Dindar yöneticiler birbirini dolandırıcılıkla suçlarsa, halk bari bizi dinsizler yönetsin demez mi?
Lütfü Oflaz 01 Ocak 1970
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AKP eski Genel Başkanı ve eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu Halk Bankası’nı dolandırmakla suçluyor.
İlaveten çok kıymetli bir devlet arazisini kurduğu üniversiteye bedelsiz verip vurgunculuk yapmakla suçluyor.
AKP’nin kurucu liderlerinden olan eski Başbakan ve eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü de bu dolandırıcılığa, bu vurgunculuğa aracılık etmekle suçluyor.
Buna karşılık Ahmet Davutoğlu da Tayyip Erdoğan’ı, “Kimin nasıl ekonomik servet edindiğini, kamu bankalarının kredilerini nasıl kullandığını, kamu kaynaklarını kullanıp statü değiştirdiğini milletimiz çok iyi bilmektedir” diyerek suçluyor.
Tayyip Erdoğan gibi ülke yöneticilerinin mal varlıklarının araştırılmasını istiyor.
Ahmet Davutoğlu’nun Tayyip Erdoğan’ı bu şekilde suçlaması, ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Tayyip Erdoğan’ın mal varlığını biz de biliyoruz, dünyada biliyor” dediği suçlamasını hatırlatıyor.
Kısacası ikisi hem başbakanlık hem cumhurbaşkanlığı yapmış, birisi başbakanlık yapmış ve üçü de AKP’ye liderlik yapmış bu kişiler, birbirlerini yetim hakkı, kul hakkı yemekle itham ediyor.
Haram yemekle itham ediyor.
Oysa bunların üçü de vakti zamanında İslamcı idealist gençlerdi.
İslamcı siyasetin hocası Profesör Necmettin Erbakan’ın talebeleriydi.
Dindar gençler olarak birbirlerine “kardeşim” diyorlardı.
İdealleri “adil düzen” dedikleri İslami esaslara dayalı düzen kurmaktı.
“Soyguncu, vurguncu” dedikleri kapitalist düzeni ortadan kaldıracaklardı.
Ülkeyi soygunculardan, yetim hakkı, kul hakkı yiyenlerden kurtaracaklardı.
Devletin malını, hazinesini hortumlatmayacaklardı.
Haksız kazanca, haksız zenginleşmeye, haramcılığa engel olacaklardı.
Bu şekilde zenginleşenlere “Nerden buldun” diye hesap soracaklardı.
Ama bunu yapabilmeleri için önce iktidara gelmeliydiler.
Bunları söyleyerek milleti ikna ettiler.
Milletin oyunu alıp iktidara geldiler.
17 yıldır da ülkeyi yönetmekteler.
İktidar olmadan önce, “Eğer biz iktidara geldikten sonra kendimizi zenginleştirirsek, mal mülk edinirsek, bilin ki çalmışızdır” diyorlardı.
Harun gibi gelip Karun gibi olmayacaklarını söylüyorlardı.
Fakat heyhat…
Bugün geldikleri duruma bak.
Bunlar bugün birbirlerini dolandırıcılık, vurgunculuk yapmakla suçluyor.
Yetim hakkı, kul hakkı yemekle, haram yemekle suçluyor.
Bugün bunlar birbirlerini iktidara Harun gibi gelip Karun gibi olmakla suçluyor.
Bunlar birbirlerinin mal varlıklarının araştırılmasını istiyor.
Oysa bunların mal varlıkları değil mal yoklukları konuşulmalıydı!
Hiç değilse içlerinden biri, Jose Mujica gibi mal yokluğu konuşulan bir ülke yöneticisi olmalıydı.
Jose Mujica Uruguay cumhurbaşkanıydı.
Dünyada yoksul dostu cumhurbaşkanı olarak tanınmaktaydı.
Cumhurbaşkanı seçildiğinde cumhurbaşkanlığı sarayında oturmayı reddettiği için, saraysız cumhurbaşkanı olarak anılmaktaydı.
Cumhurbaşkanı seçilmeden önce yaşadığı mütevazı evinden cumhurbaşkanlığı sarayına taşınmamıştı.
Cumhurbaşkanlığı maaşının yüzde 90’ını yoksullara bağışlamıştı.
Mütevazı bir evi ve yine evine benzer mütevazılıkta kaplumbağa tipi eski bir Wolksvagen arabası vardı.
Bütün mal varlığı bu kadardı.
“Parayı, malı mülkü seven siyasetle ilgilenmemeli; siyaset para, mal mülk edinme yeri değildir” diyordu.
“Bir ülkenin yöneticileri halk nasıl yaşıyorsa öyle yaşamalı” diyordu.
Ve konuştuğu gibi de yaşıyordu.
Jose Mujica, 2015 yılında Türkiye’ye geldiğinde ilahiyatçı İhsan Eliaçık ile birlikte onunla buluşup görüşmüştük.
Onun mütevazı kişiliğini, halk adamlığını yakinen görmüştük.
Bu görüşmenin başlangıcında İhsan Eliaçık beni Jose Mujica’ya tanıtırken, “Lütfü Oflaz da sizin gibi malda mülkte, parada, şatafatta gözü olmayan bir cumhurbaşkanı olurdu. O da sizin gibi sarayda oturmaz, yoksulların arasında yaşardı” demişti.
Ardından da “Ülkeleri malda mülkte, parada, şatafatta gözü olmayanlar yönetmeli” diye eklemişti.
Malda mülkte, parada, şatafatta gözü olmayan bir ülke yöneticisi olan Jose Mujica dinlere inanmıyordu; dinsizdi.
Bir ona bak…
Bir de bizim zenginlikleri, şatafatlı yaşamları dillere destan olan dindar ülke yöneticilerine bak.
Bu dindar yöneticilerin birbirlerini dolandırıcılıkla, vurgunculukla suçlamalarına bak.
Bu dindar yöneticilerin birbirlerini yetim hakkı, kul hakkı yemekle, haram yemekle suçlamalarına bak.
Bu dindar yöneticilerin birbirlerini haksız, hukuksuz şekilde mal varlığına sahip olmakla suçlamalarına bak.
Bunların haline bakan halk, ülkeyi bunlar gibi dindarlar yöneteceğine, Jose Mujica gibi dinsizler yönetsin demez mi?