OYUNA GELMEYELİM: `ILIMLI İSLAM` VE MİLLİYETÇİLİK
M. İhsan DARENDE 18 Mayıs 2007
Milli nitelikli sermaye ve onun önderliğinde örgütlenmiş ulus devletler, uluslararası sermayenin, gücünü küresel düzeyde realize etme amacının önündeki en önemli engeldir. Bu sebeple uluslararası tekelci sermaye, ulus devletleri yıkmaya çalışmaktadır.
Küresel sermayenin, tek bir dünya devleti ya da tüm dünyaya egemen olabileceği bir siyasal örgütlenme biçimi hedefinin önündeki en önemli engellerden birisi de, dayanışma ahlakı ve tasarruf yaklaşımı ile İslam ve İslami çatı altında örgütlenmiş topluluklardır.
Küresel sermayenin hedefi, insanlığın en üst seviyede iş, bilgi ve kaynak paylaşımı, yani tam entegrasyon değil, kendi gücünün küresel seviyede egemenliğinin sağlanmasıdır. Bu sebeple, tüm dünyada piyasa mekanizmasını hâkim kılmaya, milli devletlerin veya herhangi bir örgütlenme biçiminin piyasa üzerindeki her türlü denetimini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Denetlenmeyen bir piyasa, hâkimiyeti doğrudan doğruya büyük sermayeye bırakır. Piyasa mekanizması teraziye benzer: Hangi kefesine büyük bir ağırlık konursa, o taraf aşağı iner, hâkim ve belirleyici olur. Dengelemek için diğer kefeye de ağırlık konması zorunludur. Bunu sağlamak ise milli devletlere düşen bir görevdir. İşte bu sebeple tekelci sermayenin en ciddi düşmanı, milli devletlerdir.
İslam da, enternasyonalist yapısı ve hedefine rağmen, küresel sermayenin karşısında gördüğü en önemli düşmanlardan birisidir. Çünkü tekelci sermayenin ayakta kalabilmesi, geniş kitlelerin bilinçsiz bir tüketim yarışına girmesine, plansız harcama yapmasına, tasarruftan uzak durmasına, dayanışmanın yerine akıl dışı rekabetin sokulmasına bağlıdır.
Tekelci sermayenin ürettikleri bilinçsiz bir şekilde ve hızla tüketildiği takdirde, kârı büyüyecektir. Üstelik bilinçsiz ve plansız tüketim, tasarruflara ve yeni sermaye birikimine engel olacaktır. Yani tekelci sermayenin potansiyel rakipleri, bilinçsiz tüketim sayesinde doğmadan ortadan kaldırılacaktır. Aynı şekilde, gerek bireysel, gerek toplumsal dayanışma anlayışı ortadan kaldırılabildiği takdirde, her birey kendi telaşına düşecek, insancıl işbirliği, akılcı örgütlenme imkanı ortadan kaldırılacaktır. Dayanışma anlayışı ve duygusunu yok etmek, insanların bir ülkü ve ideal etrafından birleşmelerini de engelleyecektir.
Oysa sadece İslam ahlâk anlayışı bile, bu anlatılanların tam tersini öğütlemektedir. İslam, bilinçsiz ve amaçsız tüketime karşıdır, israfı yasaklar, tasarrufa teşvik eder, paylaşmayı emreder, dayanışmayı zorunlu kılar. İbadetlerin dahi toplulukla yapılmasını teşvik eder, olaylara sosyal gözlüklerle bakmayı mecbur kılar, komşusu açken tok yatmayı yasaklar, rakibi siftah yapmadıkça, müşteriyi ona yönlendirmeyi fazilet sayar.
Üstelik, İslam şemsiyesi altında örgütlenmiş topluluklar, bölgesel birleşmeleri teşvik etmekte, yozlaşan toplumsal ahlakı disiplin altına almaya çalışmaktadır. Tekelci sermaye ise başta kitle iletişim araçlarını kullanarak, ahlaki yozlaşmayı hızlandırmaktadır. Sadece televizyon yayınları izlendiği zaman dahi, tekelci sermayenin bu gücü nasıl kullandığı anlaşılabilmektedir: Bakkala ekmek almaya gitmek için para üstünün kendisinde kalmasını şart koşan çocuklar, sosyetik evlerde çalışan uşaklar, dadılar, onlarla flört eden eşler, diziler ve filmlerde cirit atmaktadır. Yarışma programlar bile yeteneği ortaya çıkartmaya değil, arka plandaki dedikodu ve yıldız yaratma girişimine odaklanmaktadır. Jüri adı verilen topluluklar, şiddet ve öfkenin hayatın vazgeçilmez parçası olduğunu kanıtlamak istercesine, toplumun önünde kavga etmekte ya da bu üslupla tartışmaya girmektedir. Bu öfkeli tartışmalarla toplum televizyon başına kilitlenmektedir. İnsanların özel hayatını büyüteç altına alan, röntgenciliği teşvik eden yayınlar, her geçen gün bir başka yüzle karşımıza çıkmaktadır.
