Bütüncül bir salgınla savaşım stratejimiz yok
Aydın Selcen 01 Ocak 1970
Beştepe’de VIP Cuma namazına davet üzerine katılanlarla, gasilhanelerde omuz omuza saf tutarak yakınlarının cenaze namazlarını kılıp, camiye uğramadan alelacele kabristanlara gidenler aynı gemide mi? Bir telefonla damacana suyu evime getiren dağıtımcıyla, ben aynı gemide miyim?
Uzun masanın ucunda, en yakınındaki yetkiliye üç metre sağlık aralığı bırakarak oturmuş cumhurbaşkanı. Sözkonusu sair mutad zevat, ki çekirdek yönetici ekip eni konu dört kişi, ise diz dize sıkışmışlar. Ekranda Dışişleri Bakanı var. “Yerimiz dar” diyor güleç çehresiyle. Cumhurbaşkanı da “ha, sen yeni bina istiyorsun” diye latife yaparak, gülüyor. Biz yönetilenlerle bu sahne özellikle paylaşılıyor. Herhalde amaçlanan “ne güzel aile ortamı” dememiz ve çayımızdan bir yudum alıp “aziz Allah” diye iç geçirmemiz, bilemiyorum.
Yine herhalde hava yolu şirketlerine destek amaçlı KDV indiriminin, Covid-19 küresel salgınıyla yerel mücadele kapsamında “önlem” kabilinden açıklanmasının ardından uçak yolculuğu yasaklanıyor. Diğer yanda, Kanal İstanbul için tarihi taşköprü taşıma ihalesi yapılıyor. Heyet, plastik eldivenli ve maskeli. Ardından Ulaştırma Bakanı görevden alınıyor. Bir kere daha bilemiyoruz, sözkonusu tasarruf da salgınla mücadele kapsamında mı?
Bu bağlamda görev paylaşımı yapılmış. Örnekse Sağlık Bakanlığı 65 yaş üzerindekilerin evlerinden çıkmalarını yasaklıyor. İçişleri Bakanlığı da sahillerde yürüyüş yapmayı ve balık tutmayı. Diyanet İşleri Başkanlığı’na terettüp eden vazife ise yatsı ezanının ardından şerefelerden sela ve korona duası okutmak. Yöntemin işe yararlığının daha önce sınırötesi harekâtlarda ve darbe girişimin savuşturulmasında kanıtlanmış olduğu düşünülüyor olsa gerek. Belki ülke sathında tüm din görevlilerinin sağlık çalışanlarına destek vermesi sağlansa daha somut sonuç elde edinilebilirdi.
Sorgulayamıyoruz. Küresel salgın dahi merkezi yönetimin CHP tarafından kazanılan büyükşehir belediyeleriyle işbirliğine gitmesi bir yana sadece iletişime geçmesini dahi sağlayamıyor. HDP’nin belediyelerine kayyım atanmasına ise zaten hız kesmeden devam edildiği gibi, TBMM’de temsil edilen partilere çıkarılacak af konusunda bilgi verilip, destek aranırken HDP her zamanki gibi yok sayılıyor. İstanbul’un, ABD’de New York gibi kendiliğinden ülkemizin korona merkezi olacağı belliyken, Ekrem İmamoğlu’nun sahra hastaneleri kurmak ve kapatılan Atatürk Havalimanı’nı bu yönde kullanıma açmak gibi en sade ve akla yatkın önerileri bile duyulmuyor. Onun yerine kendilerince bir iktidar ve halkla ilişkiler mücadelesi adına valilik üzerinden devreye giriliyor.
Konuştuğum bankacı gibi beyaz yakalılar da, üretim zincirlerinde yöneticilik görevi yapan, kendi işletmesi olan tanıdıklarım da işlerine gidip gelmek zorunda olduklarını söylüyor. İnşaatlar başta, normal koşullarda dahi sağlıkları fakirlikten ve denetimsizlikten ötürü risk altında olan işçiler de çalıştırılıyor. Bakınız, başka benzerleri de vardır ama şurada söylemek istediğimi açlıktan öleceğine, hastalıktan ölmeyi yeğlediğini aktaran bir kamyon şoförü gayet açık seçik anlatmış. Anayasamızda yazdığı gibi sosyal devletsek, devletin halka “siz sağlığınızı koruyun, hayatınızı sakının, gerisini merak etmeyin, biz size bu badireyi atlatıncaya dek bakarız” diyebilmesi gerekmez miydi?
Böylece ayrışıyoruz dünyadan. Ne Japonya, Kore gibi yaygın tarama ve disiplinle, ne Batı Avrupa gibi sokağa çıkma yasakları ve tam yalıtımla değil derme çatma, karman çorman bir sözde önlemler demetiyle, tevekkül telkin edip, gayriciddi bir tavır takınarak ayrışıyoruz. Aklımız dezenfektan üretip, satarak fırsattan istifade bir voli vurmakta. Üzerimize gelen dev dalganın ayırdında değiliz. Dolayısıyla, Covid-19 sonrası dünyada toplumsal mesafelenmenin kalıcılığı, dijitalleşme dönüşümünün derinleşip yaygınlaşacak oluşu, otoriter ve popülist liderlerin devletin, kamunun geri geliyor olmasını kendilerine yontacakları gibi temel konular üzerinde düşünüp, yazamıyoruz.
Beştepe’de VIP Cuma namazına davet üzerine katılanlarla, gasilhanelerde omuz omuza saf tutarak yakınlarının cenaze namazlarını kılıp, camiye uğramadan alelacele kabristanlara gidenler aynı gemide mi? Bir telefonla damacana suyu evime getiren dağıtımcıyla, ben aynı gemide miyim? Bunları geçtim, girizgâhta takdim ettiğim mutad saray zevatıyla, Sağlık Bakanı’nın kendi ve Bilim Kurulu aynı geminin köprüüstüyle, makine dairesi mi? Adına istediğiniz kadar terörizm, casusluk ne derseniz deyiniz hepimizin siyasal rehine olduklarını bildiğimiz Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala başta tüm tutuklu siyasetçi, gazeteci, sivil toplumcular da değil yurttaş insan yerine konulmuyor maalesef. Havanda su dövüyoruz, çok yazık oluyor. Bari gözbebeğimiz hekimlerimizi, sağlık çalışanlarımızı koruyabilsek.