Serakıp’ta ‘tekbir’ ve fakat…
Fehim Taştekin 01 Ocak 1970
Amerikalılar Türkiye’ye gaz veriyor ama Patriot vermeye yanaşmıyor. Avrupalı dostları da öyle. İşin sonunda bütün bir Soğuk Savaş boyunca savaştan kaçındıkları Rusya ile kapışma riski var. Herkes cehenneme koşar gibi stratejilerini bir gece ansızın kara deftere dikte etmiyor ki!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Suriye ordusunun Soçi Mutabakatı sınırlarına çekilmesi için tanıdığı sürenin dolmasına iki gün kalırken İdlib dramatik gelişmelere sahne oluyor.
Dün Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve müttefikleri için bir cephede zafer günüydü. IŞİD’in bayrağını omuzlarında simge olarak taşımaktan gocunmayan cihatçı tayfanın ‘tekbir’ getirme günüydü. Türk ordusunun katkılarıyla! Neyrab ve birkaç köyün ardından Serakıp’a girdiler. Burası M-4 ve M-5 yollarının kesişme noktası. Stratejik olarak çok önemli. Ayrıca bu üçgende Türk askerleri dört yerde kuşatma altında kalmıştı. Bu hamlede Türkiye’nin yoğun ateş gücü ve silahlı gruplara verdiği roket atarların uçakları bölgeden uzak tutması etkili oldu. Bir diğer önemli faktör; Suriye ordusu M-5’i temizleyip Halep’in kuzeybatısından Afrin’in güneydoğu sınırlarına ulaştıktan sonra operasyonu İdlib’in güneyi ile Hama’nın kuzeyine kaydırmıştı. Haliyle deneyimli muharip güçlerin gitmesiyle doğu cephesi zafiyet gösterdi. Esasen M-5’in takiben M-4’ün açılması Suriye ordusunun orijinal harekât planıydı. Beklenenden çok daha büyük bir alan hızla kurtarılınca harekât Afrin’e kadar çıkmıştı. Konuştuğum bazı yerel kaynaklar ise güneye güç kaydırmanın, Ankara-Moskova hattında pazarlıkların sürdüğü kritik dönemde Türkiye ile doğrudan savaş riskini düşürmek için Rusya’nın talebi üzerine gerçekleştiğini söylüyor. Ancak bu hamlenin M-4 ve M-5’i yeniden kapatacak bir bariyere dönüşmesi öngörülenin ötesinde bir gelişme. Bu, Rusya ve Suriye’nin sessizce izleyeceği bir gidişat değil. (Nitekim bu yazıya noktayı koyduktan sonra Türk ordusunun bulunduğu noktalara yoğun hava saldırılarının olduğu ve ciddi kayıpların yaşandığı haberleri gelmeye başladı.)
***
20 Şubat’tan bu yana yaşanan gelişmelere baktığımızda görülen şuydu: Erdoğan, Rusya lideri Vladimir Putin’le yeni bir harita pazarlığına oturuncaya kadar sahada elini güçlendirmeye çalışıyor. Bu süreç her türlü şaşırtıcı gelişmeye açık. Fakat Erdoğan, Serakıp için “Gelişmeler lehe döndü” derken güneyde fırtına tersten vuruyordu.
Suriye ordusu güneyde hedefe koyduğu Gab Ovası’na doğru Zaviye Dağı ve Şahşabu Dağı bölgelerinde üç günde 60’ın üzerinde yerin kontrolünü ele aldı. Türkiye bu bölgeye de askeri sevkiyat yaparken Şir Mağar’daki Türk askeri kontrol noktası kuşatma altına alındı. Ayrıca dün Zaviye Dağı’nda Türk ordusu üç kayıp verdi.
Suriye ordusunun geliştirdiği bu harekâtın en çetrefilli durağı M-4 otoyolunu kesen Cisr el Şuğur. Burası yabancı cihadi örgütlerin ana üslenme merkezi. Rusya’nın en fazla kararlılık göstereceği hat. İki nedenle: Birincisi Çeçenlerin başını çektiği Kafkasyalı savaşçılarla Rusya Federasyonu’na dönmelerine izin vermeden burada savaşmak istiyor. 30 Eylül 2015’de Suriye’deki savaşa müdahil olurken temel motivasyonlarından birisi buydu. Rusya’nın güvenlik açısından antenlerini kaldırdığı Asya’nın ‘öfkeli çocukları’ Özbekler, Kırgızlar ve Uygurlar da burada güçlü. MİT’in gözdeleri! Rusya, Orta Asya’daki radikal İslamcı tırmanışın kendi Müslüman nüfusuna sirayet etmesinden hep korka geldi. Haliyle buradaki savaşçıların Rusya ve periferisine dönmesi, Moskova açısından bertaraf edilmesi gereken bir senaryo. Erdoğan için de burada mevcut statükonun korunması ya da bu statükonun Türkiye’nin kontrolünde yeni bir statüye kavuşması mühim bir hedef.
