İDAMA GİDEN BİR ÜLKÜCÜ’NÜN SON SÖZLERİ: “VATAN SAĞOLSUN”
Efendi BARUTCU 01 Ocak 1970
Bugün 27 Mart 1982 tarihinde 12 Eylül’ün cellâtları tarafından Mamak’ta idam edilen Ülkücü Fikri Arıkan’ın şehadet yıldönümü.
O dönemde idam edilen diğer Ülkücüler gibi idam sehpasına cesaretle yürürken son sözü “Vatan Sağolsun!”
Aynen bugün Yüce Dinimiz İslam için, Bayrak için, Ezan için Türk Devleti’nin bekası, Türk Milleti’nin birliği, Türk Vatanı’nın bütünlüğü için şehit olan vatan evlatlarının ve acılı aile ve yakınlarının söylediği gibi: “Vatan Sağolsun!”
Geliniz Merhum Fikri Arıkan’ın Mamak Cezaevinde idama gitmeden önceki son anlarını 12 Eylül öncesi birçok Ülkücü Teşkilatta üst yöneticilikte bulunmuş ve o tarihte Mamak Cezaevinde A blok tecrit 2’de tutuklu bulunan Değerli Kayınbiraderim M. Sami Uzun Bey’in anlattıklarından dinleyelim:
“Askeri Yönetim, Türkiye’nin dört bir yanında “insan avına” çıkmıştı. Mamak Askeri Cezaevi’nde hücreler ve koğuşlar tıka basa dolmuştu. Beş metrekarelik, tuvalet ve banyonun da içinde bulunduğu iki kişilik hücrelerdeki sayı dörder kişiye çıkmıştı. Askeri yönetim, sağcı ve solcu gençleri yan yana koyuyor, bunu da kamuoyuna “gençleri kaynaştırmak” amacıyla yaptığını açıklıyordu! Ancak, sonuçta bu işlemin de gençleri sindirmek amacıyla yapıldığı belliydi.
Bu hücrelerde kalanlardan biri de Ankara Topraklık sanıklarından Fikri Arıkan’dı. Hücresi, A Blok Tecrit 2 Arka Bölüm 9 numarada bulunuyordu. Fikri Arıkan’ın durumu diğer arkadaşlarından farklıydı. Yargı süreci sona ermişti. İdam cezasına çarptırılmış, infaz gününü bekliyordu. Arıkan’ın, Danışma Meclisi’ne gönderilen idam cezası onaylandı. Onay yazısı da bir kaç gün içinde infaz için Mamak Askeri Cezaevi Komutanlığı’na ulaştı.
Askerler, Fikri’yi kaldığı hücreden almak için geldiler. Yeri değiştirilecekti… İdam hücresine götürülecekti. Orası, kaldığı yerden çok farklıydı. Mamak’taki “idam hücreleri” tek kişilikti. İçinde elektriği yoktu. Hükümlünün intihar etmesini önlemek için her türlü tedbir alınmıştı.
Bu hücrelerin bütün duvarları deri ile kaplıydı. Askerler, “gidiyoruz” dediler. Fikri, idama gittiğini anlamıştı. Hiç direnmedi. Zaten direnmesinin anlamı da yoktu. “Olur” cevabını verdi: – Biliyorum, vakit doldu. Beni idam edeceksiniz. Ancak, izin verin de arkadaşlarımla son olarak görüşeyim. Onlarla helalleşelim, daha sonra gidelim. Askerler, bu talebi kabul ettiler. Fikri, hücreleri birer birer dolaştı. “Helalleşmeye” Sami Uzun’un kaldığı 19 numaralı hücreden başladı.
Elini, hücrenin demir parmaklıklarından içeri uzattı: – Kardeşim hakkını helal et. Sami Uzun, alabildiğine karışık duygular içindeydi ve ne diyeceğini şaşırmış durumdaydı. Arkadaşını, gözlerinin önünde idama götürüyorlardı. Üstelik çaresizdi ve elinden gelen hiç bir şey yoktu. Bir an “idama giden insana ne söylenir?” diye düşündü. Söyleyecek söz bulamadı. Bir-iki saniye sonra, aklına gelen cümle dudaklarından döküldü: – Vatan sağolsun! Fikri buz gibiydi. Acaba O ne düşünüyordu? Ancak, bunu anlamak mümkün değildi. Çünkü yüzünde hiç bir ifade belirmesi yoktu. Sadece elini uzattı, arkadaşı ile tokalaştı. Tek bir kelime etmedi. Ardından askerlerle birlikte hücrenin önünden ayrıldı. Üç-dört adım attıktan sonra, tekrar döndü. Sami Uzun’un yüzüne bakıp, bir şeyler söylemek istedi. Ancak, olmadı, kelimeler boğazına takıldı. Sami Uzun, sadece Fikri’nin yutkunduğunu gördü. Döndü ve uzaklaştı… Fikri Arıkan, bütün hücreleri birer birer gezdi. İbrahim Çiftçi, Muhtar Sezai Durmaz, İsmail İhtiyar ve diğer bütün arkadaşlarının elini sıktı. Her birinde aynı sahneler yaşandı. Onlardan da haklarının helal etmelerini istedi. En son da hücre arkadaşı olan Turan Demirkıran’la kucaklaştı. Sadece orada konuşup, “Bütün arkadaşlarıma söyle” dedi: – ONLARDAN TEK BİR İSTEĞİM VAR. EĞER BURADAN ÇIKARLARSA MEZARIMIN BAŞINA GELİP BENİ ZİYARET ETSİNLER. BİR FATİHA OKUSUNLAR, O BANA YETER.
