« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 Ara

2019

Eyyy İngilizci İslamcılar! Doğu Akdeniz'de Türkiye ve İsrail’in gizli işbirliği var mı?

Ömür Çelikdönmez 01 Ocak 1970

Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Türkiye arasında 27 Kasım 2019'da deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin bir mutabakat muhtırası imzalandı. Anlaşmayla Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin deniz yetki alanlarının batıdaki sınırlarının bir bölümü belirlendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan anlaşma sonrası, Doğu Akdeniz'deki son durumla ilgili "Rahatsız olanların tek taraflı adımları, oyunları bozuldu. Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi bizden habersiz adım atamaz" açıklamasını yaptığında, otomatiğe bağlamış Erdoğan düşmanları “-Amma da atıyor!..” falan demeye getirdiler. Oysa bu embesillerin gözünden kaçan gerçek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından konuşanın “Kadim Türk Devleti” olduğunu bilmemeleri. “Üçler… Yediler… Kırklar…” destur alıp destur veriyor.
Nitekim hemen sonrasında İsrail, Doğu Akdeniz’deki “Yishai” gaz sahası sınırı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) tek taraflı ilan ettiği sözde parsellerde yer alan “Afrodit” gaz sahasının sınırıyla çakıştığı gerekçesiyle bölgedeki saha geliştirme faaliyetlerine itiraz etti. Bu itiraz İsrail’in, Güney Kıbrıs'ın “Afrodit” sahasında gaz geliştirme programını, deniz sınırı ve kaynakların paylaşımı sorunu çözülene dek, bloke etmesi demek. İlk bakışta İsrail'in kendi çıkarları için bu yola başvurduğu düşünülebilir. Zaten “Kadim Türk Devleti”ni küçümseyenlerin ilk aklına gelen bu ihtimal olacaktır.
Biraz ezber bozayım. İsrail Devleti’nin kurulması, Türk İstihbaratı’nın projesiydi… Daha önce de söz etmiştim; İsrail Devleti’nin kurulması, Türk istihbaratının projesiydi. Çünkü İsrail devleti kurulduğunda o topraklar İngiliz mandasıydı ve İngiliz koloni valisince yönetiliyordu. Birleşik Krallık, Filistin Mandası’ndaki Yahudi yerleşimlerini korumak amacıyla kurulan ve 1920-1948 yılları arasında faaliyet gösteren Yahudi paramiliter örgütü Haganah, İngiliz ordusunu hedef alan eylemlerde bulundu. Yüzlerce İngiliz askeri öldürüldü. İkinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz Hükümeti’nin, Siyonist karşıtı tavrını değiştirmeyeceği kesinlikle anlaşılınca Haganah, Filistin’deki İngiliz Manda yönetimine karşı çıkmaya karar verdi. İngilizlere karşı her alanda direnişler düzenlenmeye başladı. Avrupa’dan ve Kuzey Afrika’dan Filistin’e yasa dışı yollardan yapılan toplu Yahudi göçlerini örgütledi. 1940 yılı sonlarına doğru Haganah terör örgütü, 45 bin elemana ulaşmıştı. İngilizler, Yahudilerin saldırılarını bertaraf etmek için Araplar’a yanaştı. Arap - Yahudi anlaşmazlığını körükledi. Arthur Koestler’in “Eğer İngiliz diplomasisi, bir hayalet gibi Filistin meselesine Mısır, Suriye ve diğer Arap ülkelerini dahil etmemiş olsaydı; Yahudiler ve Ürdün Nehrinin her iki tarafında bulunan Filistinli Araplar arasında, ülkede iç savaş çıkmadan on yıl önce ülke barışçıl bir şekilde taksim edilmiş olacaktı” belirlemesi aslında yaşanılan süreci çok net özetlediği gibi bugünkü anlaşmazlığın temelinde hangi devletin olduğunu da gösterir.