***
Suriye ordusu güneyde haritayı değiştirse de durum Türkiye’nin görülmemiş düzeyde askeri sevkiyatı sürdürmesi nedeniyle giderek çetinleşiyor. (Dün akşam maalesef El Bera ve Bilyun arasındaki bölgeden gelen kötü haberlerle bu süreç daha da tehlikeli boyutlar kazanabilir.)
Erdoğan, şahsının ifadesiyle, kendisini Suriye’de savaşmaya mahkum hissediyor! Bu mahkumiyetin NATO’nun ikinci büyük gücünü El Kaide ve türevlerine tampon yapması içeride devletçi-milliyetçi muhalefetin de çok dert ettiği bir sonuç değil. Hep birlikte tarihe, “El Kaide’yi razı edenler ve buna rıza gösterenler” olarak geçecekler.
Fakat bu saplantılı siyaset, İdlib düzleminde bir askeri stratejiye dönüşürken her şey bir anda gerçeküstü hale geliyor. Türkiye’nin jeostratejik ağırlığını ‘bozucu faktör’ olarak kullanmak artık sınır aşan politikalarda temel bir enstrüman. Koca bir ülke doyumsuz hevesler için her seferinde uluslararası toplumun huzurunda basküle çıkartılıyor. İdlib’de olan da bu. Strateji eldeki imkân ve kapasiteye göre şekillenmiyor. Uluslararası destek ayağı diplomasinin hünerlerine değil temennilere bırakılmış. Ve Suriye’nin yanında bu savaşın ana yürütücüsü Rusya hem ‘muhatap’ hem ilan edilmemiş ‘düşman’ konumunda.
Kestirmeden söylersek; hava sahası kapalıyken Türkiye’nin Suriye ordusunu Ağustos 2019 öncesindeki sınırlara geri göndermesi ciddi kayıplara yol açacak kapsamlı bir savaşı gerektiriyor. Bu sonradan ortaya çıkan bir gerçeklik değil, başından beri bilinen bir durum. Ama Rusya’nın İdlib için Türkiye dolasıyla NATO ile savaşmayacağı, bu nedenle de Türk uçaklarına hava sahasını açmak zorunda kalacağı beklentisiyle hareket ettikleri görülüyor. İnanılır gibi değil ama Savunma Bakanı Hulusi Akar birkaç gün önce Rusya’dan hava sahasını açmasını beklediklerini söylemişti. Dün de İHA ve SİHA’lara izin vermesi için Ruslarla konuştuklarını açıkladı. Erdoğan da Şam’a çektiği ihtarın köşelerini biraz yontarken “En büyük sıkıntımız hava sahasını kullanamıyor oluşumuzdur” dedi. “İnşallah yakında buna da bir hal çaresi bulacağız” diye de ekledi. Nasıl? Rusya esnemediğine göre NATO ile mi? Burada da bir başka kapıdaki beklenti karşımıza çıkıyor: ABD’nin Hatay’a Patriot konuşlandırması. Hatta hükümete yakın gazetecilerin kulis bilgilerine bakılırsa hükümet, ABD ile NATO’nun caydırıcı uçuşlar yapması ve İdlib’de uçuşa yasak bölge ilan etmesini müzakere ediyormuş. ABD Avrupa Komutanlığı (EUCOM) bu konuda karar alınmadığını belirtiyor. Gerçi Erdoğan da spekülasyona yer bırakmayacak şekilde neticeyi şöyle aktardı: “Amerika’nın bize vereceği Patriot yok.”