A Blok Tecrit 2 Arka Bölüm’de, ölüm sessizliği vardı. Fikri Arıkan idama giderken, bütün ülkücüler demir parmaklıklara yapışmıştı. Buğulu gözlerle, O’nun koridordan çıkışını izlediler.
Fikri, o geceyi “idam hücresinde” geçirdi… 27 Mart 1982’de idam edildi. Olay, ertesi günü gazetelerde tek sütunluk küçücük bir haber olarak yer aldı. Askeri yönetim, idam cezalarının infazında alabildiğine ısrarlıydı. Nitekim Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan Evren, 3 Ekim 1984’te Muş’ta yaptığı bir konuşmada “Hainleri asmayıp da besleyecek miyiz?” diyordu. Arıkan’ın idamı, bir asker tarafından hücrelerde bulunan gençlere tebliğ edildi.
Fikri idama giderken O’na “vatan sağolsun” diyen Sami Uzun’da 3 solcu genç ile birlikte aynı hücrede kalıyordu. Görevli asker, Sami Uzun yerine Dev-Yol Davası sanıklarından Metin Bakkalcı ile konuşmayı tercih etti. Aslında “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” demek istiyordu. Mesajı direk olarak Sami Uzun’a aktarsa, başı belaya girebilirdi. Ülke çok kritik günler içindeydi. Asker de sıkıntıya düşmemek için kendince tedbir alıyordu.
“Soğukkanlıydı” dedi: – Yüzünde heyecan ya da korku belirtisi yoktu. Kendisine son isteği sorulduğunda “vatan sağolsun” cevabını verdi. Mesaj, bir gün önce Fikri Arıkan’ı “Vatan sağolsun” diyerek idama uğurlayan Sami Uzun’a ulaşmıştı.
ÜLKÜ OCAKLARI GENEL BAŞKANI SİNAN ATEŞ: GENÇ KARDEŞLERİME EVLERİNDE OTURARAK AİLELERİ İLE VAKİT GEÇİRMELERİNİ TAVSİYE EDİYORUM #EVİNDEKALTÜRKİYE
O günlerde, Mamak Askeri Cezaevi’nde herkese “Atatürkçülük eğitimi” veriliyordu. Atatürk’ün Gençliğe Hitabı söyletiliyor, “Atatürk Kimdir?” başlıklı 10 maddelik bir metin ezberletiliyordu. Ayrıca, her gün “Nutuk”‘tan bir bölüm okutuluyordu. Hücredeki gençlerden biri ayağa kalkıp koridora doğru dönüyor, yüksek sesle okumaya başlıyordu. Demir parmaklıklı hücrelerde kapı bulunmadığı ve tamamı aynı koridora açıldığı için, herkes okunan bölümü rahatlıkla duyabiliyordu. İdamdan 2 gün sonra sıra Sami Uzun’a gelmişti… Sami Uzun, Başkent Akademi mezunuydu. Yıllarca Ülkücü kuruluşların “yönetici” kademelerinde görev yapmıştı. İyi eğitim almış ve Nutuk’u daha önce de birkaç defa okuyan bir isimdi. Nutuk’taki Yahya Kaptan hadisesini, kendi durumlarına çok benzetiyordu.
Nutuk’tan Yahya Kaptan’la ilgili olan bölümü açtı… Yüksek sesle okumaya başladı: Yahya Kaptan, bir Türk Kuva-yi Milliye kahramanıydı. Çeşitli cephelerde çetecilik faaliyeti yapmıştı. Bulgarlara karşı savaşmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda, Enver Paşa’nın organize ettiği Teşkilat-ı Mahsusaya girmişti. Sırbistan ve Irak cephelerinde etkili sabotaj olayları gerçekleştirmişti. Yine Enver Paşa’nın yanında, Kafkasya’da Anadolu’nun kurtuluşu çalışmalarına katılmıştı.
Yahya Kaptan, Anadolu’nun işgali üzerinde Tavşancıl’a (Gebze yakınlarında bir tren istasyonu) geldi. Buradan, Milli Mücadele’yi başlatan Mustafa Kemal Paşa’ya bağlılık telgrafı çekti. Milli Mücadele’ye katıldı. Rum çetecilere karşı mücadele etti. Nihayet, bölgesinde Milli Mücadele lideri oldu. Bir süre sonra da İstanbul Hükümeti tarafından ölüme mahkûm edildi. İstanbul Hükümeti’ne bağlı Kuva-yi İnzibatiye askerleri ve jandarmaları tarafından yakalandı ve hüküm infaz edildi.
