« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Ara

2008

H A S A N B A S R İ Ç A N T A Y (1887 Balıkesir – 1964 İstanbul) /Yusuf AKGÜL

01 Ocak 1970

 Büyük fikir ve aksiyon adamı, mutasavvıf, din âlimi, Türk- İslam düşünürü, yazar, şâir, tercümeci, araştırmacı, gazeteci, Türk dili ve edebiyatı sevdâlısı, Millî mücâdele kahramanı, Kuvâ-yi milliyeci, teşkilatçı, halk önderi, 1. Dönem milletvekili, bilge insan, M. Akif Ersoy’un gönül dostu, çağımızın alp erenlerinden üstat Hasan Basri Çantay; Balıkesir toprağı ve kültürünün yetiştirdiği örnek şahsiyetlerinden birisi ve hattâ en önemlisidir.
8 Kasım 1887’de Balıkesir’de doğan ve 3 Aralık 1964’te İstanbul’da vefât eden Hasan Basri Çantay’ın 77 yıllık hayat mâcerası, tâ gençlik yıllarından itibâren millet, memleket ve inanç davası yolunda çilelerle, mücâdelelerle geçmiştir.

Tahsil Hayatı ve Kendini Yetiştirmesi
Babası Çantay oğullarından Halil Cenabi Efendi, annesi Kepsutlu Sincanlı ailesinden Hatice Hanımdı. Ailesinin tek erkek çocuğudur. İlk tahsilini aile ocağından alır. Arap Hoca’dan ders aldıktan sonra ilkokula verilir. Balıkesir İdadisi 4.sınıfta iken babasının ölümü üzerine öğrenimini yarıda keserek, annesi ve kız kardeşlerine bakmak için memuriyet hayatına atılmak zorunda kalır.
Önce Bayındırlık (Nafia) dairesinde, daha sonra Valilik yazı işlerinde çalışırken, bir yandan öğrenimine devam etmiş, bir yandan da edebiyat ve felsefeyle meşgul olmuş, vakit buldukça makâleler yazıp tercümeler yapmıştır. Bu arada Arapça ile Farsça öğrenmiş, mâliye ve iktisat dersleri almıştır.

Basın Hayatı ve Gazeteciliği
Hasan Basri Çantay, Meşrutiyetin ilk yıllarında “Nasihat” adlı gazeteyi çıkararak basın hayatına başlar. Peş peşe çıkardığı “Balıkesir”, “Yıldırım”, “Karesi” ve son olarak da “Ses” gazetesiyle ülkemizin işgal edildiği, kimselerin sesini çıkaramadığı, işgal güçlerinin cirit attığı Kurtuluş Savaşı öncesi o karanlık yıllarda üzerine düşeni yaparak büyük yankılar uyandırmıştı.

SES Gazetesi ve Milletin Yükselen Sesi;
Bu çâresizlik ve ümitsizlik ortamı içinde Hasan Basri Çantay’ ın çıkardığı Ses adlı gazete, milletimize ümit ve heyecan kaynağı olmuştur. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı o karanlık günlerde, 17 Ekim 1918 – 13 Mart 1919 tarihleri arasında 22 sayı olarak neşredilen Ses Gazetesi Balıkesirlilerin ve Türk Milleti’nin gür sesi ve haklı gururu idi. Ses Gazetesinin ilk sayısında M. Akif Ersoy’un şu dörtlüğü yer alıyordu.
“Düşman sesi duymak istemezsen
Kardeş sesidir uyan bu Ses’ten.
Kalkınca görür ki akşam olmuş
Vaktiyle uyanmayan bu sesten…”

TAKİP EDİLİŞİ ve KAÇAKLIK GÜNLERİ
zmir’in işgâli ile başlayan Batı’daki Milli Mücâdele
gayretleri sırasında İzmir Kongresine katılacak delegeler arasına seçilen Hasan Basri Bey, tâkip edildiğini anlayınca Manisa’da inerek bir sonraki trenle gitti. Böylece 9 aylık kaçaklık dönemi başlamıştı. Köy köy, kasaba kasaba dolaştı. Her gittiği yerde milli birlik ve vatan savunması şuuru uyandırmaya çalışıyordu. Kısa sürede başarılı hizmetler yaptı.
Sivas Kongresi’ne delege seçildiği halde katılamadı. Türkiye çapında kongreler yapılırken, Balıkesir’de de 4 kongre toplanmıştı. Hasan Basri Çantay da Kuvaa-yi Milliye çalışmalarına katılmak ve yardımcı olmak üzere Balıkesir’e döndü.
Gazi Mustafa Kemal’in Ankara’ya geldiği gün, o da Balıkesir’e gelmiş, böylece sürgün ve kaçaklık dönemi sona ermişti. Şehirde gayri müslim azınlık temsilcisi kalmadığı için takip edilme endişesi yoktu. Artık bütünüyle kendini Milli Mücadeleye adayabilecekti.

