AHMED VEFİK PAŞA: OSMANLI’NIN ÇILGIN BÜROKRATI
Necdet SAKAOĞLU 01 Ocak 1970
“Türk kimdir, Türklük nedir, Türk ulusu var mıdır sorularının yanıtları, en doğru Ahmed Vefik Paşa’nın yaşam öyküsü üzerinden verilebilir. Herkesten ileri düzeyde alafranga olması gerekirken; herkesten önde, içten ulusçu ve gelenekçi oluşu da önemlidir.”
Ahmed Vefik Paşa’yı unutmadığı için, Bursalılara, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne, Bursa Şehir Tiyatrosu’na ve Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’na teşekkür ederiz. Türkiye’nin ilk parlamento başkanını 120. ölüm yılında Meclis Başkanlığı unutmuştur. Kütüphane kurucusu, çevirmen, yazar, tiyatro önderi bir devlet adamını Kültür ve Turizm Bakanlığı unutmuştur. Şehirciliği başlatan valiyi, Şehircilik Bakanı, belediyeler de unutmuştur. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu unutmuştur. Başka unutanlar da sayabiliriz.
2 yıl müfettiş, 3 yıl 8 ay vali olarak görev yaptığı Bursa’da, Vefik Paşa’dan kalma somut bir hatıra gösterebilir miyiz? Söz gelişi nerede ikamet etmişti? Oturduğu konağın yeri biliniyor mu? Paşanın Bursa’daki izlerini araştıran var mıdır? II. Abdülhamid döneminde vilayetlerimize atanan devlet adamı valiler, bunların hizmetleri de araştırılmalıdır. A. Vefik Paşa’yı bunlardan hiçbiriyle kıyaslayamayız. Bursa, bu ayrıcalığını da değerlendirmelidir.
YAŞAM ÖYKÜSÜ
İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Onu tanıtmaya “ehl-i islâmdan ilk defa Divan-ı hümayun tercümanı tâyin olunan” cümlesiyle başlamış. Ahmed Vefik, Rum asıllı Bulgar-zâde mühtedi Yahya Naci Efendi’nin torunu, Paris maslahatgüzarı Ruhuddin Efendi’nin oğludur. Rumelihisarlı ailesi İstanbul’un köklü ailelerinden Hekimbaşılar ile akraba imiş. Vak’anüvis Şânizâde, Târih-i Şânizâde’de büyükbabası Yahya Efendi için: “Ta’yin-i mâhiye mütercim Yahya Efendi” başlığı altında, 1822’de Mora isyanı sırasında ve Rum Patriği’nin idam edildiği günlerde Rum çevirmenlere güven kalmadığı için mühendishane hocalarından Rum asıllı Bulgarzâde Yahya Efendi’nin Bâbıâli’ye çevirmen atandığını yazar: “Bâb-ı Âlî’de on beş yirmi günden beri Rumî ve Frengîyü’l-ibare bazı evrak kıraat etdirilmekde olan Mühendishâne hocalarından Rumîyü’l-asl Bulgarzâde Yahya Efendi bundan sonra dahi o makule tercümeleri mukabele ve evrak-ı mezkûreye nazar ederek lâzım gelen dakaikı evliyâ-i umûra ifade ve tefhim ve bazı müsta’id heveskârlara düvel ve milel beyninde mütedavil olan elsine-i ecnebiyeyi ta’lim eylemek hususlarına me’mur kılındı”(1).
Ahmed Vefik Paşa’nın torunu Ahmed Vefik Bey ise 1332’de Tasvir-i Efkâr’daki yazısında, “Büyük pederim bir Bulgar mühtedisinin oğlu değildir. Türk ve İslâm olan bir aileye mensuptur” savındaymış. Paşa, 23 Şevval 1228 de (19 Ekim 1813) İstanbul’da doğmuş. Bu tarih kaydındaki Arapça 2 rakamı sehven 3 okunup Hicrî 1238 (1823) yapılınca doğumu 10 yıl sonraya kaymış! Ahmed Vefik, Mühendishane-i Berrî-i Hümayun’da okudu. 1834’te Paris elçiliğine atanan Mustafa Reşid Paşa’nın tercümanı babasına katılarak Paris’e gitti. Orada da Saint Louis Koleji’nde okudu.
