Berlin dönemeci
Fehim Taştekin 01 Ocak 1970
Ateşkesin korunması, silah ambargosuna uyulması, siyasi çözüme geçilmesi ve seçimlere gidilmesi gibi hedeflere yönelik olarak öngörülen mekanizmalar kurulabilirse Erdoğan’ın giriştiği macera tehlikeli boyutlara ulaşmadan perde indirebilir. Tabii Berlin’den çıkan sonuç, Hafter’i Trablus yolunda durduracaksa Erdoğan bunu başarı anlatısına dönüştürebilir.
Avrupa liginde Fransızlar Paris’te, İtalyanlar Palermo’da şanslarını denedikten sonra Almanlar, Libya barışı için Berlin’de masa kurdu. Berlin masası, Libya’yı onlarca yıldır sömüren İtalyan ve Fransızlarınkiyle kıyasla daha itibarlı.
Savaşan ve savaştıran taraflar dün barış masasına savaş takımlarını bileyerek gitti. En kadim şeyin tekrarı!
Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter konferansın arifesinde elini güçlendirmek için petrol vanalarını kapattı. Hafter’le anlaşan aşiretlerin grubu “Fizan Öfkesi”, El Şerare ve El Fil petrol sahalarında duruma el koydu. Brega, Ras Lanuf, Hariga, Zuveytina ve Sider limanlarında ihracat durdu. Ulusal Petrol Şirketi (NOC), Hafter güçlerinin Hamada-Zaviye boru hattını kestiğini, bu nedenle Şerare ve El Fil rafinerilerindeki üretimin kısıtlandığını duyurdu. NOC “Ben tarafsızım” dese de petrolün gelirini Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti kontrol ediyor. Hafter ve ‘Petrol Hilali’ndeki aşiretler Trablus’u “petrol gelirleriyle terörü finanse etmekle” suçluyor!
Libya’nın en büyük yataklarını barındıran bölge Hafter’in elinde olsa da şimdiye kadar petrol silahı devreye sokulmamıştı. Sonuçta petrol kuyularının başını tutanlar arasında Hafter’in kritik destekçileri de var.
İhracattaki kaybın 800 bin varili bulduğu ve daha da artabileceği belirtiliyor. Halihazırda petrol üretiminin günlük 1.2 milyon varil olduğu düşünülürse Hafter’in çektiği kart sarsıcı. 300 bin varil üretimin yapıldığı Şerare’de NOC’a İspanyol Repsol, Fransız Total, Avusturyalı OMV ve Norveçli Equinor ortak. 70 bin varil üretim yapan El Fil ise İtalyan Eni’nin kontrolünde. Petrol kartıyla Hafter kolayca pes etmeyeceğini göstermiş oldu.
***
Beri tarafta Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin başarısı için Türkiye’yi savaşa sürüklemekte beis görmeyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 13 Ocak’taki Moskova hezimetinden sonra Berlin’e sert mesajlar vererek hazırlandı. Evvela Hafter’e haddini bildirmek ve dengeleri değiştirmek için daha fazla asker ve Suriye’den milis göndereceğinin sinyalini verdi. “Meşru hükümetin ayakta kalmasını sağlamak için askerimizi gönderiyoruz” dedi. Politico’ya “Türkiye’siz barışın olamayacağı”, “Ulusal Mutabakat Hükümeti düşerse terörün hakim olacağı” ve “Avrupa’nın olumsuz etkileneceği” uyarısında bulunan bir yazı da yazdı.
Bir uçakta yeşil koltuklara gömülmüş sakallı ve kimisi üniformalı yolcuların video görüntüsü “Türkiye’nin Suriye’den Libya’ya taşıdığı savaşçılar” diye dolaşıma sokuldu.
Buna karşın Libya Ulusal Ordusu, Trablus’ta Türkiye’nin operasyon odalarının haritasını yayınlayıp Türk gemilerini vurma tehdidini yineledi. BM yetkilileri de Türkiye’nin Suriye’den 2000 savaşçı taşıdığını teyit eden bilgileri basınla paylaştı.
Bu krizin artık bir de Doğu Akdeniz boyutu var. Ankara, Trablus kanadıyla deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşmayı imzalayınca Libya krizi, Doğu Akdeniz’deki enerji savaşıyla iç içe geçti. Berlin’de hazırlıklar sürerken o taraf da karıncalandı.
