Yeni Bin Yılda Türk Milli Düşüncesinin İhyası İçin Bir Teklif
Kemal Üçüncü 01 Ocak 1970
Türk millî düşünce geleneği, 150 yıllık tarihsel serüveni içerisinde çok farklı merhalelerden geçmiş bu anlamda Türklük coğrafyasının farklı sahalarında önemli bir mücadele geleneği, neşriyat, teorik ve pratik birikim üretmiştir. Milli tefekkür geleneği Türklük coğrafyasında iki alanda pratik olarak politik iktidarı ele alarak siyasal ve icra yetkisini kavuşmuştur. Bunlardan ilki 1908 II. Meşrutiyet devrimi ile İttihat ve Terakki önderliğinde Türkiye coğrafyasında ikincisi Resulzade’nin Müsavat partisi önderliğinde 1918 Azerbaycan deneyimidir.
Bunun dışında hemen hemen Türklüğün bütün coğrafyalarında İdil Ural’dan, Türkistan’a Balkanlar’a kadar olan coğrafyada geniş bir milli düşünce pratiği mevcut olmuştur.
Sanayi devrimi, soğuk savaş ve ardından gelen küreselleşme dalgaları bütün dünyayı etkilediği gibi Türk Kültür havzasını da derinden etkilemiştir. Alışageldiğimiz sorun çözme ve açıklama teori ve pratikleri bu yeni durumlara pek çok açıdan yeni ve dinamik cevaplar üretememektedir. Bu anlamda Türk düşüncesinde bir ihyacı yenilenmeye ihtiyaç olduğu aşikârdır. Bazı arkadaşlarımız ihyacı değil devrimci bir çıkış gerektiğini savunabilir tartışılmalıdır. Bunu yapabilmemiz için öncelikle Türklüğün bütün coğrafyalarında üretilmiş birikimi ansiklopedik bir tarzda milli düşüncenin temel metinleri, mecmuları, biyografileri ve mücadele gelenekleri ve kurumları bütüncül bir bakış açısıyla dünyadaki siyasal ve sosyal gelişmelere paralel olarak ele alınarak bilimsel esaslara uygun olara incelenmelidir. Öncelikle literatür ve birikim ortaya konulmalıdır. Bunun ardından bu birikim ve gelenekler teker teker eleştirel okumaya tenkite tabi tutularak bugün için ne anlam ifade ettikleri ortaya konulmalıdır. Kültürel ve düşünsel açılım ve sıçrama için metinlerin yeniden okunması ve yaratıcı bir yorumlama ameliyesine tabi tutulması son derece önemlidir. Dünya ve Türk düşüce tarihindeki ana uğraklara baktığımızda her kesitte kutsalla kurulan ilişki, evren tasavvuru, kimlik algısının, kurumlar ve değerler düzleminin yeni bir içerikle tanımlanmaya çalışıldığını görürüz.
Türkiye sahası örneklerinden gidersek milli birikimin 1952 NATO’ya girişle beraber aldığı şekil bütün dünyada olduğu gibi bu mücadele konseptinden etkilenmiştir. Bunun devamı olarak Türkiye sahasında milli düşüncenin politik ana omurgası MHP’nin 1969 dan 1991 soğuk savaş döneminin sona ermesine kadar geçirdiği zihni serüven dikkatle değerlendirilmelidir.
Atık Arvasi’nin Türk İslam Ülküsü, Kafesoğlu’nun Türk İslam Sentezi, Osman Turan’ın Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi bu yeni durumda açıklayıcılıklarını önemli ölçüde yitirmişlerdir.
Soğuk savaş dönemin refleksleri ve kaygıları bir noktaya kadar anlaşılabilirdir. Lideri, teşkilat, doktrin vb. hiyerarşik yapılanma ilh. Lakin Soğuk savaşının bitişinin 22 sene sonrasında hala Stalin ölmemiş, Berlin’de Hür Radyo yayın yapıyor, Süper Nato gizli tezgahlar peşinde vb kalıp yargılarla düşünme tehlikeli bir anakronizmdir. Soğuk savaş boyunca hayali kurulan Türk dünyası 5 bağımsız devlet ortadadır. Mevcut durumda Türkiye’nin bölgenin ve insanlığın geleceği için nasıl bir tasavvuru ortaya koymalıyız? İçinden geçtiğimiz süreçte dünyanın ekonomik ve siyasi aksı Avrasya’ya kaymakta Karadeniz -Hazar -Orta Asya bağlantısı en önemli oyun alanı haline gelmektedir. Bu coğrafya ağırlıklı olarak Türk coğrafyasıdır.