Yahudiler, İngilizler’e neden düşman? 2 Kasım 1917’de İngiliz Hariciye Vekili Balfour imzasıyla İngiltere Siyonist Teşkilatı Fahri Başkanı, İngiliz Yahudisi ve Banker Baron Lionel Rothcshild’e gönderilen kısa mektupta “Filistin’de Yahudilere bir yurt” kurulmasından söz edilmişse de “Filistin Yahudilerin milli yurdudur” ifadesi kesinlikle kullanılmamış, Araplar’dan gizlenen bu mektuptan Osmanlı’ya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin ve ailesinin haberi olmamıştı. Neden mi? Çünkü İngiltere, isyancı Arap liderlerle “Arapların bağımsızlığı ve büyük Arap İmparatorluğu” için anlaşmıştı. Arap liderlerin sözde “Arap istiklali” için Osmanlı yönetimi aleyhine ayaklanması İngiltere’nin yüzyıllık çıkarları açısından çok önemliydi. Klasik uzun bacaklı siyaseti sözde ayrı dinden olan Araplar’la Yahudiler’i aynı potada aynı hedefte buluşturmayı başarmıştı. Balfour Deklarasyonu’nun Araplar tarafından duyulması Ortadoğu’daki “de facto” durumu derhal İngilizlerin aleyhine çevirebilirdi. Arapların ve Yahudilerin desteği olmadan Osmanlı idaresi altındaki Filistin’i ele geçiremeyeceğini bilen İngiltere, sonuç itibarıyla hem Arapları hem de Yahudileri deyim yerindeyse ayakta uyutmuştur. Balfour Deklarasyonu’nun cazibesine kapılan Yahudiler, “Arzı Mevud" hayaliyle İngilizlere asker oldular. Uzunbacaklıların kendilerini iğfal ettiğini iş işten geçtiğinde öğrenmişlerdir. Bu arada, atı alan Üsküdar’ı geçmiş, Yahudiler ise “Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan oldukları” gibi İngilizler, Filistin’i ele geçirmiş, Arapları Yahudilere karşı kışkırtmaya başlamıştı. Yahudiler için Süleyman Mabedi’nde ağlama seanslarından başka yapabilecekleri bir şey kalmamıştı. Hâlen ağlamaya devam etmiyorlar mı!..
Balfour Deklarasyonu’ndan üç hafta sonra General Allenby komutasındaki İngiliz ve Arap birlikleri Kudüs’ü Osmanlılar’dan teslim aldılar. Osmanlı birlikleri, Suriye cephelerinde yenilgiye uğratıldı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondoros Mütarekesi ile tüm Filistin, Britanya’nın kontrolündeydi. Filistin topraklarında Arap imparatorluğunun esamisi okunmuyordu. 29 Eylül 1923’te Filistin’de Britanya mandası kuruldu, İngiliz altınları ve homoseksüel ajanların telkinleriyle Arap toplumu buna da itiraz etmediler. Balfour Deklarasyonu bazı değişikliklerle, manda anlaşmasına dahil edildi ve uluslararası hukukun parçası oldu. Filistinliler (yerleşik Yahudi ve Arap destekleyicileri) bunun farkında bile olmadılar. Manda idaresi kurulduktan sonra görece sakin bir döneme girildi. 1923-1929 arasında Filistin’e Yahudi göçünde önemli bir düşüş görüldü, çünkü Britanya belli kotalar koymuştu ve bunu katı biçimde uyguluyordu.
Filistin’de bunlar yaşanırken yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin başında “İngilizci İslamcılar”ın Lozan’da toprak satmakla itham ettikleri Gazi Mustafa Kemal Paşa vardı. Lütfü Özşahin’in Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Filistin davasının geleceği hakkında düşüncelerine değinmesi gerçekten çok mühim. Lütfü Özşahin diyor ki; her konuda Atatürk adına konuştuğunu ve hareket ettiğini söyleyen her kesim, Atatürk’ün 27 Temmuz 1937 tarihinde Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeci ibretle okumalıdırlar. Ortadoğu’da bütün bir bölgede çıbanbaşı olacak bir Yahudi Devletinin kurulma aşamasında olduğunu sezinledikten sonra “Filistin’e el sürülemez. Türkler bölgedeki yabancı işgali kabul edemez. Hz. Muhammed’in ve kutsal değerlerin hürmetine İslam’ın mukaddes topraklarının Yahudilerin ve Hıristiyanların nüfuzuna girmesine engel olacağız. Ordumuzun buna gücü yeter. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Arap kardeşlerimizden uzak kaldık ancak onların aralarındaki karışıklıkları kimse bizden iyi bilemez.” demişti. Bu ifadelerin lafta kaldığını düşünmeyin.