Mısır, Ürdün, Filistin, İsrail, Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya’nın katılımıyla oluşturulan Doğu Akdeniz Gaz Forumu düşman çatlatırcasına 16 Ocak’ta üçüncü kez Kahire’de toplandı. Fransa üyelik için başvururken ABD gözlemci olmak istediğini iletti. Yani Erdoğan’ın Libya hamlesi, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki dışlanmışlığını ileri boyutlara taşıyor.
Kahire’deki bu buluşmaya paralel olarak İsrail’den Mısır’a doğal gaz ihracatı başladı.
Bu gelişmelere karşın Türkiye de 17 Ocak’ta sondaj gemisi Yavuz’u Kıbrıs adasının güneyinde Rumların ilan ettiği 9’uncu parsele gönderdi. Burası KKTC’nin Türkiye’ye verdiği ruhsatta “G sahası” olarak geçiyor.
Dahası Erdoğan, 2020’de Libya sularında petrol arama çalışmalarına başlayacaklarını da müjdeledi! Kıyamet çağrısı sanki.
Bir başka kapışma, konferansa kimlerin katılacağıyla ilgiliydi. Olması gereken, savaşan tarafların yanı sıra bu savaşı sürdüren güçlerin, savaşı durduracak mekanizmaya dahil edilmesi. Eksiksiz. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın Bingazi’ye gidip Hafter’i konferansa ikna etmesi önemliydi. İnatçılığı ile tanınan Hafter’in, Moskova’da önüne konulan kalıcı ateşkes metnini imzalamamasının nedenlerinden biri Türkiye’nin müdahalelerine sınır çekilmemesiydi.
Türkiye ve Katar’ın desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Fayiz el Serrac’ın ikna edilmeye ihtiyacı yok. Serrac’tan ziyade asıl sorun, BM Güvenlik Konseyi’nin daha kurulmadan bir oldubittiyle tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni paravan olarak kullanan İslamcı güçler. Onlar Hafter’le masaya oturmayı ihanet sayıyor. Artık İslamcıları ikna etme işi, onlar için ‘koruyucu kalkan’ oluveren Erdoğan’a düşüyor.
Hafter’in iki önemli destekçisi Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) masaya davet edilirken Katar’ın dışlanması bir eksiklikti. Bu, Türkiye’nin Trablus cenahını tek başına sırtlanması anlamına geliyordu.
Erdoğan, tuttuğu tarafın ağırlığını artırmak için Libya’nın komşuları kontenjanından Tunus’un da Berlin’de olmasını istiyordu. Tunus’a geç giden davet “Gelmeseniz de olur” diye algılandı ve alınganlık yarattı. Haliyle Türkiye yalnız kaldı. Hal bu iken Erdoğan, Yunanistan’ın davet edilmemesini bir zafer havasında ele aldı.
Sürecin “Kim katıldı kim diskalifiye edildi” diye bir yarışa dönüştürülmesi anlamsız. Barışa katkı sunacaklar kadar çözümü bloke edebileceklerin de dışarıda kalmaması gerekir.
Doğu Akdeniz’deki kavga yüzünden Libya meselesi artık Türk-Yunan ilişkilerini geren yeni bir girdi. Atina, Türkiye’nin Trablus kanadıyla yaptığı anlaşmaya karşı Hafter’e daha fazla dayanışıyor. Denizdeki kavganın yanı sıra Türkiye’den giden silah dolu birkaç geminin Yunan sahil güvenliği tarafından yakalandığı hatırlanırsa Yunanistan gözardı edilemeyecek bir yerde duruyor.
Yunanistan yoktu ama Hafter’in ana dayanakları Mısır, BAE ve Fransa masadaydı. Erdoğan, “Berlin’e davet edilmediği için ciddi rahatsız” dediği Yunan Başbakanı Kiriakos Miçotakis’i “Çıldırmış”, “Rövanşist”, “Oyunu yanlış oynuyor” diye paylarken 2013’ten bu yana lanet okuduğu Mısır Devlet başkanı Abdülfettah el Sisi ile aynı masaya oturdu. Sisi, Türkiye’nin savaşa doğrudan müdahil olma kararı karşısında Libya ile 1200 km sınırı olduğunu hatırlatıp “Libya’yı kimsenin kontrol etmesine izin vermeyeceğiz. Bu, Mısır için bir ulusal güvenlik meselesidir” diye çıkışmıştı.