Sami Uzun, Nutuk’ta bu bölümü anlatan ifadeleri okuduktan sonra, sıra Mustafa Kemal Paşa’nın, Yahya Kaptan’ın şehit edilmesi üzerine İstanbul Hükümeti’ne çektiği telgrafa geldi. O telgrafı, ses tonunu daha da yükselterek okudu: “O’na, o emri ben vermiştim. Yahya Kaptan’ın ölümünden İstanbul Hükümeti sorumludur. Bunun hesabı da İstanbul Hükümeti’nden sorulacaktır.” Bağırarak okunan bu bölüm, herkesin dikkatini çekmişti. Sami Uzun, telgrafın altındaki “Mustafa Kemal” ifadesini ise, duyulmayacak bir ses tonuyla söyledi. Mesajını vermişti. “Arz ederim” diyerek okumasını bitirdi.
Mamak Askeri Cezaevi’ndeki askerler şaşkındılar. Ne olduğunu anlayamamışlardı. Nutuk bittiğinde, nöbetçi asker 19 numaralı hücreye doğru koşmaya başladı: – Ne okuyorsun lan sen? – Nutuk’tan bir parça komutanım. – Nasıl Nutuk lan o? Mamak’ta, gençler öylesine aşağılanıyorlardı ki, bütün tutuklu ve hükümlülerin adı “lan”dı. Askerlerin herkese “lan” deme mecburiyeti vardı. Er ve erbaş bütün askerlere “komutanım” dedirtilmesi de, manevi işkencenin ulaştığı boyutları göstermek açısından son derece önemliydi..
Nöbetçi er, inanmamıştı. Sami Uzun’un elinden hışımla kitabı çekip aldı. Önce kapağına baktı. “Nutuk” gerçekten Nutuk’tu! Okunan bölüm de tıpatıp aynıydı. Kitabı evirip çevirdi. Hiç bir şey anlayamadı. Hemen koşarak Tecrit sorumlusu sol örgüt üyesi Avni’nin yanına gitti: – Al bak bakalım lan, bu bizim Nutuk mu? Avni güldü: – Bu Nutuk, bizim Nutuk. Ama Sami Uzun’un okuduğu nutuk başka nutuk! Nöbetçi er, üzerindeki şaşkınlığı atamamıştı. O an bile tam olarak ne olduğunu anlayamamıştı. Kitaba el koydu ve incelemek üzere komutanlara götürdü. İncelenmeye giden kitap, bir daha geri dönmedi.
Yaşanan bu olaydan sonra, Mamak Askeri Cezaevi’nin o bölümünde Atatürk’ün Nutku okunmadı. Olay, 19 numaralı hücrede kalan sol görüşlü gençlerin telaşlanmalarına yol açtı. Çünkü, askeri yönetimin, bu hadise karşısında sessiz kalması mümkün değildi. Çok kısa süre içinde bir şeyler olacağı belliydi. Büyük bir ceza gelecekti ve bu ceza herkese yönelik olacaktı. 19 numaralı hücredekiler topun ağzındaydılar.
Metin Bakkalcı, telaş içinde Sami Uzun’a döndü: – Bu yaptığının bedelinin ne olduğunu biliyor musun? Sami Uzun güldü, cevabı ise netti: – Biz bedelini ödeyemeyeceğimiz hiç bir iş yapmayız. Akşam olduğunda “Tecrit mangası” sayım için içeri girdi. Bütün hücrelerin demir parmaklıklı kapıları ardına kadar açıldı. İçlerindeki tutuklu ve hükümlüler de her zaman olduğu gibi yataklarına doğru döndüler ve hazırola geçip, başlarını tavana diktiler. Tecrit mangasının tanınmaması gerekiyordu. O yüzden de her sayımda başlar yukarı kalkıp, gözler tavana odaklanıyordu.
“Başla” komutuyla birlikte hep bir ağızdan Atatürk’ün Gençliğe Hitabı okunmaya başlandı. Daha yarıya bile gelinmemişti ki, düdük sesiyle herkes sustu. Manga komutanı bağırdı: – 19 numaralı hücredekiler, sesiniz niye az çıkıyor lan? Oysa, tam tersi oluyordu. Gündüz yaşanan olaylardan dolayı, 19 numaralı hücredeki herkes var gücüyle bağırıyordu. Manga komutanı “Sola dön” komutunu verdi: – Üç adım ileri, marş. En önde Sami Uzun, bütün hücre sakinleri verilen emri yerine getirdiler. Üç adım atıldığında, neredeyse koridorun ortasına gelinmişti. Ardından beklenen komut gecikmedi: – Sağ elini uzat. Sağ eller uzandı. Coplar havada uçuşuyordu. 19 numaralı hücrede kalanların sağ ellerine sayılamayacak kadar cop darbesi indi. Bir süre sonra komut değişti: – Sol elini uzat. Bu defa da sol eller havaya kalktı. Yine coplar havada uçuştu. 19 numaralı hücre sakinleri günlerce ellerini kullanamadılar. Bedel ödenmişti!”
Geliniz başta Fikri Arıkan olmak üzere bütün şehitlerimizin ruhları için bir Fatiha okuyalım! Ruhları şad makamları cennet olsun.