Aleksandr Dumas Fils ile okul arkadaşı olmuş. Fransızca, Lâtince, Grekçe öğrendi. 1837’de İstanbul’a döndü. Tercüme odasına alındı. 1840’ ta Londra elçiliği kâtipliğine atandı. İngilizce öğrendi. 1842-49 arasında yine Tercüme Odasında ve Hariciye Nezaretinde görevliydi. 1847’de Devlet Salnamesi’ni hazırlamakla görevlendirildi. Geçici görevle Sırbistan’a gitti.1850’de Eflak Boğdan Komiserliği’ne gönderildi. 1851 de dönünce yeni kurulan Encümen-i Dâniş’in toplantılarına katıldı. Ulâ rütbesi verilerek 1852’de atandığı Tahran Büyükelçiliğinde iki yıl kaldı. 1855’ te Meclis-i Vâlâ azası oldu. 1857 de bâlâ rütbesiyle Deavi Nazırlığına getirildi ama çok geçmeden azledilip yine Meclis-i Vâlâ’ya döndü.
1859’da Paris Büyükelçisi oldu. Uluslararası sorunların görüşüldüğü konferanslara katıldı, antlaşmaları imzaladı. İstanbul’daki Fransa elçisinin Boğaz’da saltanat kayığına benzer bir tekneyle gezdiği haberini alınca paşa da Paris’te, İmparator III. Napolyon’un beyaz arabasının benzeriyle dolaşmaya başlamış; görenlerin imparator geçiyor sanması sorun olmuş. İstanbul’daki sefir kayığı paşa da arabayı değiştirmiş. Paris’te bir resmi kabulde imparatorun: -Devletiniz çatırdıyor! sözüne karşılık: -Memleketimiz Fransa’ya uzaktır. Hakkımızda doğru malumat alamayacağınız tabiidir. Ben Paris’te bulunduğumdan Fransa’nın ahvalini yakından görüyorum. Çatırdayan sizin memleketiniz! deyince İmparator bozularak uzaklaşmış. Konuşmaya kulak misafiri olan İngiltere sefirinin kutlamasına karşılık da: “-Bu cevabı siz vermeliydiniz. Çünkü devletiniz sizi korur. Oysa benim devletim basit bir şikâyet üzerine beni azleder! demiş. Nitekim 1861 de azledilerek İstanbul’a yine Meclis-i Vâlâ’ya döndü. Suriye fevkalâde komiserliğine gönderildi. 1862’de Evkaf-ı hümayun Nazırlığına atandı. Süleymaniye Camii’nin esaslı onarımını gerçekleştirdi. Divan-ı Muhasebat Reisi oldu. Yaz başında eylemleri yatıştırmak için Belgrat’a gitti. 1863’te yine Meclis-i Vâlâ’ya döndü. 1863’te özel olarak Hikmet-i Tarih dersleri vermeye başladı. Bu derslerin özetleri Tasvir-i Efkâr’da yayınlanıyordu. O yıl Anadolu Sağ Kol Müfettişliği’ne gönderildi. Bursa’yı ve Balıkesir ’i çok harap buldu. Daha ileriye gitmeyerek devletin ilk payitahtını harap halinden kurtarmayı “millî izzet-i nefs” sayarak Bursa’yı bayındır kılmayı iş edindi. Dolambaçlı yollara boğulmuş şehri, düzgün ve dikey kesişen yollar açarak ferahlatmayı ileri belediyecilik hizmeti olarak gördü. Hastane yapımı başlattı.
Müftü Suları’ndan iki yüz yıl sonra, görevinden dolayı Müfettiş Suyu denecek menba sularını dağlardan indirdi. Bataklıkları kuruttu. Tarihi eserleri kurtarmayı amaçladı.