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa’daki Holokost katliamından kurtulan Yahudilerin, Filistin’e alınmamasının nedeni için İngiltere Başbakanı Bevin’e danışan bir arkadaşına Bevin şu cevabı vermişti: “Sevgili arkadaşım; ya biz, ya onlar” Biz, “İngiliz Milletler Birliği” (Common Wealth); onlar da, “Filistin Yahudileri” anlamındaydı. Aslında, Haganah muzaffer oldukça, tüm Filistin’in, Yahudi eline geçmesi işten bile değildi. -Hagana Gemisi, Hayfa Limanı’na yahudi göçmenleri indirirken, 1947- Fakat İngiltere, on yıl kadar öncesine dayanan Birleşmiş Milletler’in taksim kararına dahi itibar etmedi. İngiltere, 1917’de Balfour Deklârasyonu’nda temellerini attığı ‘Yahudi Devleti’ni hatırlamak bile istemiyordu. Hâlbuki ilginçtir, ne Mısır, ne Suriye ve Lübnan, Filistin’in komşuları olmakla beraber, onun sorunlarıyla ilgilenmiyorlardı. Üstelik Ürdün Emiri ve daha sonraları kral olan Abdullah, Yahudiler ile olumlu ilişkilere sahipti; Filistinli Arapları kendi krallığına dahil etmek ve Yahudilere de ayrılan bölümün verilmesini istiyordu. Abdullah, Yahudiler’in Ürdün’ü modernleştirmesini istiyordu; Yahudiler Haşimi kralı kırmadı, Amman’da bir elektrik santrali kurdu. Kral, çöllerinin yeşertilmesini de istiyordu.Arap ülkelerinin tüm protestolarına rağmen, İsrail ile barış görüşmelerine giren de İngilizlerin adamı Kral Abdullah idi.
“Vatandaş Türkçe Konuş!..” Türkiye; Yahudilerin, İngilizlere karşı eylemlilik kararlarını okuduğunda her türlü desteği sundu. Öncelikle Türkiye topraklarından Filistin’e Yahudi göçünü teşvik etti. “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarından rahatsız olan binlerce Türk Yahudisi soluğu Filistin’de aldı ve demografik dengeyi Yahudiler lehine değiştirdi. İsrail’e gönderilen Yahudilerin bir çoğu Hazar Türkleri’nin bakiyesiydi. Türkiye; Avrupa’da popülerleşen Hıristiyan geleneği antisemitizm karşıtı projeler gerçekleştirdi. Örneğin Hitler zulmünden kaçan Alman Yahudi bilim insanlarını üniversitelerde istihdam etti. Savaşın devam ettiği yıllara Türk diplomatları, görev yaptıkları ülkelerde binlerce Yahudi’nin hayatını onlara Türk pasaportu vererek kurtardılar. Yahudileri soykırımdan kurtaran bu diplomatlar “Türk Schindlerler” olarak anılıyorlar. İkinci Dünya Savaşı sırasında görev yapmış olan, Türkiye’nin Marsilya Büyükelçisi Necdet Kent ve Rodos Konsolosu Selahattin Ülkümen’in kahramanca çabaları sayesinde birçok Yahudi, soykırımdan kurtulmuştu. Vatandaşları arasında dine bağlı ayırım yapmayan Türk hükümetinin diplomatları, büyük tehlikeleri göze alarak çok cesaret isteyen kurtarma operasyonları düzenlemiş ve pek çok Yahudi’nin hayatını kurtarmışlardır. Türk konsoloslukları, Yahudi sığınmacıların çocuklarına da Türk vatandaşı kimliği vererek onları Nazi kamplarına gönderilmekten alıkoymuştu.
Türk istihbaratı; Türkiye’den göç ettirilen Yahudiler ile Türk diplomatların Avrupa’da toplama kamplarında imha edilmekten kurtardıkları Yahudiler aracılığıyla Filistin’de bağımsız İsrail devletinin kurulması için İngilizlere karşı savaşan Haganah benzeri örgütlere sızdı. İngilizlerin çıkarlarına bir çomak da burada sokuldu. İngilizler tersinden karşılık verdi. Araplar üzerinden Filistin davasını uluslararası krize dönüştürdüler.
