbu ve güzel sesi ile iyi bir hanende olarak mûsıkî toplantılarına katılıyor, sanat ufkunu genişletiyordu. Gür ve etkili sesi, okuyuş edası ile o zamanki İstanbul’un mûsıkî sever ve sanattan anlayan kesimini kendine meftun etmiş ve “Boğaziçi Bülbülü” sıfatı ile anılır olmuştu. Kendisini dinleyenler, “Akan bir su şırıltısını yâhut şakıyan bir bülbül sesini andıran gırtlak nağmeleri ile okur” diyorlardı. Tanburî Cemil Bey’le okumaktan zevk aldığını anılarında anlatır. İkinci eserinin bestelenişinden sonra, mûsıkîşinas bir devlet adamı olan Mahmud Celâleddin Paşa’dan yakın ilgi ve himaye gördü.

Geleneksel ses icramızın büyük bir ustası olan lemi_atli’dan , onun ünlü bir okuyucu olduğu dönemlerde plâkçılık yaygınlaşmış olduğu halde, bir icra örneğinin günümüze gelememiş olması, mûsıkî sanatımız için bir kayıptır. Son bestesi, sözleri Mustafa Nafiz Irmak’a ait, dörtlüğün baş harflerinin adını “Akrostiş” olarak yazdığı şu şarkısıdır:

Leylâ mı nesin ? Ruhumu Mecnûn’a çevirdin
Ey gonca benizlim ne çabuk kalbime girdin ?
Mehtabı erittin gözünün şen seherinde
İçtim o alevden, bana sen aşkı içirdin.

Bütün mûsıkî hayatı boyunca üç yüz kadar şarkı bestelemiş ve bir bölümü de zamanında notaya alınamadığı için unutulmuştur. Şarkı formunun dışında Mahûr makamında bir Saz Semâisi ile bir de “İstiklâl Marşı” bestelemiştir. Böyle olduğu halde eski ustaları ima ederek eserinin azlığından yakınırmış. Bestelerini Leon Hancıyan, Fulya Akaydın, Selâhaddin Pınar, Suat Gün gibi mûsıkîşinaslar notaya almıştır.

Eserlerine güfte seçmekte çok hassas ve usta olan Lemi Bey’in şarkılarında sözlerle melodi âdeta kaynaşmış gibidir. Şarkılarının çoğunun bir hikâyesi vardır. Bir gün Leon Hancıyan’la “Beşiktaş Muhafızı” Hasan Paşa’nın oğlu Said Paşa’nın yalısında verilen bir yemekden sonra aynı odada misafir edilmişler.

lemi_atli, Namık Kemal’i rüyasında görmüş. Şair kendisine bir hayli iltifat ettikten sonra “Zevkin ne ise söyle hicab eyleme benden” şiirini Manyasî-zâde Refik Bey’in bestelediğini, bir kez de kendisinin bestelemesini istemiş. Bu iltifata çok sevinen Lemi Bey, rüyasında şiiri Nihavend makamında bestelemiş, uyanır uyanmaz uyumakta olan Leon Hancıyan’ı kaldırarak eserini notaya aldırtmıştır.
lemi_atli’nın bestekârlık hüviyetini şu satırlardan okuyalım:

“. . . XIX. yüzyılın şarkı bestekârlarının dizi dibinde yetişmiş ve mûsıkî tarihimizin altmış senelik gelenekleri içinde büyümüş olan lemi_atli, eskilerin -Bakiyetülselef- dedikleri tipte bir bestekârımızdı. Hacı Ârif Bey, Şevki Bey bestekârlığı zincirinin son halkasıdır. ”