Bu, Türkiye’de o yılların anlayışı bakımından bir ilk; Avrupa şehirlerinde gördüğü bayındırlık ve korumacılık anlayışını memlekete getirilmesi hareketidir. Bu hizmetlerini valiliğinde de sürdürecektir. Zelzeleden kubbesi çatlamış Yeşil Cami’yi, çinileri dökülen Yeşil Türbe’yi onarttı; Osman ve Orhan türbelerinin çevresini açtırttı. Bakımsız Ulu Cami’yi, daha birçok tarihi eseri viranelikten kurtardı. Muradiye’yi, özellikle Cem Sultan Türbesi’ni Fransız seramikçisi mimar Parvillée eliyle gün ışığına çıkarttı. Köklü girişimleri birçoklarının menfaatine dokunduğundan, hakkında dedikodular çıkartıldı. Cevdet Paşa Maruzat’ta: “Vefik Efendi Bursa’da saplanıp kaldı Hüküm-i karakuşî ile vaki icraatından dolayı halkın şikâyâtı ayyuka çıktı. Kendi mariz iken başka hastayı tedaviye kalkışan tabibe benzeyen müfettişin icraatını teftiş için de bir müfettiş gönderilmesine mecburiyet hâsıl oldu” diyor (2)
1865’te müfettişlikler kaldırıldığından emekliye sevk edildi. Mazulen (görevsiz) Rumelihisarı’ndaki köşk ve yalısına çekildi. Maddi açıdan sıkıntılı yedi yıl geçirdi. Okudu, yazdı, çeviri ve adaptasyonlar yaptı: Fezleke-i Tarih-i Osmanî ile Türkî Durub-ı emsal adlı dil ve folklor çalışması, kimi çeviri ve adaptasyonları bu evrenin yapıtlarıdır. Görevsizliği Âlî Paşa’nın ölümüne (1871) kadar sürdü. Rüsumat emini oldu ise de keyfi- karakuşi yönetim anlayışı nedeniyle birkaç aylık sürelerle o görevden ötekine, Sadaret Müsteşarlığı, Maarif Nazırlığı, Şura-yı Devlet azalığı yaptı. 1872’deki ilk Maarif Nazırlığı altı aydır. Eğitimin yaygınlaşması ve köylere mektep açılması için çalıştı. 1873’ te 3,5 yıl sürecek ikinci mazuliyet dönemi başladı. Bu sefer de yıllardır üzerinde çalıştığı Lehçe-i Osmanî’ye yoğunlaştı ve tamamladı. 1876 da Petersbur g Doğu Bilimcileri Kongresi’nde Türkiye’yi temsil etti.
Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’dan mebus seçildi ve II. Abdülhamid tarafından Meclis-i Mebusan (geçici) reisliğine seçildi ve vezirlik rütbesi verildi. Paşa oluşu akranlarına Keçecizâde Fuad, Âlî paşalara- göre hayli geç, 63 yaşındadır. Meclis oturumlarında mebuslara karşı sert çıkışları yüzünden eleştirildi. 3 ay sonra meclis tatile girince üç ay sürecek Edirne valiliğine atandı. Meclis yeniden açılınca Ayan Meclisi azası, ilaveten 1878 başında 2. kez Maarif Nazırı atandı. 24 gün sonra çok kritik bir evrede, 4 Şubat 1878de Başvekil (sadrazam) ve Dâhiliye Nazırı atandı. O günlerde 93 Harbi yenilgisinin getirdiği, işgal, göç, kıtlık, kırım ve kış felaketi yaşanıyordu. İstanbul’a iki yüz bin dolayında aç, hasta, sahipsiz Türk Müslüman göçmen yığılmış; bunların donmamaları için bütün camiler, hanlar hamamlar açılmıştı. Rus ordusu İstanbul kapılarında, Büyükçekmece ateşkes hattı ilan edilmişti. Paşa, vilayetlerden para getirtti; 93 Muhacirleri denen göçmen kafilelerini Anadolu’ya yerleştirmeye başladı. Rus birlikleri Yeşilköy’de karargâh kurarken Meclis’te de şiddetli tartışmalar vardı. 3 Mart 1878’de ön barış protokolü imzalandı. 9 gün sonra Meclis süresiz kapandı. Muhaliflerinin, A. Vefik Paşa’nın göçmenlerden bir fedai grubuyla II. Abdülhamid’i tahttan indirip Reşad’ı geçireceğine ilişkin jurnali üzerine 2 ay 9 günlük başvekilliği 18 Nisan 1878’de sona erdi.