KARESİ MEBUSU HASAN BASRİ BEY
Millet Meclisi’ne Karesi milletvekili olarak seçildi Balıkesir’in diğer milletvekilleri ise Abdulgafur Efendi Hacim Muhittin Bey, İbrâhim Bey, Kâzım Bey ve Mehmet Vehbi Bolak’tı. Ankara’da Mehmet Âkif Ersoy ile kiraladıkları bir evde 3 yıl birlikte kaldılar. Bu süre içinde İstiklâl Marşı’nın da yazıldığı Tâceddin Dergâhı, Hasan Basri Bey için bir ilham ve hizmet mekânı oldu.

HASAN BASRİ ve MEHMET ÂKİF
1908 yılında Sırat-ı Müstakim dergisinin idârehânesinde başlayan Hasan Basri – Mehmet Âkif dostluğu, Ankara’daki yıllarında da artarak devam etmiş, fikir birliktelikleri, ortak zevk ve heyecanları bir noktada örtüşmüştür.
Bu arada Hasan Basri Bey’in ricâsıyla Balıkesir’e gelen M. Âkif burasını çok sevmiş, milli mücâdeledeki ziyâretleri ve yaptığı konuşmalarla Balıkesirlilerin yanında olmuştur.
Ünlü “Bülbül” şiirini Hasan Basri Çantay’a ithâf eden M. Âkif Ersoy, İstiklâl Marşımızı onun ricasıyla yazmış, milletimize bir millî marş kazandırmıştı. Hasan Basri Çantay, İstiklâl Marşı’na bir de beste yapmıştır.

ANKARA’DAN BALIKESİR’E
Cumhuriyetin ilânıyla birlikte Hasan Basri Çantay, Balıkesir’e dönerek asıl mesleği olan edebiyat öğretmenliğine başladı. Aynı zamanda Balıkesir’deki ilk özel okul olan Şehit Çocukları Yurdu’nun müdürlüğünü yürütüyordu. ”Zafer-i Millî” gazetesinde bu dönemde değerli yazılar yazdı.

VE EMEKLİLİK…
Uzun mücâdeleler ve yoğun çalışmalar içinde geçen bir hayâtın ardından yıpranan ve zihin yorgunluğu hastalığına yakalanan Hasan Basri Çantay, bundan sonra kendini tamâmen ilmî çalışmalara verirken, İstanbul İmam Hatip Okulu’nda da derslere girdi.

HASAN BASRİ ÇANTAY’IN VEFÂTI
Balıkesir eski müftüsü Mehmet Emre Hocaefendi, Hasan Basri Çantay’ın vefâtını şu cümlelerle anlatıyor:
“1964 yılının Aralık ayının 3. Perşembe günü Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Cenâze yıkanırken başında bulunuyordum. Nurâni yüzlü, hayatındaki gibi güzel ve pırıl pırıldı. Teslimiyet ve rıza anlayışının eseri simâsında müşâhede ediliyordu.
Cuma günü, Fatih Cami ve etrafı görülmemiş bir kalabalık halinde tabutunun önünde dini vazife ifa edilmiş ve Edirnekapı Mezarlığı’na doğru yolculuk başlamıştı. Sevenlerinin gözlerinden akan yaşlar yağmur damlalarıyla karışmış, tabutu son durağına doğru yol alıyordu.
Hayatta iken çok sevdiği M. Âkif Ersoy’un kabrinin yakınında açılan kabre defnedilmişti. Ruhu Şen, kabri gülşen olsun…”
Hasan Basri Çantay hakkında Balıkesir’de en son çalışma yapan emekli öğretmen Maruf Çaksu Hoca’da, onun cenâzesiyle ilgili şu bilgiyi aktarıyor:
“1971 yılında, toprağa verildiği yerden çevre yolu geçtiği için, mezârının yeri değiştirildi. Kabrini açanlar, kefenin çamurlu, fakat aziz vücudunun 7 yıl önce konulduğu gibi tertemiz ve sapasağlam olduğunu gördüler…”

Yayınlanmış Eserleri ve Kitapları
1-Kur’an-ı Hâkim ve Meâl-i Kerim
2-Kırk Hadis ve Meâlleri
3-Fıkh-ı Ekler
4-Zekâ Demetleri
5-Ülkü Edebiyâtı
6-Kara Günler ve İbret Levhaları
7-Âkifnâme
8-Mektepli Yavrularıma
9-Müslümanlıkta Himaye-i Etfal
10-Şiirleri (Babamın Şiirleri, Mürşit Çantay)
11-Makaleleri

Basılmamış Çalışmaları
1-Huccetullahi Bâliga
2-Şifâ-i Şerif
3-Türk Savları (Atasözleri)
4-Ticarî İkrar
5-Kalendernâme
6-İslâm’da Cihad ve İman
7-Dokuz Derste Arapça ve Farsça
8-Edebi Kaideler
9-Maneviyat-ı Askeriye Dersleri
10-İstimlâk
11-Divan-ı Lügat’ i Türk Tercümesi
12-Mektup Temsilleri