“lemi_atli’nın şarkılarını dinlerken umûmiyetle hür ve şuh bir lirizmin melodik tezahürlerini duyarız. Fakat, bazen de geçmiş günlerin hülyalı hatıralarını terennüm eden şarkılarında zevkimiz, sanat kaidelerinin biraz ruh ve heyecanı daraltan hendesî köşelerine takılır gibi olur. Fakat hemen ilâve edelim ki, bu bir kusur değil bilâkis ilk emekleme ve gelişme anlarının verdiği bir cüretsizlik ve hız almak için dayanacak bir nokta aramak, bulmak ve sonra her sanatkârın zamanın icaplarına uymak endişesi ve zaruretinden doğan bir keyfiyettir. Nitekim lemi_atli, bu intikal devresini pek çabuk atlatmış ve kendini bütün bu icap ve zaruretlerden kurtararak sanatın hür ve temiz heyecanını duymağa ve duyurmağa başlamıştır. Bu geniş, hudutsuz duygu ve heyecan sayesindedir ki, melodi ve ritmler onun sanatkâr varlığının süzgecinden geçtikten sonra yuvarlak, yumuşak bir manzara ve her gönüle sığabilecek bir karakter ve mahiyet almıştır. Rast makamındaki -Bu zevk-u safa. . . -güfteli şarkısının melodik yapısında , bizi daha öncelere , meselâ XVIII. yüzyıldan biraz daha öne götüren, fakat bununla beraber bugünkü zevklere seslenen bir özelliği, başarısı vardır. ”

Bestelerini kendi sesi ve okuyuş uslûbuna göre bestelemiş olduğu ileri sürülür. Gerçekten de bu eserlerin icrası için kıvrak bir hançereye sahip olmak gerektiği kabul edilir. Yaşadığı sürece mûsıkîşinaslar ve icrakârlarca büyük saygı duyulmuş, o gün ve bugün de aranan bir bestekâr olmuştur. Mesud Cemil yetmiş beşinci yaş günü için şu telgrafı göndermiş:”. . . Yetmiş beşinci yıldönümüz için bütün arkadaşlarımın namına daha uzun ömürler dileriz. Mutlaka yarın sabah Ankara Radyosu’nu dinlemenizi rica ederiz. Hepimiz ellerinizden öperiz. ”

Münir Nureddin Selçuk’un aşağıdaki mektubu da aynı özellikte:”Muhterem Lemi Bey’ciğim, lûtfedilen yeni şarkınızı aldım;çok teşekkür ederim. Bu yeni doğmalar inşallah diğerleri gibi size hayırlı evlat olurlar. Ben de onların neşvenümasına müsadeleriyle ihtimam edeceğim. Ve size onların tatlı ses ve nağmelerini dinletmeğe çalışacağım. Bu vesile ile size yeni tarzda yazılmış bugünkü halkın çabuk sevip anlayacağı bir-iki güfte takdim edeceğim. Bunların da sây-i üstâdelerinde ve güzel zevkinizle pek güzel, câzibeli hayrülhalef yetişeceklerine kuvvetle itimadım vardır. ”

Eserlerine çağdaşı olan şairlerin, bazen Divan Edebiyatı şairleri ile Vecdi Bingöl’ün şiirlerini seçmiştir.

Yaratılış itibariyle son derece terbiyeli, mültefit, nazik, alçak gönüllü bir kimse olan Lemi bey, kendine “Üstadım” diyenlere, büyük bir mahcubiyetle üstad olmadığını, mûsıkîde amatör bir kimse olduğunu söylermiş.

Başından dört evlilik geçen ve bu evliliklerden çocuğu olmayan lemi_atli, yaşamış olduğu duyguları şarkılarına da yansıtmıştır. Meselâ:Kürdili-Hicazkâr makamındaki sözleri “Nazlandı bülbül güller sarardı” olan şarkıda bunları hissetmek mümkündür.

Bir süre Kanlıca ve Rumelihisar’ında oturduktan sonra , ömrünün son yıllarını Suadiye’de yeğenlerinin yanında geçirdi. Küçükağa sokağında olan bu eve Selâhaddin Pınar, Nuri Duyguer, Fevzi Aslangil, Sadi Hoşsses, Dr. Hamid Hüsnü Bey, Bedriye Hoşgör, Melek Tokgöz, Ârif Sami Toker gibi sanatkârlar devam ederdi. Ölümüne yakın bir tarihe kadar isteyene ders vermiştir. Söylenenlerin aksine son yıllarını oldukça rahat ve huzur içinde geçirmiştir. Yakın dostu Kemal Niyazi Seyhun’la dolaşır, Çamlıca’ya gider, Setbaşı gazinosunda fasıl dinler, orada bulunduğunu hisseden gazino sanatkârları fasla çeki düzen verir ve dikkatli olurlardı. lemi_atli 25 kasım 1945 tarihinde hayata gözlerini yumdu;Erenköy mezarlığında toprağa verildi.

Ziyaret -> Toplam : 125,25 M - Bugn : 11202

ulkucudunya@ulkucudunya.com