4 Şubat 1879’da Bursa Valiliği’ne atandı. Müfettişlikte başlattığı imar çalışmalarını sürdürmeye koyuldu: İpekçiliği geliştirmek, gülcülük ve gülyağı sanayi, pirinç tarımı; harap mektepleri onartmak, kız çocukları da dâhil bütün çocuklar için zorunlu öğretim, İnegöl Çitli Maden Suyu işletmesi, Bursa Vakıf Hastanesi, İstanbul’dan gelen oyunculara her yıl 9 ay boyunca haftada üçer temsil verdirmek, gelirinin bir kısmı hastaneye ayrılmak koşuluyla tiyatro kurmak, bu tiyatroda oynanmak üzere Moliere’den 16 kitaplık tercüme- adaptasyon…
3 yıl 8 ay sonra 16 Ekim 1882’de hakkındaki şikâyetler üzerine Bursa Valiliği’nden azledildi. Hakkındaki şikâyetlerden bazıları şunlardı: Kanunlara uymamak, çarşıdan geçerken işine ara verip saygı göstermeyen nalbandı hapsettirmek, çıra pazarında pazarcı İsmail’in satmak istediği bir yük üzümü ahaliye yağma ettirip bağcıyı iki gün tutuklatmak, köylüleri 10 ayı öldürme angaryasına koşmak, merhum miralay Süleyman Bey’in evi önüne duvar ördürmek, yaptırdığı arabanın bedelinin sadece dörtte birini ödemek, Kız Mektebi Muallimi İbrahim Efendi’yi aktrislere hoca tayin etmek, tiyatroya mahsus 19 piyesi resmi ruhsat almadan Bursa Matbaasında bastırmak, muhacirleri uygun yerler varken kabristana iskân etmek, mezarlıkların bir kısmına hastane, kahvehane, gazino yaptırmak, yol açmak bahanesiyle birçok fukaranın evini yıktırıp bedelini ödememek.. Azlini, Maliye Nâzırı’nın istediği parayı göndermeyeceğini “Para denen p…, bu vilayette yok!” içerikli telgrafı çabuklaştırdı denirse de böyle bir telgraf acaba çekilmiş midir? Asıl neden halka tiyatroyu sevdirmesi idi.
Bir buçuk ay sonra, 2. kez 30 Kasım 1882 de atandığı başvekillikten 2 gün sonra azledildi. Nedeni başvekillik şartları ileri sürmesi ve nazırları seçme yetkisi istemesiydi. Son resmi görevi budur . 1837 de Tercüme Odası’nda memuriyete başladığına göre –aradaki görevsizlikleri sayılmazsa- 45 yıldır. Yaşamının son 9 sene 4 ayını açıkta, emekli, İstanbul’un hay huyundan uzak, Rumelihisarı’ndaki bakımsız köşk ve yalısında münzevi, maddi açıdan da sıkıntılar içinde geçirdi. Paşayı bir tür tecrit ve inzivaya mahkûm eden kuşkusuz II. Abdülhamid’di. O zaman çok tenha bir köycük olan Rumelihisarı’na gelen giden de pek yoktu. Kütüphanesindeki eserleri üzerinde çalıştı, Lehçe-i Osmanî’yi genişletti, çeviriler yaptı. Yazdıklarını bastıracak olanak da bulamadı. Hastalıklarla boğuştu. Nihayet 1 Nisan şakası yaparcasına 1 Nisan 1891’de vefat etti. 19 Ekim 1813 doğum tarihine göre 79 yaşından 5 ay 12 gün almıştı. Ölümü ertesi 2 Nisan tarihli gazetelerde: “Bir müddettir mübtelâ olduğu hastalıktan rehâyâb olamayarak 20 Mart 1307 (1 Nisan 1891) günü Rumelihisarı’nda kâin sahilhanesinde tekmil-i enfas eylemiştir. Hastalığında Zât_ı hazret-i Şehriyârî, birkaç def ’a Mabeyn’den ahvalini sordurmuştu” yollu savuşturucu cümlelerle yer aldı!
Babasının ve büyük oğlu Refik’in Eyüp’teki mezarları yanına değil de vasiyeti gereği köşküne yakın Kayalar Mezarlığına gömüldü. Mezarına adi bir taş dikildi. Kızı Fahrünnisa daha sonra taşına: “Eazım-ı ulemâ-yı İslâmiyeden efahım-i vüzerâ-yı saltanat-ı seniyyeden Ahmed Vefik Paşanın kabridir. Elfatiha” kitabesini yazdırdı.
