Kayıkçı kavgaları Mavi Vatan dalgalarına dayanabilir mi...
Nedret Ersanel 01 Ocak 1970
Rusya’nın adı NATO sonuç bildirgesinde-bakış açınıza göre-neredeyse ‘olumlu’ geçmesine, Brüksel’den Londra’ya hazırlık sürecinde eskiden ne kadar anıldıysa yine o kadar tehdit ‘gibi’ algılansa da...
Moskova, hemen her kademeden olmak üzere-Devlet Başkanı, Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı-NATO zirvesinden çıkanlara ağzına geleni söyledi...
Tüm ittifak tarihinde ismi ilk kez yazılan, mealen ‘resmi rakip’ ilan edilen Çin’den ise ‘çıt’ çıkmadı!
Hatta, ayın 6’sında, yani NATO zirvesinden iki gün sonra, Çin Dışişleri Bakanlığı basın toplantısında sözcü, NATO’nun ismini bile ağzına almadı...
Çin’e atıf yapılan madde bu şekilde olmasaydı; “Çin’in artan nüfuzu ve uluslararası politikalarının ortaya çıkardığı fırsat ve sınamaları ittifak olarak birlikte ele almalıyız”, şu kadarcık olsaydı da; “Çin”.. “NATO, artık Pekin’i rakip, hatta hedef olarak görüyor” diyecektik.
Mesele o kadar açıktır.
Buna rağmen, “Beijing”in, Batı ittifakının silahlı ve sembol gücü NATO kararlarını üzerine alınmaması, görmezden gelmesi gibi bir ihtimal olabilir mi?
***
Çin Devlet Başkanlığı, Dışişleri veya Savunma Bakanlığı daha sonra üzerindeki ölü toprağını üzerinden atar mı bilinmez ama Çin’in ABD büyükelçisi bir başka vesile ile konuşmuş bulunuyor...
“ABD ve Çin ilişkilerindeki ‘yıkıcı güçleri’ uyarıyoruz. Şüphe, düşmanlık, yabancılaşmanın büyümesine izin verilirse, iki halkın ve tüm dünyanın acı çekmesi gereken sonuçları ne olacak? Burada not düşüyorum, Çin-ABD ilişkileri kritik bir kavşaktadır. Ekstrem retorikler, ‘Soğuk Savaş’ ya da ‘Medeniyetler Savaşı’ gibi söylemler kimseye fayda sağlamaz. Eşitlik, karşılıklı yarar ve karşılıklı saygı temelinde diyalog ve istişarelerde bulunduğumuz sürece, zorlukların üstesinden gelecek ve kazan-kazan işbirliğine geri dönebileceğimize inanıyoruz”... (‘Chinese ambassador to U.S. cautions ‘destructive forces’ in bilateral relations’, 06/12, Xinhua.)
İçinde NATO yoktur ama ABD vardır, aynıdır. Bu cümleler dahi Çin’in ABD’ye bakışındaki ‘esnekliği’ gösteriyor. Sadece, bu aşamadan mutlu değiller.
Anlıyoruz ki, yollarında yürüyecekler, ‘İpek yolu’ ve ‘Uzay Yolu’ diyebiliriz...
LİBYA: HER ADIMDA TARİH SAYFALARINDAN BİR YAPRAK AÇILIYORSA...
Şu kazanacak; Türkiye’nin Akdeniz’in tamamını yırtarak, İsrail-Mısır-Yunanistan-GKRK, hatta Paris’i histeri krizine sürükleyen Libya ile mutabakat muhtırasının, yukarıda saydığımız ABD-Rusya ve artık Çin üçgeninin ‘açı ortayı’ olduğunu görerek yürümek...
Pazartesi günü Cumhurbaşkanı şöyle diyor; “Böylesine bir çağrı-Libya meşru hükümeti ve halkının destek/yardım istemesi-özellikle Türkiye’ye bu hakkı tanır. BM’nin Libya’ya ambargosu var ama Libya Ulusal Hükümeti’nin çağrısı karşısında asker gönderme faaliyeti bu kapsamda yorumlanamaz. Böylesi bir çağrı durumunda Türkiye nasıl bir inisiyatif kullanacağına kendisi karar verecektir”...
Devam... “Hafter konusunda istiyorum ki, Rusya ile münasebetlerde yeni bir Suriye doğurmasın. İnanıyorum ki Hafter konusunda Rusya da mevcut tezi gözden geçirecektir. Çünkü illegal birisi. Yapılan destekler de illegalite içerisinde sürdürülüyor”.
Esasında söylenen şu; ‘Türkiye aleyhine gelişme olur ise Libya meşru hükümetinin daveti ile oraya asker göndeririz’!
Anlıyoruz ki, Katar vakasının bir tür benzeri söz konusu ve Ankara duraksamayacak. Haklının yanında olacak. İşte bu tür bir inisiyatifi hayata geçirme kabiliyetine/iradesine erişmiş Türkiye’den bahsediyoruz. Ama asıl bu vaziyetin geleceğini önceden görüp, önlemini almış Türkiye üçlü yeni dünyanın göbeğinde bulunmayı hak ediyor. Çünkü, Ankara’nın Libya olayına fiilen vaziyet etmesi Mayıs ayını buluyor.
***
İlgi çekici olan, Libya-Türkiye mutabakatının çizdiği haritanın yanında-yöresinde ne var ne yok ise tarihin derinliklerinden çıkıp gelmesi. Örneğin 1913 Londra anlaşması ve Girit’in durumu gibi. Çünkü Libya ile çizilen harita bu adanın ‘yanından’ geçiyor. Atina hükümetini alarm durumuna geçiren ve kendi ifadeleri ile “ordunun yarısını” Girit’e yığma planlarına kadar sürükleyen kaygı işte o geçmişten besleniyor. Girit’ten başlayan göçlerin bir kısmı Türkiye’ye geldi ama gariptir, bir kısmı da Libya’ya gitti! Hâlâ oradalar.
Böylece Girit tartışması yeniden açılmış bulunuyor ve kimi yorumculara göre burada Türkiye’nin “hakları” bulunuyor! Var mıdır, nasıldır, nedir ayrı tartışma konuları ama bu haklar, eşyanın tabiatı gereği akla geliyor. Sadece bizim değil onların da aklından çıkmamış ki korkuları büyüyor...
***
Böylece yeni bir dış politika hayatı başlıyor. İlginç, şahit oluyoruz; bir yandan taze NATO kararlarıyla üç süper güçlü bir dünyanın kilit taşı olma potansiyeli, diğer yandan Mavi Vatan’ın tüm derinliklerinde kulaç atma gücü, öte yandan, hayattayken uğradığı haksızlıkların acısıyla huzur bulamayan tarihi yatırların üzerinde kurulmaya çalışılan Türk düşmanı tuzakların teker teker evden/denizden kaçırtılması!
Ve son yandan da, büyük enerji kaynaklarının keşfine doğru güçlü delgilerin gittikçe hızlanarak dönmesi...
Günlük kayıkçı kavgaları bu denizin dalgalarına nasıl dayansın ki...