Tekelci sermaye, bu ve benzeri araçları, tam anlamıyla toplum mühendisliği amacıyla kullanmaktadır. Yaratmak istediği toplum ise dağınık, menfaatçi, haksız rekabet ve kazık atma kültürüne sahip, düşene bir tekme daha vurma anlayışında bir insanlar grubudur. Çünkü böyle bir toplum, bir ülkü etrafında bir araya gelemez. Böyle bir topluluk, haksılıklarla mücadele edemez. Böyle bir grup, toplumsal çıkar kavramından hızla uzaklaşır, bireysel menfaatleri her şeyin önüne koyarken, insanlar birbirinin kuyusunu kazar, birlik ve dayanışma ruhu ortadan kalkar.
İşte bu sebeple İslam, evrenselci yaklaşımına rağmen, tekelci sermayenin önündeki en önemli engellerden birisidir. Çünkü tekelci sermaye, evrenselci değildir, sadece kendi gücünün evrensel hakimiyeti peşindedir. Bunun için, örgütlenmiş insan topluluklarından, dayanışmadan, tasarruftan nefret eder. İslam dayanışmayı emrediyorsa, önce bu anlayışın yıkılması gerekmektedir. Bir anlayışı yıkmak, toplumsal dayanağını ortadan kaldırmakla mümkündür. İnsanlar bir ülkü etrafında birleşerek cemaatler oluşturuyorsa, bunun ivedilikle dağıtılması gerekmektedir.
Pekiyi tekelci sermaye, İslami örgütlenmeyi hiç desteklememiş midir? Elbette desteklemiştir. Onun sorunu, iyi örgütlenmiş insan topluluklarını dağıtmak, iyi örgütlenmiş devletleri yıkmaktır. Soğuk savaş döneminde, karşısında daha ciddi düşman olarak gördüğü sosyalist devletler bulunmaktayken, sermaye, İslami örgütlenmeyi teşvik etmiş, finansal destek dahi vermiştir. Hatırlayalım: 12 Eylül öncesinin tabusu sosyalizm-komünizm idi. Düşünce özgürlüğünün sınırını, komünizm oluşturuyordu. Dolayısıyla bu anlayışın karşısında olan her kesimle işbirliği yapmak ve onları desteklemek, sermaye için vazgeçilmez araçlardandı. Bu sadece Türkiye'de değil, dünyada da böyleydi.
SSCB'nin yıkılışından, Doğu Blokunun çöküşünden sonra, tekelci sermayenin önünde, engel olarak, sadece ulus devletler ile İslami örgütler kaldı. Bu sebeple küresel sermaye, her iki düşmanına birlikte savaş açtı. Çünkü o, örgütlenmiş insan topluluklarını ne pahasına olursa olsun dağıtmak istiyordu. Ulus devletleri yıkmak için, merkezi teşkilatın içini boşaltmaya, yerinden yönetimleri teşvik etmeye başladı. Kimini şiddet kullanarak yıktı, parçaladı. Küçük küçük devletçikler oluşturma çabasına girdi. Bunlar gerçek anlamda devlet değildi. Sermayenin küresel örgütlerine bağlı ve bağımlı devletçiklerdi.
Kimini sadece zayıflattı, mikro milliyetçilik akımlarını destekleyerek içten çökertti. Çoğunun, ekonomik geleceği planlama ve düzenleme yetkisini elinden aldı, ekonomi yönetimini özerk kurullara, bunlar vasıtasıyla da, kendi küresel organlarına bıraktırdı. Ancak bu, savaşın bir cephesiydi. Diğer cephede İslam ve İslamcı örgütler yer almaktaydı. Bunlarla mücadelesinde de değişik araçlar kullandı. Bir yandan, kitle iletişim araçları ile toplumsal dayanağa saldırırken, diğer yandan fiziksel savaş da başlattı. Kimini askeri güç ile vurdu, kimine derin devlet adı altında, kendi haber alma örgütlerini musallat etti. Ancak bunlar savaşı kazanmak için yeterli değildi: Toplumsal dayanağın tümüyle ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunun için işe, meşruiyet zeminini yok ederek başladı. Toplumu laisist-İslamcı diye böldü, ayrılıkları körükledi, sahte şeyhler, yalancı cemaatler yarattı. Türban ve başörtüsü üzerinden kavga başlattı.
Ancak bu kamplaşma, örgütlenmeyi ortadan kaldırmadı, sadece ulus devleti zayıflattı. Meşruiyet zemini tam olarak ortadan kalkmadı. Hatta İslamcı kesim arasındaki bağları ve dayanışmayı güçlendirdi. İşte bu noktada tekelci sermaye, yeni projesini uygulamaya koydu: “Ilımlı İslam”.