MİLLİ MÜCADELEDE HASAN BASRİ ÇANTAY
Hasan Basri ÇANTAY, Milli Mücadele öncesi dönemi, Kara Günler ve İbret Levhaları adlı eserinde, oğlu Mürşit Çantay’a şu cümlelerle anlatıyor:
“Oğlum!.. Târihte okumuşsunuzdur. Biz, Birinci Dünya Savaşından yenilerek çıkmıştık. Memleketin her yanında büyük bir ümitsizlik vardı. İstanbul ve bir çok şehirlerimiz, ecnebîlerin boyunduruğu altında idi ve bu hal gitgide diğer şehirlerimizi de sarmak üzere idi. Gazeteler sansür altındaydı… İstanbul’daki Mebuslar Meclisinde bulunan Amonoloidi gibi Rum mebuslar ve diğer Ermeni vatandaşlar, açıktan açığa Türk’e hakaret ediyorlardı. İftiralar sayısızdı. Memleketin ileri gelen adamları hayatlarından emîn değildi.
Türkiye’de, hele Balıkesir’de eşkıyâlık o kadar ilerlemişti ki, biz bağlarımıza, tarlalarımıza bile gidemiyorduk Köyler, kasabalar basılıyor, Türk ağaları en feci işkencelerle öldürülüyordu.
Herkes ümitsizlikle susmuş, gık diyemiyordu. Ben o kara günlerde Balıkesir’de SES adında bir gazete çıkaracaktım. Türk’ün çiğnenen haklarını müdâfaa edecektim. Birçok arkadaşlarımın:
-“Canım, senin bir gazeten mi bu dünyayı düzeltecek? Başına felâket açacaksın, vazgeç, yapma, etme! “demelerine rağmen 17 Ekim 1918 târihine rastlayan Perşembe günü ilk nüshasını çıkardım ve memleketin her yanına gönderdim.
SES’ in ta başında, Mehmet Âkif (Ersoy) Bey’in özel olarak yazıp yolladığı şu akıcı ve etkileyeci mısraları vardı:
“Düşman sesi duymak istemezsen,
Kardeş sesidir uyan bu sesten!
Kalkınca görür ki akşam olmuş
Vaktiyle uyanmayan bu sesten…”
Zaman oldu, Türk’e hakaret eden istilâcıların aleyhinde mecburî müdâfaa yazıları yazdım. Vakit oldu, Rum ve Ermeni vatandaşlarla karşılıklı kavgalar ettim. Hele eşkıyâ hakkındaki birçok yazılarım çok şiddetli idi.
Halk tamâmen ümitsizdi. Onlara ümit vermek lâzımdı. “İstanbul Mektupları “adıyla yazılar neşrediyordum. Eşref Edip Bey tarafından yazılan bu mektuplar , muhitte çok güzel tesirler yapıyordu. Bu millet ölmeyecekti.
Kara günlerimizde de hâlâ vurgunlarla, hâlâ yağmalarla meşgul adamlar vardı. Onları fırsat buldukça hırpalamaktan ayrılmadım.
Herkesi “İttifak-ı Mukaddes”e, “Milli Hareket”e çağırıyordum.
Mondros Mütârekesinin yapıldığı devirdeyiz. Yer yer de tutuklamalar başladı.Gayri müslim vatandaşlar şımardıkça şımardılar. Yazıyorlardı, yazıyordum ve gazetem SES, Türkiye’nin en gizli köşelerine kadar sokuluyor, okunuyordu.
Bir gün Balıkesir’deki gayri müslim vatandaşlarımızdan iki kişi ile beni sevmeyen bir vurguncunun aleyhimde şikâyet etmek üzere İstanbul’a gittiklerini, oradaki ecnebi temsilci ile Damat Ferit Hükûmetine jurnal ettiklerini işittim. Kendimce bazı tedbirler aldım.”