Kim ne derse desin, İsrail devletinin kuruluşu Türkiye’nin projesidir. MOSSAD kimin projesi acaba? Hayfa Üniversitesi Profesörlerinden Benjamin Beit-Hallahmi, 1987’de New York’ta Pantheon Yayınlarından çıkan, “İsrail Kimleri Neden Silahlandırıyor?” isimli kitabında “Türkiye’yle İsrail, istihbarat ve güvenlik hizmetleri alanında sürekli işbirliği içinde olmuştur” bilgisini verir. Benjamin Beit-Hallahmi’nin bu iddiasının doğru olduğu söylenebilir. Nitekim 1958’de Türkiye-İsrail-ABD arasında üçlü imzalanan, çok gizli bir anlaşmayla şifre adı “Paslanmaz Demir” olarak fısıldanan Mossad üssü, Türkiye’de İstanbul Emirgan’da kuruldu, Türk istihbaratçılar burada özel eğitim verdiler ve aldılar. Bu anlaşmadan önce İsrail Gizli Servisi MOSSAD, İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nda bir dairede kuruldu. Dairenin kiracısı, 1909 Kudüs doğumlu, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nda görevli bir memur olan Reuven Shiloah’dı. Ancak kiracı kadar, dairenin sahibi de dikkat çeken birisiydi. Sultan Abdülhamit, Sultan Vahdettin, Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Adnan Menderes’in dişçiliğini yapan ve bu isimlerle yakın dostluklar kurmayı başaran Sami Günzberg’di. Günzberg, 1876 İstanbul’ doğumlu, bir rivayete göre ailesi Rus, bir rivayete göre ise Macar Yahudisi’ydi. Dişçilik eğitimini yurt dışında aldı. Bahriye nezaretinde dişçilik yapmaya başlayan Günzberg’in sarayla olan ilişkisini Polonyalı bir Yahudi olan annesinin bohçacılık yaparken kurduğu söylenir. Saraya gidip gelen Madam Günzberg, kadınefendilere nüfuz eder ve oğlunu saraya dişçibaşı yaptırır. Tanıklara göre Sami Günzberg hem Türk, hem de yabancı ülke siyasetçileriyle ilişkide olup, fazla göze batmayan bir nevi diplomatik kariyer sürdürmüştü. Sami’nin dişçi dükkânı, İstanbul yüksek sosyetesinin Abdülhamit günlerinden beri randevulaştığı, nice aile ve politika sırlarının toplandığı bir santraldi. Atatürk’ün biyografyacısı Lord Kinross’a göre Günzberg, Sultan Abdülhamid ve Sultan Vahidettin’in sırdaşı konumundaydı. Sultan Vahidettin “Diş Paşa” dediği Günzberg’le siyasi konuları konuşmayı adet haline getirmişti.
MOSSAD, Mehmet Akif Ersoy'un vefat ettiği evde kuruldu… Mossad’ın ilk direktörü Reuven Shiloah, 1946’da o yıllarda “Casuslar Kenti” olarak bilinen, birçok filme konu olan İstanbul’a, İsrail’in kurucusu David Ben Gurion’un emriyle 1946’da geldi. David Ben Gurion, İstanbul’u iyi biliyordu, 1912-1914 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Beyoğlu’nda kalmıştı. Gurion’un Reuven Shiloah’ı İstanbul’a göndermesinin nedeni; siyasi ve ekonomik güce sahip Yahudi cemaatinin desteğiyle Türk yetkilerle yakın ilişkiler kurmasını sağlamaktı. Reuven Shiloah; kısa bir süre otellerde kaldıktan sonra 1947’de ta 1910 yılından bu yana İstanbul’un en güzel yapılarından biri olarak bilinen, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nın üçüncü katına yerleşti. “İstiklal Caddesi’nin göz bebeği olarak da bilinen, birçok ünlünün sık sık gittiği Mısır Apartmanı, Mossad’ın kuruluşuna da ev sahipliği yaptı. Bu tarihi mekânda; İstiklal Marşı şairimiz, Mehmet Akif Ersoy 63 yaşında, İstanbul’un Beyoğlu Semti’ndeki İstiklal Caddesi’nde bulunan Mısır Apartmanı’nda ruhunu teslim etmişti.