“Ilımlı İslam”, öncelikle toplumsal tabanla tavanı ayırıp, tavan üzerinden tabanı dağıtma projesidir. Bunun adına “Demokrat Müslümanlık” da diyorlar. Projeye göre Müslüman olan tabandır, demokrat olan ise tavan. Demokratlığın ne anlama geldiğini de proje sahipleri belirliyor: İnsan hak ve özgürlüklerine saygılı, ekonomik işleyişte liberal. Hak ve özgürlüklere kimsenin sözü olamaz ama ekonomik liberalizmin İslam ile ne ilgisi olabilir? Dışa açık ve devleti ekonomiden tamamen çeken bir anlayışı empoze ediyor küresel sermaye. Denetlemede bile yok devlet. İşte projeye göre tavan, bu işlevi yerine getirecek: Siyasal iktidarı ele geçirdiğinde, tasarruftan, dayanışmadan vazgeçecek, piyasaya müdahale etmeyecek, IMF programlarıyla uyumlu çalışacak, sıcak paraya güvence verecek, tüm piyasalarını tamamen kontrol dışı bırakarak açacak, IMF ve AB üzerinden küresel sermayeye tek yanlı bağlanacak, karar süreçlerini üst kurullara bırakacak, devletin merkezi gücünü yerel yönetimlere devredecek.
Bununla da kalmıyor tavanın işi, komşu ülkelere yönelen şiddete seyirci kalacak, hatta topraklarını emperyalist güçlere kullandıracak, tekelci sermayenin ülkemizdeki eli gibi davranacak. Yani “Ilımlı İslam”, mücadele ve müdahale etmeyen bir anlayış. Kime karşı mücadele ve kime müdahale etmeyecek? Elbette, küresel sermayeye. Yani ılımlı değil, uyumlu.
Tabanı kontrol edemiyorsanız, tavanı deneyin. Tabanla tavanı ayırın. Tavan ılımlı ise işleri yürütebilirsiniz. Ama tabanı da ikna etmek gerekiyor. Bu nasıl olacak? Elinizde aktör çok ise işler kolaylaşır. İnsanların önceden yaratılmış hassasiyetlerini harekete geçirebilirsiniz: Bazı aktörler, çıkıp türban konusunda açıklamalar yapar, bazıları İslam'a yüklenir. Kimisi devlet içinde teşkilatlanmadan şikayet eder. Bunu, tavanı hedef göstererek yaparsanız, tabanı onun arkasına itersiniz. Taban, saldırıya uğrayan tavana destek vermeye başlar. Hele bir de toplumsal muhalefeti harekete geçirirseniz, taban, tavana büsbütün sahip çıkacaktır.
Hak ve özgürlüklerin soyut anlamlarının dışında, somut gerçeklikleri de mevcuttur: Somut içeriği belirleyen, ekonomik gücü elinde tutan, toplumsal gücü kontrol edebilen kesimlerdir. Eğer bulunduğunuz ülkede tekelci sermaye hakim ise hak ve özgürlüklerin somut içeriğini de o belirler. Geçmişe bakalım: SSCB çökmeden önce, düşünce özgürlüğünün sınırını sosyalizm-komünizm oluşturuyordu, yani sınır solda başlıyordu. Çünkü tekelci sermayenin düşmanı, bu ideolojiler etrafında örgütlenmiş insanlardı ve bu bağın çözülmesi gerekiyordu.
Bugün tekelci sermayenin düşmanı kimdir? Akıl temelindeki milliyetçiler ve İslam. Hakimiyet halen tekelci sermayeye ait ki, bugün, düşünce özgürlüğünün sınırını bu anlayışlar oluşturuyor. Dün, sağın toplumsal tabanını sola karşı kullandı sermaye, bugün solun toplumsal tabanını İslam'a ve milliyetçiliğe karşı kullanıyor.
Oyuna gelmeyelim. Somut özgürlük anlayışında, içeriği dolu ve kullanılabilir olan, tekellere karşı durmayan düşüncelerdir. Sınırda yer alan ve yasaklanan ise o dönemde tekellere karşı kitleleri bir araya getirebilen fikirlerdir. Dün sosyalizm düşman idi bugün İslam. Her ikisinin toplumsal tabanı da aynıdır: Halk. Karşısındaki düşman da aynıdır: Tekelci sermaye.
Oyuna gelmeyelim. Gün birleşme, bütünleşme günüdür. Bizans oyunu dün de mevcuttu, bugün de var. Bölünmek ve toplumsal tabanın dağılması sadece ve sadece tekelci sermayenin işine yarayacaktır. Unutmayalım: “Ilımlı İslam”, İslami anlayışı iktidara taşıma projesi değildir. Tavan üzerinden tabanı kontrol etme programıdır: Yani İslami bir proje değil, İslami şemsiye altında örgütlenen toplumsal muhalefeti yok etmeye yönelik bir programdır. Milyonlar bir araya gelip slogan atarken, anti-emperyalizm vurgusu yapmalıdır, anti-İslam vurgusu değil. Bu sloganlar, aynı tavana yönelik muhalif tabanı, birleştirmez, dağıtır. Ilımlı tavanı, İslamcı, hele hele muhalif zannetmeyelim. Rakibimiz tektir: Tekelci sermaye. Bu rakiple baş etmenin tek yolu, bütünleşmektir.
M. İhsan DARENDE