Kayalar Mezarlığına gömülmesi konusunda o zaman, yukarıdaki arazisini, Amerikalı misyonerlere satarak kilisesi de olan Robert Kolej’in yapılmasına olanak sağladığı için mezarının üstünden çan sesi eksik olmasın diye II. Abdülhamid’in buraya gömdürttüğü dedikodusu yayılmıştı. Oysa büyükbabası ve ağabeyi burada gömülüydü. Sağlığında, II. Abdülhamid’in, büyükbabası Sultan II. Mahmud’un Türbesi haziresinde kendisine yer ayrılacağını bildirmek üzere gönderdiği mabeyinciye paşanın: “- Hayatım Sultan Mahmud’un ahfadıyla mücadele ederek geçti. Öldükten sonra da onlarla içli dışlı olmak istemem! dediği rivayet edilir.
Serveti yıkık dökük köşkü ve kütüphanesinden ibaretti. Ölümünde hayli borç bıraktı. Yalısı eşyasıyla yanmış; babasından büyükbabasından kalan bir serveti olmadığı gibi emekli aylığı da geçimine yetmediğinden hiçbir zaman serveti olmamıştı. Terekesini içeren tezkire ibretle okunmaya değer.
Yaşamının yarı yüzyılı, öfkelerinin, ödünsüz tutumunun başına sardığı aziller de dâhil kamu hizmetinde; ama bundan daha uzun, hatta çocukluk yılları sayılmazsa 70 yılı hep okuyarak yazarak araştırarak geçmişti. Ahmed Vefik Paşa düzeyinde aydın, Batı’nın ve Doğu’nun kültürlerini özümsemiş, kalem efendiliğinden, diplomasi tercümanlığına, elçilikten, müfettişliğe, valiliğe, nazırlığa, Meclis reisliğine, sadrazamlığa uzanan; ama asıl bunların da üstünde yazar , çevirmen, araştırmacı, tarihçi kimliğiyle adını ebedileştiren devlet adamlarımız enderdir. Abdurrahman Şeref, onu ömrünün son günlerinde zengin kütüphanesinde, altındaki minderin mitili çıkmış, sakosunun dirseklerini yırtık görmüş. O minder ve sako saklansa ve bir de aydın devlet adamları müzemiz olsa, orada teşhir edilseydi!
Siyasal – diplomatik hizmetleri tarihin konusu olan Ahmed Vefik Paşa, bir edebiyatçı, tiyatro yazarı, dil ve folklor uzmanı, kitabiyatçı, tarihçi olarak daha öndedir. Onu asıl bu yönüyle sahiplenmek de önce Bursa’nın görevidir. Osmanlıca denen, asırların ördüğü üç dilli yapının tutsaklığından Türkçeyi kurtarmaya öncülük edenlerin önderidir. Aşırı Türkçeciydi.
Anadolu’ya gelmezden önce Türklerin Asya’daki varlığını duyurmuş; Şecere-i Türkî’yi Çağatay Türkçesinden dilimize aktarmış; Nevayî’nin Çağatay Türkçesi yapıtlarından aktarmalar yapmış; Anadolu Türk-köylü Türkçesinin kökenlerini ve kollarını incelemiş; Unutulan Türk sözcüklerini ortaya çıkartmıştır. Kısacası Türkiye’de Türkoloji’nin kuruluşuna öncülük eden ilk Türkoloğumuzdur. Lehçe-i Osmanî’nin ilk cildinde 15 bin Türkçe sözcük vardır.
16 dil bildiği abartılıdır. Bunlardan üçü beşi lehçe, aşinalık, okuma düzeyindeydi kuşkusuz. 15 bin cilt eser bulunduğu söylenen kütüphanesi, o dönemde dil ve tarih ağırlıklı en zengin uzmanlık hazinelerindendi ve Avrupa’da da biliniyordu. Ölümünden sonra, -herhalde ona garaz besleyenlerin de girişimiyleborçlarının ödenmesi için kitaplarının çoğu hemen, kalanları da iki yıl sonra kataloğu yapılarak satıldı. Ne büyük kayıp! O tarihlerde bu kütüphane, Müze-i Hümayun Kütüphanesi’ne, Darülfünu’na kazandırılmalıydı.