***
Amerikalılar Türkiye’ye gaz veriyor ama Patriot vermeye yanaşmıyor. Avrupalı dostları da öyle. İşin sonunda bütün bir Soğuk Savaş boyunca savaştan kaçındıkları Rusya ile kapışma riski var. Herkes cehenneme koşar gibi stratejilerini bir gece ansızın kara deftere dikte etmiyor ki! Evet, ABD’de bir kanat Ankara-Moskova hattındaki gerilimi Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırmak için fırsat olarak görüyor. Kışkırtıcı ve ayartıcı mesajlar bunun için. Kongre’de bir taraf Türkiye’nin cezalandırılmasında ısrarcıyken Türkiye’yi kazanmaktan yana olanlar da az değil. Sözgelimi ABD Avrupa Komutanlığı Komutanı Tod Wolters, 25 Şubat’ta Kongre’deki oturumda “Türkiye’nin S400 satın alması ilişkilerimizi etkilemedi; Türkiye bizim için hâlâ son derece güvenilir bir müttefik” ifadelerini kullanmış. IŞİD’e karşı koalisyonun Amerikalı sözcüsü Albay Myles Caggins’in “İdlib terörist gruplar için bir mıknatıs işlevi görüyor. Oradaki gruplar siviller için tehdit teşkil ediyor” sözleri de ABD’nin bölge siyasetinde küçük bir parantez olarak kalıyor. Yani genel olarak Suriye’nin tepesine binen herkesin sırtını sıvazlamaya hazırlar. Erdoğan bunu yapıyorsa ne âla! Bunun için IŞİD artıklarıyla, El Kaide’yle ya da yabancı cihatçılarla ortak hareket edilmesi gerekiyorsa hiç mesele değil. Bu konuda Batı yakasında korkunç bir iki yüzlülük hakim!
2012’de ihtiras patlaması yaşayan Erdoğan ve ekibi, Körfez-Batı blokunun Suriye’yi dağıtması için yanıp tutuşuyordu. BM’den, olmadı NATO’dan, o da olmadı gönüllüler grubunun Suriye’ye müdahalesi için bastırdılar. Amerikalıların yanıtı şuydu: “Bize ‘müdahale edin’ diyorsunuz ama önce siz Türkiye olarak ne yapacağınızı söyleyin?”
O zaman Türkiye’yi sahada ‘vekil güç’ olarak kullanmaya hazırdılar. İşin içinde Rusya yokken bu kolaydı. Türkiye 2012’de yapmaktan imtina ettiği müdahaleyi arkasında kimsenin kalmadığı ve sahanın cihatçılara kaldığı 2020’de yapıyor. Şimdi “Türkiye uğraşsın ama bizi karıştırmasın” tavrı öne çıkıyor.
***
Ruslara dönük diplomasi ayağı da tökezliyor. Erdoğan daha önce Astana’da ortak olduğu Rusya ve İran’ı dengelemek için Almanya ve Fransa’yı yanına alıp Rusya ile dörtlü mekanizma geliştirmişti. İdlib dönemecinde bu mekanizmayı devreye sokmayı denedi. Ancak Putin ikna edilemedi. Henüz Moskova’nın onayı olmadan Erdoğan kalkıp 5 Mart’ta İstanbul’da dörtlü zirvenin olacağını ilan etti. Nihayetinde bunun olmayacağını kendisi duyurmak durumunda kaldı:
“İdlib zirvesi için ‘kesin değil’ desem daha yeridir. Çünkü Sayın Putin ‘Biz bunu ikimiz beraber yapsak daha isabetli olur’ gibi bir teklif getirince, ben dedim ki ‘Bu da olabilir, dörtlü de olabilir. Tarih konusunda hemen hemen mutabık sayılırız, yani 5 Mart itibarıyla.”
Üstelik kesinmiş gibi duyurduğu 5 Mart buluşması da belirsizliğe girdi. Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov dün “Şu anda Putin’in planlarında 5 Mart’ta böyle bir görüşme yer almıyor. Putin’in o gün için farklı planları var” dedi. Ankara’da Rus heyetiyle üçüncü tur görüşmelerin ikinci gününde de bir şey çıkmadı.
İddiaya göre Erdoğan, Rusya ile müzakereye oturan heyete “Ruslar İdlib’in yüzde 60’ı Türkiye’nin olsun teklifini getirseler dahi kabul etmeyeceksiniz. Geri adım atılmayacak” talimatını vermiş. Putin’in neden aniden işinin çıktığı anlaşılıyor.
***
Günlerdir herkes çok kötü şeyler olacak hissiyle bekliyor. Sürenin bitiminde Türkiye ne yapacak derken dün korkulanlar olmaya başladı. Helikopter kaldıramayıp yaralı askerlerini bile karayoluyla getirmeye çalışan Türkiye’nin nereye gittiği aşikâr. Sonuçlarının bu denli sıradanlaştırılması da ürkütücü. Suriye’nin topraklarını Suriye ordusundan geri almak için her bir kasaba ve köy için sonu gelmez savaşlara mı girilecek? Bu savaş kimin savaşı?
https://www.gazeteduvar.com.tr/