KAÇAKLIK GÜNLERİ BAŞLIYOR
15 Mart l9l9 tarihine rastlayan Cumartesi günü, Redd-i İlhak Cemiyetinin ilk kongresinin toplanacağı İzmir’e gidilecektir. Balıkesir Temsil Heyeti’nde H.Basri Çantay ile birlikte Müftü Kodanazzade Hacı Ahmet Efendi, Maarif Müdürü Sabri Sözen Bey, Emekli Albay Rıza Bey, Zarbalızade Hulusi Bey, Belediye ve Ticaret Odası Reisi Keçecizade Hafız Mehmet Emin Bey ve diğer üyeler bulunmaktadır.
Ses Gazetesindeki yazıları ve Damat Ferit Hükümetine jurnallenmesi sebebiyle H.Basri Çantay hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştır.
Balıkesir Garından trene binerlerken, bir Ermeni vatandaş tarafından takip edildiği görülür. Vatandaş Bandırma treninden çıkmıştır. Sonradan öğrenildiğine göre, bu adam Adanalıdır ve H. Basri’yi takip etmekle görevlidir. Tedbir olarak Keçecizade’yle birlikte Manisa’da trenden inen H.Basri, sonraki trenle yoluna devam eder. Böylece takibi atlatmıştır.
H.Basri Çantay, Redd-i İlhak Cemiyetinin toplantısı için iyi bir hazırlık yapmıştır. Bunu, kendi ifadesiyle şöyle anlatmaktadır:
“Kompartımanda benim de bir bavulum vardı. Balıkesir’e ait evrak ve belgelerle ile dolu idi. Bu belgelere dayanarak rapor hazırlayıp kongreye takdîm edecektim. Bu memleketin Türk olduğunu isbâta çalışacaktım! Çünkü Venizelos , İzmir ve havâlisinin (Yani bütün Karesi livâsı ile Bursa’nın batısının ve Menteşe livâsının batı ve güney kısımlarının) Yunanlı olduğunu, buralarda Rumların çoğunlukta bulunduklarını utanmadan iddiâ ediyordu!”
16 Mart (l9l9) sabahı İzmir’de arkadaşlarıyla buluşur. Muhtemel bir tehlikeye karşı tedbirlidir. Tutuklanması an meselesedir. Toplantı 17 Mart, yani ertesi gündür. O gün Balıkesir’den bir şifre geldiğini ve tebliğ edileceğini, yani yakalanacağını öğrenir. İzmir’den uzaklaşmak zorundadır. Kongreye katılmak risk demektir. İçi evrak ve belge dolu bavulunu Sabri Bey’e teslim ederek, 9 ay sürecek bir maceraya adım atar.
Mehmet Cavit Bey Balıkesir’den gelmiş ve bütün bu bilgileri getirmiştir. Onunla birlikte Karşıyaka’ya geçerler. Hedef Burhaniye Pelitköy’e ulaşmaktır. H. Basri Çantay gözlüklerini çıkaracak, adı Salim olacak ve öğretmen olarak bilinecektir.
Karşıyaka’da, Arap Ali adlı bir arabacıyla Bergama’ya kadar gitmek üzere pazarlık yapılıp yola çıkılır. Artık adı Salim’dir ve öğretmendir. Önce Aliağa Çiftliği, ardından Menemen (18 Mart). Güzelhisar Çayı’nı geçtikten sonra Reşadiye, bir başka vasıta ile Bergama... Bergama’ da bir çiftlikte misafir edilir. Mehmet Cavit Bey’le buluşurlar. İzmir Redd-i İlhak Kongresi sona ermiştir.
26 Mart… Hayvanlara binerek Kozak Nahiyesine, oradan Bağyüzü’ne gelirler. H. Basri Çantay, burada fıstık tüccarıdır. Ticaret için gezmektedir. . Burada, Ses Gazetesenin Ayvalık muhabiri Sansür Ali Bey ile buluşurlar. Sansür Ali Bey Ayvalık’ta 24 Şubat 1919’da gelişen olayları Ses gazetesine göndermişti. Önemi bakımından bu mektubu burada zikretmeliyiz: Sansür Ali Bey’ in Mektubu:
“Ayvalıklı gayri müslimlerin çoktandır büyük bir sabırla bekledikleri Yunan Kızıl Haç heyeti, Pazartesi günü bir Yunan torpidosuyla Ayvalık Limanı’na geldi. Torpido boğazdan görülür görülmez, evvelâ il genel meclisi üyelerinden Vasilâki’nin fabrikası sirenlerini çalmaya başladı. Nihâyet bütün fabrika düdükleri ile kilise çanları da buna iştirak ettiler.
Kasabadaki genel hava ve hareketlilik görülmeye değerdi…
Vatandaşlarımız: “Zito Yunanistan!. Zito Venizelos!” naralarını atarak sâhile koşuyorlar, Müslümanların feslerini yırtıyorlar, her türlü hakaretleri pek mübah görüyorlardı. Bazıları elbisesiyle kendini denize atarak, torpidoyu öpüyordu! Belediye civârına, gazinolar arasına, köprü başına güyâ ilhak işareti olmak üzere büyük Yunan bandıraları asılmıştı. Heyet, bu cinnet geçirmiş kalabalık arasından ilerlediği zaman metropolithaneye ( kilise) de gidilerek nümâyişler yapıldı.Kızıl Haç heyeti ile birlikte kaymakam Mösyö Şimit de bulunuyordu.
Bu heyette evvelce Osmanlı ordusundan kaçmış ve mahkûm olmuş Ayvalıklı doktor Mihalâki ile çok önceleri Ayvalık’tan alâkasını keserek Yunanistan’a gitmiş olan eczacı Zaferâki de gözlere çarpıyordu.
Kızıl Haç, Ayvalık’ta güyâ sıhhi ve insânî hizmetler ifâ edecekti. Halbuki Ayvalık’ta, Osmanlı Hükûmetinin kâfî miktarda doktorları, sağlık teşkîlât mevcut olduğu gibi, hastalık nâmına da hiçbir şey yoktu. Bu heyet elbette siyâsî bir emel ile gelmişti. Kendilerini muhafaza etmek üzere de Ayvalıklılardan maiyetlerinde silâhlı yirmi kadar asker bulunduruyordu. Mösyö Şimit kendisinin Ayvalık’tan yapılan şikâyetleri tetkik için geldiğini söylemiş, civar kazâlardaki eşrâfının tamâmen celbini kaymakamlıktan istemiştir!
Bergama’dan bir heyet geldi. Gerek bunların ve gerekse bütün memurların arkalarında birer Yunanlı ve müslüman asker konulmak suretiyle zavallılar divana çekilmiş, kaymakam beyin odasında Mösyö Şimit adeta karargah kurmuştu. Bununla da kalmayarak hazmedilemeyecek ve ağır konuşmayla Müslüman ve Türk kalplerini delik deşik etmişti. Kazâ kaymakamı Osman Nuri Bey bu nutuk karşısında hiçbir şey demeyerek, hattâ üst makamlarını bile haberdâr etmeyerek derhal verilen emirleri uygulamaya başlamıştı. Evvelce Yunanistan’a göç edip de malları eski mülk addedilen Ayvalıklı Yunanlılar , Osman Bey’in bu müsâadesiyle hemen Ayvalık’a gelmişler, müthiş bir hâdise çıkarmak üzere fırsat kollayan bir vaziyet almışlardı. Şimdiye kadar bir hayli Müslümanı canavarca tahkîr, darp ettikleri ve kestikleri halde bunlar bir türlü görünmüyor, görülemiyordu.
Ayvalık’ta tehcîr meselesi yoktu, hicret (göç) vardı ve bu da Osmanlı Hükümeti ile Yunan Hükûmeti arasında tanzîm ve imzâ edilen protokol hükümlerine dayanmış bulunuyordu. Kaymakam Bey , zavallı İslâm muhâcirlerini evlerinden çıkmaya teşebbüsü ve hattâ Ayvalık’a İstanbul’dan ve sâir yerlerden gelen Müslüman tüccarın bütün kış Rum ve Müslümanlardan satın aldıkları yağların ihrâcını da kesin bir dille yasakladu.
Heyetin ve Yunan torpidosu askerinin çıktığının ikinci günü, metropolithane tarafından gösterilen lüzûm üzerine, başta Ayvalıklı Hacı Kuntu’nun delâleti ve bir Yunan subayının eşliğinde arkalarına düşen avanelereden bir grup, Müslüman evlerine hücûma ve güyâ temizliğe başladılar!
Müslüman malları gasp ve yağma ediliyordu. Bu meyanda tahsildarlardan birinin hânesinden henüz miktârı anlaşılamayan değerli mal ve eşyalar gasp olundu. Meselelerden haberdâr olan Osman Nuri Bey, metropolithaneye mürâcaat etti. Fakat galeyânın engellenmesinin kabil olmayacağı cevâbını aldı, fazla olarak da yağmacıların yanına da resmen birer polis verildi. Yani Hacı Kuntu asıp kesiyor, Yunan hükûmetini temsil ediyor, istiklâlini ilan eyliyordu! Bunun hakkında hiçbir şey yapılmadı. Yandaşlarından ön ayak olanların isimlerini de ayrıca yazacağım. Müslüman memurlar ve muhâcirler müthiş dakikalar geçirmektedirler. Evlerin tahliyesine, zaptına, yağmaya şiddetle devam ediliyor. Zavallı devlet memurları, âilelerini şehir dışına nakil teşebbüsünde bulunuyorlarsa da, Kızıl Haç görevlilerinin engellemelerine maruz kalmakta ve nakil sırasında bile eşyâları gasp edilmektedir. Mahalli hükûmet görevlileri cidden olaylara kayıtsız kalmaktadır.
Müslümanlara yapılan hakaretler ve tecâvüzler ile ilerde ortaya çıkması muhtemel hadiseler karşısında civar köylüler ahâlisi galeyana gelmiştir. Tamir edilmesi imkansız, önü alınmaz hadiselerden korkulmaktadır. Livâ hükûmetinin (Balıkesir’deki mahalli idarecilerin) dikkatlerini çekmenizi ricâ ederim.”
27 Mart 1919… önce Armut ovaya, sora Pelitköy’e varılır. Mehmet Cavit Bey’in evinde 9 gün misafir kalır. Sıkıntılıdır. İçinde bulunduğu duruma isyan etmektedir:
“İki gün geçti, ruhum fazlaca sıkılmaya başladı. Kendi vatanında sırf Türklüğümden dolayı, maruz kaldığım bu felâket ve esâret gücüme gidiyordu. Hapishânede olsaydım eşlerimle, dostlarımla konuşabilirdim. Daha rahat vakit geçirebilirdim. Mahpus ve tutuklularda da bana haldaş olabilirlerdi.
“Şimit’in hakaret tükürüklerine boğduğu Türk vatanperverleri bu havâlî halkından idi. Türk bir mutasarrıf, Türk bir memur ne diye bana eziyor çektiriyor ve beni takip ediyordu? Balıkesir’de beni yakalamak için gece gündüz uğraşan 22 memur vardı. Ben onlara ne yapmıştım? Benim hangi hıyânet ve cinâyetimi takip ediyorlardı? Vad edilen 600 Lira mükâfat mı onları böyle koşturuyordu?”
BURHANIYE’DEN BALIKESİR’E
(BARUT ARABASI içinde)
Haşim Bey’le birlikte bir barut arabası içinde Balıkesir’e hareket ederler. Arabacı H. Basri’den haberdar değildir. Gece Kızpınar mevkiiinde barut, arabadan indirilir;. H. Basri’de. Başçeşme kabristanında devriye düdükleri arasında bekler, daha sonra Haşim Bey’le birlikte sığınak tabir ettikleri yere ulaşırlar. Günlerce burada gizlenir. Ancak haber yayılmış, H. Basri’nin Balıkesir’de olduğu duyulmuştur. Dost da düşman da onu aramaktadır.
O günün şartlarını yine kendi kaleminden dinleyelim:
“Bir tarafta gayri müslim vatandaşlar, diğer tarafta kozmopolitler, aleyhlerinde yazı yazdığım azılı eşkıyalar, İngiliz Muhipler Cemiyeti mensupları, takip memurları ve nihayet İngiliz temsilcisi ve sâire… Bütün bunlar teşkîlâtlarıyla beni arıyorlardı. Eşkıyâ evvelce dağlarda idi, af ve başıbozukluk sâyesinde şimdi silâhlarıyla, kamalarıyla şehirde dolaşıyorlardı ve bunların başında bulunan adam da o zaman güyâ takip kumandanı olan meşhur Ahmet Aznavur idi!
Bir aralık yerim keşfedilir gibi oldu, derhal değiştirdim. Şimdi burada eskiye göre daha serbest ve emînim.
Kuvây-i Milliyenin kuruluşundaki bilgilere ve onlara âit hatıralara elimden geldiği kadar temas etmemeye çalışacağım. Ancak, şu kadarına işâret edeyim ki , o zamanlar her ağızdan çıkan muhtelif sesler vardı. Bu gün her şey bittikten ve her tehlike geçtikten sonra hamiyet ve vatanperverlik tellâllığına kalkışmak isteyen, dar kafalı ve küçük ruhlu bazı züppelerin o kara günlerde aldıkları menfî tavırları, vaziyetleri o kadar iğrençti ki? Eğer memleket onların, o beyinsizlerin dileğine göre yürümüş olsaydı, vatanda ne millî müdâfaa vardı, ne Türklük, ne şeref, ne haysiyet…”