ESERLERİ:
Salnâme: Osmanlı Devleti’nin sivil asker ilmiye kurumlarına göre H.1263/ M.1847 yılındaki genel yapısını gösteren bu yıllık çıktığı yıl Fransızcaya da çevrilmişti. İzleyen iki yılın salnamelerini de kendisi hazırlamıştı. (Devlet salnameleri, 1918’e değin 72 sayı yayımlanmıştır)
Düstur: Tanzimat’a gelen yasalaşma sürecinde yürürlüğe giren ilk kanunları ve nizamnameleri toplayıp Düstur adıyla bastırmıştır.
Hikmet-i Târih: 1863’teTasvir-i Efkâr’da tefrika edildi. Türkiye’de çağdaş tarih yazımının ilk örneği sayılan bu küçük ve yarım yapıt, Darülfünun’da verdiği yarıda kesilmiş derslerinin notlarıdır. Tarih bilimi ve metodu, ırkların ve ulusların oluşumu, uygarlıkların doğuşu yükselişi ve çöküşü, naklî ve tasvirî tarih anlatımları, jeoloji, arkeoloji, etnografya açıklamalarını içerir.
Şecere-i Türkî: Özbek Hanı Ebülgazi Bahadır’ın, mitolojik çağlardan, Cengiz Han ve oğullarına ve bu hanedanın bir kolu olan Şeyban-Özbek hanlarına (1663) kadar Orta Asya tarihinin anlatıldığı Çağatayca yapıtını da İstanbul Türkçesine çevirmiş; yapıt, önce 1864 te yine Tasvir-i Efkâr’da tefrika edilmiş; çeviri ve yayım yarım kalmış ve o haliyle 172 sayfa basılmıştır.
Fezleke-i Tarih-i Osmanî: 1869’dan önceki ilk basımında Târih-i Osmanî, 1869, sonraki baskılarında Fezleke-i Târih-i Osmanî, Rüştiye (ortaokul) basamağı için ilk tarih ders kitabıdır . Düzeltme ve küçük eklemelerle en az 15 kez basılmıştır. 1870’lerden başlayarak Rüştiye ve idadilerde okutulmuş; sonraki tarih ders kitaplarına da program ve içerik modeli olmuştur. Abdülaziz’e kadardır. Bu küçük kitapta her padişahın dönemindeki önemli olaylar verilirken, övgü şöyle dursun, her birinin kusurları eleştirilmiştir.
Atalar Sözü, Türkî Durûb-ı Emsâl: Bu da 1863’te yayımlanmıştır. Paşanın Türkçülük çalışmaları eserlerindendir. Bursa’da basılmıştır. Bu eserin iki ayrı baskısından Bursa’da yapılmış olanı, Müntehabat-ı Durûb-ı Emsâl-i Türkiye adıyla bir baskısı daha vardır .
Lehçe-i Osmanî: İki cüz (cilt) olan bu eserin 1. cüzünde “Aslı Arabî ve Farisî olmayan” yüzde 90 Türkçe sözcükler ve türevleri; 2. cüzünde Arapça ve Farsça Osmanlıca sözcükler yer alır.
Tiyatro çeviri eserleri: Tiyatro yoluyla Türkçeyi sevdirip yazıda ve konuşmada öne çıkartmayı amaçlayan paşa, bir yönden de halkın düşünce dünyasına yeni pencereler açmayı hedeflemiş, Moliere’nin eserlerinden 16’sını Türkçeye ve Türk karakterlerine uyarlamış. Bunlardan beşi önce Bursa’da sahneye konulmuştu. Moliere’inkilerden başka tiyatro uyarlamaları, telif eserleri de vardır. Adaptasyonları da kendi eserleri sayılmalıdır. Zor Nikâh, Zoraki Tabip, Yorgaki Dandini, Merakî, Kadınlar Mektebi, Kocalar Mektebi, Bursa’dan sonra 1868’den itibaren İstanbul’da da sıklıkla sahnelenmiştir.