2016’daki darbe girişiminden bile sorumlu tuttukları BAE’nin Dışişleri Bakanı da oradaydı.
Trablus’taki hükümeti tanımakla birlikte Hafter’e yakın duran Trump yönetimi de Dışişleri Bakanı düzeyinde masadaydı. Trablus kanadıyla petrolde ortaklığını sürdüren ama özel savaş şirketi Wagner ile Hafter’in darbe gücünü artıran Rusya lideri Vladimir Putin masanın en ağır toplarından biriydi.
Yani masadaki dizilime bakılırsa Yunanistan’ın eksikliği Hafter için hezimet sayılmaz fakat mesele çözümse eğer, o vakit, sorumluluk dağıtacak bir masada onlar da olmalıydı. Bu Hafter’i destekleyen Suudi Arabistan ve Ürdün için de geçerli.
Libya’nın komşusu Cezayir üst düzeyde katılım gösterirken geçmişte çözüm sürecinde öne çıkan Fas anlaşılmaz bir şekilde dışlandı. Halbuki Fas, 2015’te gerekli onay sürecinden geçmeyip kadük kalsa da Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin kurulmasına temel teşkil eden Süheyrat Anlaşması’na ev sahipliği yapmıştı. Cezayir gibi Fas da dış müdahaleye karşı.
Hafter’i tutan taraflar, Türkiye’nin askeri müdahalesini önleyecek sonuçların çıkması ümidiyle Berlin’e gitti. Basına sızdırılan taslak bildiride yer alan dış müdahaleden kaçınılması, uluslararası aktörlerin silah ambargosuna uyması, silahlı grupların dağıtılması çağrısı Türkiye’nin şimdiye kadar yürüttüğü örtülü operasyonları ve tezkereyle gelen açık müdahaleyi önleyen bir çerçeve sunuyordu.
Yazıya tam noktayı koymuştum ki gelen sonuç bildirisinde ise birkaç temel unsur öne çıktı:
– Temsilciler Meclisi’nin onayladığı tek, birleşik, kapsayıcı ve etkin bir hükümetin kurulması.
– Yine merkezi ve sivil otoritenin kontrolünde birleşik ulusal güvenlik sisteminin oluşturulması.
– BM himayesinde bir uluslararası izleme komitesi ve 4 teknik çalışma grubunun kurulması.
İslamcıların engellemesi yüzünden 2014’te Trablus yerine Tobruk’ta açılmış olan Temsilciler Meclisi, Hafter’in liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu’nu ülkenin milli ordusu olarak görüyor. BM Güvenlik Konseyi’nin meşru yasama organı olarak tanıdığı bu meclis, Türkiye ile yapılan anlaşmaları da geçersiz sayıyor. Eğer bu meclis belirleyici olacaksa Türkiye’nin Trablus’la yaptığı anlaşmalar tehlikede demektir. Ayrıca ateşkesin korunması, silah ambargosuna uyulması, siyasi çözüme geçilmesi ve seçimlere gidilmesi gibi hedeflere yönelik olarak öngörülen mekanizmalar kurulabilirse Erdoğan’ın giriştiği macera tehlikeli boyutlara ulaşmadan perde indirebilir.
Tabii Berlin’den çıkan sonuç, Hafter’i Trablus yolunda durduracaksa Erdoğan bunu başarı anlatısına dönüştürebilir. Vaat edilen fethin çok gerisinde bir sonuç; yine de “Trablus’un düşmemesi” güncellenmiş yeni hedef olduğuna göre bu netice de tevil kaldırır. Fakat öngörüldüğü üzere Temsilciler Meclisi’nin rolü öne çıkarsa Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler üzerinden yaptığı diğer hesaplar tutmayabilir.
Sonuçta katılımla ilgili tartışmalar bir kenara Almanlar bu bildiriyle bir fark yarattı. Bunun sahadaki başarısı çok sayıda iç ve dış faktöre bağlı. Libya’da vekâlet savaşı verenler kendilerini tutmazsa bu bildiri de Süheyrat Anlaşması gibi bir müsveddeye dönüşebilir. Sonuçta büyük çıkarlar var ve kimse silahlara veda etmek istemiyor.