İhvanü’l-Müslimin teşkilatının kurulmasında Mehmet Akif’in katkısı çok büyük. Teşkilat resmi olarak Hasan el-Benna tarafından 1928’de Mısır’ın İsmailiye kentinde kuruldu. Teşkilat, Halifeliğin ihyasından yanaydı ve İngiliz karşıtı bir söylemi vardı. Teşkilat kurulmadan önce Hasan el Benna’nın istişare ettiği, sohbetlerine katıldığı, ilminden istifade ettikleri isimler, Akif’in Teşkilat-ı Mahsusa’da yakın çalışma arkadaşlarıdır. Akif’in, İhvan’la ilişkileri Mısırlı dostları üzerinden gerçekleşmiş, İngiliz istihbaratının radarına yakalanmamaya dikkat etmiş ve bunda da başarılı olmuştu. Bu dostları, 1929’da vefat eden Abdülaziz Çaviş ile 1954’te vefat eden Muhammed Ferit Vecdi’dir. (*) Kaderin cilvesine bakın ki Akif’in vefat ettiği apartmanda, İsrail devletinin gizli servisi MOSSAD’ın temelleri atılmıştı. Ben Gurion’da Mısır Apartmanı’na gelir, yardımcılarıyla birlikte İsrail’in kuruluş çalışmalarını yürütürdü. 18 Eylül 1947 tarihinde, İbranice adı ‘Ha-Mossad le-modi’in u-le-tafkidim meyuhadim’ yani “İstihbarat ve Özel Harekât Enstitüsü”, MOSSAD, işte resmen İstanbul’da Mısır Apartmanı’nda kuruldu. Sadece dış istihbaratla ilgilenecekti, iç istihbarat göreviyse “Shin-Bat” adlı kuruluşa verilmişti.
İsrail’i resmen tanıyan ülkeler arasında Türkiye de vardır. Eğer doğruysa, İsmet İnönü, İsrailli yetkililerle bir başına, kuruluşundan hemen sonra Türkiye’de görüşmüştü. Tek görüşen İnönü değildi. Ben Gurion’un 1958’de Türkiye’de Başbakan Adnan Menderes’le görüştüğü biliniyor. Uçağı, Türkiye hava sahasında arızalanır, Ankara’ya zorunlu iniş yapar ve görüşme bu sırada gerçekleşir. Bu buluşmayı hazırlayan da Reuven Shiloah’dan başkası değildir. İsmet İnönü, Paris'te MOSSAD’la görüşmüştü… Mossad’la bir Türk Başbakanı ilk kez 1964 yılında Paris’te görüşür. İsmet İnönü, İsrail Başbakanı Levi Eskol ve Mossad Başkanı Meir Amit’le bir araya gelir. Kıbrıs’ta katliamların yapıldığı bir süreçte gerçekleştirilen bu görüşmede de nelerin konuşulduğu hiçbir zaman dile getirilmemiştir.
Bu görüşmeden neredeyse otuz yıl sonra 14 Kasım 1993’te Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin, İsrail’i ziyaret eder, Şimon Perez’le bir dizi anlaşma imzalar. Bunların arasında Mossad’la MİT’in işbirliğini çerçeveleyen 12 maddelik bir anlaşma da vardır. Ortadoğulu kaynaklara göre, bu anlaşmayla Mossad’ın, Suriye ve İran’a sızarak bazı çalışmalar yapması kolaylaştırılıyor, İsrail savaş uçaklarına Konya’da üs verilmesinin yolu açılıyordu. Hikmet Çetin’le yapılan bu anlaşmadan sonra 1994 Kasım’ında Başbakan Tansu Çiller, İsrail’i ziyaret etti. İran, Irak, İsrail’e su satışı gibi konuların yanı sıra yine çeşitli kaynaklar, Mossad/MİT işbirliğinin gözden geçirildiği de belirtiyor. Aslına bakarsanız 1958’de Mossad’a üs verilmesiyle başlayan, Başbakan İnönü ve Çiller’le gelişen Türkiye-Mossad ilişkileri hep gizli kalmış, kimse çıkıp da sır perdesini aralayamamıştır.