15 Mayıs 1919… Güzel İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilir.
Balıkesir’de milli bir müdafaa heyeti teşkil edilir.
H. Basri Çantay barınağından, yani gizlendiği yerden çıkar. Kepsut ve Dursunbey havalesinde, kendi mesuliyeti altında, ancak milli müdaafa heyetine bağlı kalarak faaliyete başlama kararı alır. . O günlerde Balıkesir’de yayınlanan Söz gazetesinde “Hüzni” mahlaslı manzumeleri yayınlanır. Bunlar ihtilal şiirleridir.
20 Mayıs 1919… akşamı gece yarısına doğru, oğlu Mürşit ve kayın biraderi Vehbi Bey ile birlikte atlara binerek, birer çeteci kıyafetinde Kepsut’a hareket ederler.
Artık öğretmenlik veya fıstık tüccarlığı yoktu, çetecilik vardı. Omzunda ağır bir İngiliz mavzeri, belinde kama- bomba, göğsünde kat kat fişekler, dürbün…
Her gittiği köyde ateşli hitabeler veriyordu.
Yine H. Basri’nin cümlelerine dönüyor ve o günlere,
“Umumi Vaziyetin Bir Özeti”ne kulak veriyoruz:
“Bir taraftan Damat Ferit Hükûmeti, diğer taraftan Balıkesir ilinin bazı mıntıkalarında ve merkezindeki yabancı temsilciler, millî müdâfaaya olanca şiddetleriyle mani olmak isterlerken; Yunanlılar güneyden kuzeye doğudan batıya doğru kasıp kavurarak ilerliyorlardı. Îmanlı halk, bütün bu engelleri tanımamak suretiyle başlı başına kurduğu Müdâfaa Teşkilâtının ilk kuvvetini 5 Haziran 1919 târihinde Akhisar’a doğru sevk etmiş ve bu hareket netîcesinde Akhisar düşmandan kurtarılmıştı. ( 10 Haziran 1919 )
O zamana kadar Yunanlılar Menemen’i, Manisa’yı ve Akhisar’ı da istilâ etmişler; Kırkağaç ve Bergama önlerine kadar dayanmışlardı. Bilâhare denizden çıkardıkları yeni kuvvetlerle de Bergama üzerine yürüdülerse de, Balıkesir evlâtları yine onların karşılarında göründü. Ancak orada Bergamalı şakî Hamit Çavuş’un ihâneti yüzünden büyük fâcia çıktı.
Ondan sonra Balıkesir, Soma’ya doğru kuvvetler sevkine başladı. Artık Soma cephesi tamâmıyla tespît ve tanzîm edilmiş, bundan başka Akhisar cephesine de ehemmiyet verilmişti. Orada dahi düşman tamâmıyla durduruldu. Salihli ile diğer cephelerdeki millî hareketler bundan sonra başlamıştı. Sonra İvrindi taraflarında da bir cephe teşkil edilmiştir.
Balıkesir’den çıkarılan ilk millî kuvvetlerin kahraman ve fedâkâr kumandanı hemşerimiz erkânı harp (kurmay) Kemâl Bey idi. Kemâl Bey, millî harbin nihâyetine kadar Soma cephesi kumandanlığını büyük bir başarıyla idâre etti.
Kurmay albay Kâzım Bey’in de Balıkesir’de Kuvâyi Milliye heyetlerinin teşkilinden bir zaman sonra gelerek, kuzey mıntıkalarının kumandasını eline aldığını, berâberinde gelen Vasıf Bey’in “İzmir’e Doğru” adında bir gazete neşrine başladığını, eski mutasarrıfımız Hacim Muhittin Bey’in de Balıkesir’de merkez heyeti başkanlığına getirildiğini sevinçle haber aldım. Bu zâtların hangi tarihlerde geldiklerini ve vakaların târih sıralarına göre seyrini bugün tayin edemeyeceğim.

