Bir zamanlar problemlerimiz vardı
İskender Öksüz 01 Ocak 1970
Bir zamanlar problemlerimiz vardı. Türkiye nasıl kalkınacak? Eğitim düzeyi nasıl yükselecek. Nasıl rekabetçi bir ekonomimiz olacak? Siyasîlerimizin, partilerimizin, gençlerimizin… Hepimizin problemleriydi bunlar. Bunları Türkiye için çözmeğe çalışırdık.
Basında, radyoda, televizyonda bunlar tartışılırdı. Küfür azdı, fikir çoktu; fikre de ihtiyacımız vardı, çünkü problemlerimiz vardı. Siyasî partilerin liderleri televizyon programlarında bir arada oturup bunları tartışırdı. Demek ki o tarihlerdeki liderler, kendilerini ötekilerden çok yüksek, ötekileri kendilerinden çok aşağılık görmezdi. Hiç biri kendini öbürlerinden seksen defa daha büyük, yüz defa daha uzun hissetmezdi.
FİKRİN KUTUPLARI
Bir kısmı, devlet eliyle kalkınacağız derdi. Daha âdil, daha hakça, insanca bir düzen kurmalıydık. Nasıl kurmalıydık? Problem buydu. Bazıları liberalizmi savunurdu. Yapmalarını, geçmelerini bırakırsak bir gizli el gelip her şeyi düzeltecekti. Bazıları plan yapalım dedi. Planlarsak daha verimli davranır, daha hızlı kalkınırdık. (Gerçekten en hızlı kalkındığımız dönem, planlı dönemmiş.) Bazımız da “üçüncü yol” diyordu. Ne o, ne öbürü; hem o, hem öbürü. Bu sonuncular bir de doktrin, daha doğrusu ilkeler dizisini savundular: 9 Işık. Bu bir yenilikti. Henüz hepsinin böyle bir değerler dizisi, bir program taslağı yoktu.
“Bilimsel sosyalizm”in “Sosyalist Dünya”sı vardı bir zamanlar. Bir de “Hür Dünya”. Bu iki kutuplu dünya kafalarımızda da düşünce kutupları, fikir öbekleri yaratmıştı. Bir de “üçüncü yol”u eklerseniz, demek ki üç kutuplu fikir dünyamız varmış.
Her ne hikmetse SSCB dağılınca Bilimsel Sosyalizm de yok oldu. “Bilimsel Sosyalizm” sözünü en son ne zaman duydunuz? Ya “Hür Dünya”yı? Demek ki Hür Dünya için SSCB ve Bilimsel Sosyalizm lazımmış. Biri olmayınca öbürü de olmuyormuş. Ne demişler: İttifaklar, düşmanın yenildiği anda dağılır.
KÜÇÜK ZEKÂLAR INSANLARI
SSCB’nn dağılması iki kutuplu dünyanın bir kutbunun çökmesiydi. Tek kutuplu kaldık. Ardından o kutbun da tekeli kırıldı. İki kutupludan, tek kutupluya, şimdi de yok kutupluya...
Peki, bizim problemlerimiz çözülüp bitti mi? Nerde bizim fikirlerimiz? Problemler için çözüm tekliflerimiz. Kutuplarla birlikte onlar da mı yok oldu.
Bugün en tepeden en alta problemimiz yok! Çok şükür mü? Artık problemimiz yok ama bol bol düşmanlarımız var. Hep kötü yapan, her şeyi kötü yapan karşıtlarımız var. Çıkıp sövdüğümüz, aşağıladığımız karşı taraf var. Ama problemimiz yok. Şu sövdüklerimiz bir sussa, bir çenelerini kapatıp oturdukları yerde otursalar, her taraf süt liman olacak.
Çok sevdiğim ve sık tekrarladığım bir söz vardır. Eski okuyucularım affetsin ama yine tekrar edeceğim: Büyük zekâlar kavramları, ortanca zekâlar olayları, küçük zekâlar insanları tartışır.
Bir bakın bakalım biz neyi tartışıyoruz?
NE ZAMAN?
Bir üniversitemiz ne zaman dünyadaki ilk yüz arasına girecek? Öğrencilerimiz ne zaman okuduklarını dünyadaki yaşıtları kadar anlayabilecek… Borç alıp depremde çöken binalar yapmak yerine ne zaman kâr edip, tasarruf yapıp, sonra da yatırım yapacağız? Ne zaman üretimimiz başkalarından daha aranır, daha kaliteli ve daha ucuz olacak? Ne zaman paramız değerlendiği halde dış ticaret fazlası vereceğiz? Ne zaman en yenilikçi, başkalarının akıl bile edemediği ürünleri biz imal edeceğiz?
Ne zaman işsiz insanımız kalmayacak? Ne zaman kârlı çalışan iş dünyamız, üniversite mezunlarımızı diplomalarını alır almaz havada kapacak? Üniversitenin girişindeki tamam da, çıkışındaki kuyruk ne zaman ortadan kalkacak?
Nüfusumuz seksen küsur milyon olduğu için dünyanın en büyük yirmi ekonomisi arasındayız ama yerimiz yükselmiyor; geriliyor. Fakat refah, millî veya yurtiçi hâsıla ile ölçülmüyor. Bunların kişi başına düşeniyle ölçülüyor. Bu ölçüye bakarsak, dünyada ilk yirmide de değiliz, otuzda da, kırkda da. Son baktığımda 48 görmüştüm ama şu anda neredeyiz bilemiyorum. Ne zaman biz refahta da ilk yirmiye, daha iyisi ilk ona gireceğiz?
DÜŞMANINIZ TAMAM… BİRAZ DA PROBLEMİNİZ OLSUN
Ne dersin eyyy sen? Diyemez değil mi? Peki eyyy biz, siz söyleyin o zaman? Söyleyebilir misiniz? Ve diğerleriniz… Ve biz! Başkalarını suçlamak kolay. İğneyi kendimize batıralım. Biz ne cevap vereceğiz? Biz okur-yazarlar, entelektüeller, hocalar?
Bu “Ne zaman?”ların her birinin bir de “Nasıl?” sorusu var. Nasıl? Bir birinizi hakarete yakın sözlerle suçlar, aşağılarken bu nasıla erişemezsiniz değil mi? Nasılı çözebilmeniz için problemleriniz olması lazım. O problemlere kafa yormanız lazım. O problemlere çözümler teklif etmeniz ve sonra çözümlerinizi tenkit etmeniz, ettirmeniz lazım. Lazım ki, hani müsademe-i efkârdan barikayı hakikat doğsun.
Sizin probleminiz yok. Sizin sadece düşmanlarınız var. Her popülist gibi. Ve diyorsunuz ki: Bizi dünya kıskanıyor ama şu kötüler yok mu, şu kötüler; hep onların yüzünden.