MOSSAD’ın ev sahibi Sami Günzberg “MAH” mensubuydu… Sami Günzberg’in; “Milli Amale Hizmet” kısaca “MAH” adıyla bilinen Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalıştığına dair bazı söylentiler mevcut. Hatta Günzberg’e, İstiklal Madalyası verilmesinin gündeme geldiği ve İsmet Paşa’nın Günzberg’i “Adalet yerini buldu” diye şahsen kutladığı biliniyor. Sami’nin ofisi, politik kulislerin merkeziydi. Menderes dönemininde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 10. Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’un, Sami’nin desteğiyle o koltuğa oturduğu iddia edilmişti. Sami Günzberg, Mısır Apartmanı’ndaki dairenin gerçek sahibi değildi. Dairenin gerçek sahibi, Sultan V. Mehmet Reşad’ın torunu Cömert Baykent’ti. Dişçi Sami, daireyi, kendi adına Sultan V. Mehmet Reşad’ın torunundan kiralamış, David Ben Gurion’un referansıyla kendisine gönderilen Reuven Shiloah’a tahsis etmişti. Shiloah, İsrail Dışişleri Bakanlığı’nda görevli bir memurdu. İsrail’in bölgedeki Müslüman ülkelerle kuracağı ittifakları o belirliyordu. Gizlilik temel esastı. İşte bütün bu yarı diplomatik yarı istihbarat çalışmaları Mısır Apartmanı’ndan yürütüldü. İsrail’in dış güvenlik konseptini ülkenin kurucusu Ben Gurion’la beraber hazırladı.
İngiliz İstihbaratı, MOSSAD’ın ilk başkanını trafik kazası görünümlü suikastle öldürdü… İsrail Gizli Servisi MOSSAD da bu çalışmaların ürünü olarak Shiloah tarafından İstiklal Caddesi’ndeki Mısır Apartmanı’nda kuruldu. Gurion’dan tam destek alan Shiloah, servisin ilk başkanı oldu. 18 Eylül 1947 tarihinde Mısır Apartmanı’nda imzalanan belgelerle, kanlı eylemlere imza atacak örgüt artık resmi hale geldi. Shiloah, yaklaşık 1 yıl daha aynı apartmanda yaşadı ve birçok önemli görüşmeye imza attı. Türkiye’de rahat çalışması için bazı iş faaliyetlerinde de bulunan Shiloah, (1951-1952) 10 Mayıs 1959’da (Suikast olduğuna kesin gözüyle bakılıyor) bir trafik kazasında ölmeden önce İstanbul’da yaşadığı günlerde çok mutlu olduğunu açıkladı. Kudüs’te Sanhedria Mezarlığına gömüldü. 1952’de istifa ettikten sonra, Shiloah, Washington DC’deki İsrail büyükelçiliğinde temsilci ve Dışişleri Bakanı’na siyasi danışman olarak görev yaptı. İsrailliler, İstanbul’daki Mısır Apartmanı’yla bağlantılarının olduğunu ifade eden hiçbir açıklamayı yalanlamadı. Kadim Türk Devleti, Ankara ile TelAviv'i buluşturdu…
Dediğim o ki Türkiye’nin, Libya ile imzaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin bir mutabakat muhtırası ile İsrail’in, Güney Kıbrıs'ın “Afrodit” sahasında gaz geliştirme programını, deniz sınırı ve kaynakların paylaşımı sorunu çözülene dek bloke etmesi, “Kadim Türk Devleti”nin tasarrufudur. Ayrıca Libya’da, Türkiye’nin desteklediği meşru hükümete yönelik Rus paramiliter güçlerin ilerleyişine yönelik bir tavırdır. İsrail, sadece “Güney Kıprıs Rum Kesimi”ne değil, Ruslara da bir mesaj verdi. Mısır'ın, Yunanistan'ın ve Güney Kıbrıs'ın cascavlak ortada kalmasına ne demeli!.. Daha fazla yazmayayım devreler yanmasın!

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 48568

ulkucudunya@ulkucudunya.com