MUSTAFA KEMAL, ANADOLU YOLLARINDA…
Balıkesir Heyeti, Birinci Müdafa-i Hukuk Kongresini hazırlamakla meşgul. 28 Haziran - 13 Temmuz 1919’a kadar devam eden bu kongre, milli müdafa işlerini daha sağlam temellere bağlamıştır. Bu arada öğrenilir ki, Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal isyan etmiştir. Anadolu’da milli birlik ve Hükümet kurulması için çalışmaktadır.
10 Ağustos 1919.. Sultani Mektebi’nde (Balıkesir lisesi) gizli bir toplantı yapılacaktır. H.Basri Çantay ve Vehbi Bolak da davet edilir. Kürseli İzzet Efe, onları Gümüşçeşme’ye kadar getirir ve geri döner.
Şehrin sokaklarında gezerken tanıyanlar sevinç ve endişe karışık bir halde ona bakmaktadırlar.
Toplantıda, 4 Eylül Sivas Konguresine temsilci olarak gönderileceğini öğrenir.Ancak o, İngiliz temsilcisin tavrından çekinmektedir.İşgal mıntıkasından sağ olarak geçmenin zor olduğu endişesini dile getirir.
Bu endişesinde haklıdır.İngiliz temsilci Hasan Basriyi tutuklamak istemektedir.Bu yüzden Balıkesir denayrılmak zorunda kalır ve tekrar “vefalı yurt”dediği Kepsuta , Kepsut dağlarına döner.
Böylece SivasKonguresine katılamaz.Aylarca Kepsut dağlarında, köylerinde bir kör oğlu gibi dolaşır;Milletinin bağrına sığınmıştır.
Merkez heyetten de hala bir ses yoktur.Kendi silahıyla kurtulmaktan başka çaresi kalmamıştır. Her şeyi göze alarak,27 Aralık1919 da Balıkesir e gelir.Gerine gerine sokaklarda gezmeye başlar.Yanında Kürseli İzzet Ee ve çetesi vardır.
Ortalıkta ne yabancı temsilci kalmıştır, ne baskı, ne hafiye, ne casus ne korku.
Bu durumu oğlu Murşit e şu cümlelerle anlatır:
“Oğlum! Dokuz ay on gün devam eden bu kaçaklık devrinden sonra, sanki bir çocuk gibi yeniden dünyaya gelmiştim.O kara günlerimde, hele para hususunda çektiğim sıkıntıları hala unutamıyorum.Bununla beraber kimseye yük olmamaya çalıştık.Göğsümdeki eski ve müzmin bronşit, kaçaklık devrinin yadigarıdır.”
“…Evlâdım! Şu günler hayâtımızın en mesut günleridir. Ne bir tek düşman, ne Damat Ferit kalmadı. Artık istiklâlimize kavuştuk.Artık Türkiye bizimdir ve şimdi siz, babanızın senelerce evvelden beri sayıkladığı güneşin altında hür ve müstakil yaşıyorsunuz.
Bu günlerin kıymetini iyi, çok iyi bilin evlâdım...”
M.AKİF BALIKESİR DE
Bu günlerde Hasan Basri Bey’in çok yakın dostları Eşref Edip ve M.Akif Bey’ler onun davetiyle Balıkesir’e geldiler. Balıkesirlilerin milli heyecanlarından çok etkilendiler. M.Akif, Hasan Basri’nin ricası üzerine 20 Şubat 1920’de Zağnos Paşa Camisinde bir vaaz verdi. Bu vaaz, hızlı yazanlar tarafından aynen tespit edildi ve yayınlandı. Bazı bölümlerini aktaralım