Bu yeni duruma karşı a,b,c seçenekli, kısa, orta, uzun vadeli planlarımız var mıdır? Bu hedefe dönük sivil ve kurumsal yapılar neler olmalıdır? Nasıl perspektifle yaklaşmalıyız? Bütün Türk dünyasını bir hedefe yöneltecek kapsayıcı bir mefkûre yeniden hangi imkan ve şartlarda üretilebilir? Çiğ duygusallıkla tek başına kurt, kımız, kopuzla artık gidemeyiz. Biz Soğuk savaş döneminde Kiril harfli Türk lehçelerinde metin gördüğümüzde heyecan duyardık, ama bugün daha ileri bir noktada olmamız gerekir.
Artık bu yeni durumda eskiden olduğu gibi NATO kaygılarının odakta olduğu bir düşünme ve pozisyon alma Türk dünyası ve Türklüğün istikbali için ne kadar isabetlidir? NATO ile artık bu sahada çıkarlarımız tam olarak örtüşüyor mu? Daha esnek ve seçenekleri olan arayışların gerçekliği ve geçerliliği ne durumdadır. Yakın kara havzamızla mesela bir serbest ticaret anlaşmasına yönelsek [başlangıçta İran, Azerbaycan, Gürcistan] ve bu yönelişle Karadeniz –Hazar eksenindeki ağırlığımız derinleştirsek nasıl olur?
Başa düşmek, fikirleşmek, danışmak gerek!
Uzayıp giden bir liste milli cephenin önündedir. Pek çok problemimizin çözümü burada olduğu gibi pasif ve atıl vaziyete durdukça bu cepheden pek çok yeni sorunla karşılaşmamız mukadderdir. Bütün bu planlama süreci sivil, kurumsal ciddi bir tefekkür ve tezekkür çabasını icbar ettirir.
Olgulardan çok olayları, polemikleri ve şahısları konuşur olduğumuzun farkında mıyız?
Öğretmen okulu seminerleri ve Ocak donanımı ile artık yürüyemiyoruz.
“Bu kesik dansa karşı” yeni bir şeyler yapmalıyız.
Tıpkı Tepegöz hikayesinde olduğu gibi ok attık olmadı, kılıç vurduk olmadı, bildiğimiz bütün sorun çözüm yolları tükendi o zaman bir sıçrama yaparak bakış açımızı değiştirmemiz gerekmez mi? Nitekim Basat Tepegöz’ü bu şekilde alt etmiştir. Hikayeyi tekrar okumanızı öneririm.
Hanım hey! Kalın Oğuz artık kaba dizi üstüne kalkmalı.
Mili tefekkür geleneği sivil alanda bu yeni duruma odaklanmalıdır. Kültür en büyük ve kalıcı iktidar alanıdır. Politik iktidarın bunun yanında pek bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Milli düşünce geleneği bir anlamda soğuk savaş dönemini paranteze alarak kadim milli gelenekle bağları yeniden kurarak, soğuk savaş dönemi patriğinden ve tecrübelerinden de azami ölçüde istifade ederek yeni bir doğrultu çizmeye çalışmalıdır.
Bu anlayışı bütün Türklük coğrafyasına günümüz iletişim imkanları üzerinden paylaşmak ve ortaklaşa inşa etmek son derece önemlidir.
Öne süreceğimiz perspektif selefimiz soğuk savaş dönemi düşünce adamalarımızın metinlerinde olduğu gibi artık pür Türkoloji bilgileri ile olmaz. Kültür bilimlerinin bütün kadroları ekonomipolitik işin içine dâhil edilmelidir. Bir felsefi sistematik bütünlüğü içerisinde yürümek gerekir.
Eskiden Türk dünyasını önce tarihçiler sonra hiyerarşik olarak parti yetkilileri daha iyi bilir gibi bir yanılsama vardı. Kısmen devam ediyor. Artık buna bir dur demeli ve ihtisasa saygı göstermeliyiz. Öyle zannedildiği gibi Türk dünyasını çok iyi derecede bilip tanıdığımız falan da yok. Bakın İndiana Üniversitesinin, Rusya’nın bölge ile ilgili literatürüne ondan sonra konuşalım.
Bu ilmî etkinlik politik geleneklere mesafeli olarak özgür düşünce etkinliği içerisinde olmalıdır. Parti sanatının, parti edebiyatının ne demek olduğunu merak edenler SSCB dönemi uygulamalarına ve Hitler dönemi Almanya’sına bakabilir. Böylesi bir politik atmosferlerde düşünce sanat filan gelişmez. Bu hareket önüne diğer yandan akademileşme hedefini koymalıdır.
Kaynak mı dediniz?
Eğer samimiysek gücü yeten Türk milliyetçileri bir yıllık kurbanlarını güvenilir bir mütevelli çıkararak emanet ederlerse sorun hayli hayli çözülür.
Değilsek zaten sorun yok, sert ve hamasi bir şiir, birkaç sloganla cemiyet içinde durumu toparlarız nasılsa. Olmadı hem şiir okuruz hem yanaşarak “himayelerinde” Türklük toplantıları tertip ederiz, fotoğraf çektiririz devletlülerle, hatta ekrana tam olarak denk gelmek için merdivende arkadaşımızı ittiririz.
Küçük açıklamalara devam!