M.AKİF’İN ZAGNOS PAŞA CAMİ VAAZI
Bu vaazdan bazı bölümleri aynen aşağıya alıyoruz :
“Ey Müslümanlar! Kendilerine sizden evvel kitap gönderilenlerden bir kısmına uyacak olursanız, siz şeref-i iman ile müşerref olmuşken, onlar sizi yeniden –neüzübillâh- küfre sokarlar.
Ya siz aranızda Cenab-ı Hakk’ın ayet-i celilesi okunup dururken, Allah’ın peygamberi içimizde yaşıyorken nasıl bu suretle küfür yolunu tutarsınız? Kim Allah’ın gönderdiği rabıtaya sımsıkı sarılacak olursa doğru yolu bulmuş olur!”
“Ey Müslümanlar! Allah’tan nasıl korkmak icap ederse öylece korkunuz. Ve ancak Müslüman olarak, Müslümanlıkta can veriniz. Sonra hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız. Sakın aranıza ayrılık gayrılık girmesine meydan bırakmayınız. Allah’ın hakkınızdaki nimetini düşününüz.
Hani sizler birbirinize düşman idiniz, Cenab-ı Hakk kalplerinizi İslâm feyzi ile birleştirdi ve onun nimetleri sayesinde kardeş oldunuz. Hani sizler bir zaman ateş çukurunun ta kenarına gelmiştiniz de Cenab-ı Hakk sizi oradan kurtarmıştı. İşte belki kurtuluş yolunu bulursunuz diye, Cenab-ı Hakk ayet-i celilesini size böyle sarih olarak tebliğ buyuruyor.”
“Tek başına hiçbir şey yapılamaz. Bugünkü hayatın, maişetin, bugünkü ihtiyaçların aldığı tarz itibariyle bir insan tek başına bir iş göremiyor. Bütün işler şirketler, cemiyetler, milletler tarafından meydana getiriyor. Ne fabrikalar, ne demiryolları, ne vapurlar, ne limanlar, ne hastaneler, ne camiiler, ne mektepler, ne ticarethaneler, ne de din ve vatan müdafaa edecek toplar, tüfekler, cephaneler… Velhasıl hiçbir şey ferdi sa’y ile yani tek başına çalışmakla kabil olamıyor. Bugün hayat öyle bir şekil almış ki tek başına çalışan bir adamın alnından damlayan terler, tıpkı gözyaşı gibi damlayıp gidiyor, hiçbir fayda temin etmiyor. Ne zaman bir yere gelmiş binlerce alın birden terlerse, işte o vakit bu sa’yın yeryüzünde bir eseri, bir izi görülebilir.”
Akif Bey’in bu vaazı, mili mücadele yıllarının en önemli konuşmalarından biridir.

HASAN BASİ ÇANTA MİLLETİN MECLİSİNDE
23 Nisan 1920’de toplanan Büyük Millet Meclisine seçilen Karesi mebusları arasında Hasan Basri ÇANTAY da vardır. Ancak Balıkesir milletvekilleri açılışta bulunamazlar. Daha sonra iştirak ederler. Hasan Basri Çantay da Mayıs ayının ilk haftası Ankara’ya ulaşabilmiştir.
O günlerde cephelerdeki durum oldukça karışıktır. Yunanlıların genel taaruz hazırlıklarında oldukları haber alınmaktadır.
Akbaş Baskınıyla Hamdi Bey’in adamları tarafından Geliboludaki cephane kaçırılmış, o günlerde başlayan Aznavur Ayaklanması güçlükle bastırılmış, Hamdi Bey şehit edilmiş, cephanelik havaya uçurulmak zorunda kalınmıştır. Özellikle Yunanlıların durmadan yığınak yaptıkları haberleri tedirginlik yaratmaktadır.
Bu durumda her biri Balıkesir’deki milli hareketin lideri olan Balıkesir milletvekilleri, 23Nisan’da açılışa katılmaları cepheleri zayıflatacağından Meclis’in ilk günlerinde Ankara’ya gidememişler ve Meclis tarafından “cephe izinli” sayılmışlardır.
H.Basri Çantay ile birlikte, BMMnin ilk Balıkesir milletvekilleri Abdulgafur Efendi, Hacim Muittin Bey, İbrahim Bey, Kazım Bey ve Mehmet Vehbi Bolak’tır.



HASAN BASRİ, MEHMET AKİF İSTİKLAL MARŞI

H.Basri Çantay, Mayıs (1920) ayının ilk haftasında Ankara’ya ulaşabilmiştir. O artık Karesi mebusudur ve Ankara’da Milli Meclis’te, Milletin iradesini temsil edecektir.
M,Akif Ersoy ile tanışıklığı 1909 yılında Sırat-ı Müstakim dergisinde başlamıştır.
1920 Şubat’ında Akif H.Basri’nin daveti üzerine Balıkesir’e gelmiş, Milli Mücadeleyi destekleyen meşhur Zağnos Paşa vaazını vermiştir.
Bu dostluk ve gönüldaşlık daha anlamlı bir şekilde Milletin Meclisinde de devam etmiştir.
H.Basri Çantay’ın Türk kültür ve fikir tarihine not düşülen hizmetlerinden biri de, İstiklal Marşı’nın yazılmasında gösterdiği hassasiyettir.
İstiklal Marşının yazılış öyküsünü, kaleme aldığı Akifname adlı eserde; “Milli İstiklal Marş Nasıl Yazıldı? Nasıl Kabul Edildi?” başlığı altında ayrıntılarıyla anlatmaktadır.
İstiklal Marşımızın yazılış atmosferini, Akif’in derin ve milli heyecanlarını, Akif -Çantay gönüldaşlığını anlatmak için ben kendimi ehliyetli bulmuyorum.
Bu sentezi ancak ve ancak Nurettin Topçu gibi, bu gün kıymetini pek bilemediğimiz bir koca çınar yapabilirdi. Nurettin Topçu Hoca, Hasan Basri Çantay’ın M.Akif’i anlattığı Akifname adlı eserin takdim yazısında, bu gönüldaşlığı bir kitabe halinde anlatmaktadır

Ziyaret -> Toplam : 125,29 M - Bugn : 51075

ulkucudunya@ulkucudunya.com