Roman Çevirileri: Fénelon’un Telemaque romanını Yusuf Kâmil Paşanın özetleyerek çevirmesine karşılık A.V. Paşa, bütün bölümleriyle ve Türkçe’de yeni bir düzyazı tarzı deneyerek çevirmiştir. Voltaire’in Micromégas’sını, Victor Hugo’dan Ernani’yi Hikâye-i Hikemiyye-i Mikromega adıyla, Lesage’dan, Histoire Gil Blas de Santillane yapıtını, Cil Blas Santillani’nin Sergüzeşti adıyla ve özetleyerek Türkçeye kazandırmıştır. Koçi Bey Risalesi’ni bulmuş, 1861’de ilk kez Londra’da bastırmıştır. Nevaî’nin Çağatayca Mahbubü’l-kulûb’u, Hoca Saadeddin’in Tâcü’t-Tevârih’i, Ramazanzâde’nin Tarih-i Nişancı Mehmed Paşa eseri, Aynî Ali Efendi’nin Kavanin-i Âl- Osman der Hulâsa-i Mezamîn-i Defter –i Divân ve Risâle-i vazife-i horân ve Merâtib-i Bendegân-ı Âl-Osman’ı, Kâtip Çelebi’nin Düstûrü’l-Amel li- Islâhi’l- Halel‘i, Halim Giray’ın Gülbün-i Hânân’ı, Şeyh Sâdî’nin Gülistan’ı desteği ve girişimiyle basılmış eserlerdendir.
Ahmed Rasim (1865- 1932) Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi adlı eserinin “Birkaç Söz” başlıklı önsözüne şöyle başlamış: “Darüşşafaka’da üçüncü sınıftan dördüncüye geçtikten sonra bir gün divanhaneye asılan ders cetveline bakarken “Fezleke-i Târih-i Osmanî” bir terkip gördüm. O ana kadar tarihi lafzen işitmiş fakat ne olduğunu bilmiyor idim. Derslere başlandı. Her dersin hocası geldi, tarih hocası yok, bulunamıyor . Birkaç ay sonra Rızâ Bey nâmında bir zât sınıfa tarih hocası sıfatıyla gelerek derse başladık. Nasıl? Kıraat kitabı imiş gibi dere tepe aşarak okuyoruz. Bir fazlası var ise o da ezberlemek. Ne kadar güç ne kadar yorucu bir ders değil mi? Anlamak ihtimâli yok. Cenâb-ı Hak yine merhum Vefik Paşa’dan râzı olsun ki hülâsa vücuda getirmeğe hasr -ı himmet eylemiş. Şayân-ı dikkattir ki biz o sene Fezleke’yi de bitiremedik, hatta yarı bile edemedik. Ertesi sene de hiçbir tarih dersi görmedik. Altıncı sınıfta Târih-i Umumî’ye ibtidâ ettik. Hoca müsvedde getirir biz tebyiz ederiz. Zaman kopyacılık ile geçdi. Bir hâlde ki o sene dahi Muhtasar Târih-i umumî’nin kurunulâ kısmını okuyamadık. Velhâsıl sekiz sene zarfında tarihin umumî ve hususî kısımlarından yalnız ellişer altmışar sahife mukaddematıyla kaldık”(3)
Ahmed Rasim’in sözünü ettiği yıllar 1870’lerin sonudur. Demek ki o tarihlere değin okullarımızda henüz tarih dersi, dolayısıyla tarih ders kitabı yoktu. İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar ’da paşanın “eserleri” bahsinde “Fezleke-i Tarihi Osmanî mukaddema mekâtib-i rüşdiyede okutulurdu”(4) cümlesini en başa yazmış ama bu kitap hakkında görüş bildirmemiş; galiba önemsememiş. O devrin diğer aydın devlet adamları gibi Ahmed Vefik Paşa’nın da dostundan çok karşıtları vardı. Namık Kemal, Ebüzzüya Tevfik’in bile bunlar arasında yer alması yadırganmamalı. Çok yönlü, üstelik diplomat, devlet adamı, donanımlı, dürüst ve geçimsiz bir şahsiyetin dostları kadar düşmanlarının da olması kaçınılmazdır. Abdurrahman Şeref, Tarih musahabeleri’nde Paşa’ya ayırdığı bahiste özetle şunları yazmış: “Sokakta dilenci kıyafetiyle dolaşsa hiç tanımayan birisi, bu adam vezir olmalı der . Eşine Türk usulü ferace ve çedik giydirmesi, ailesini alafranga modalardan uzak tutması meşhurdur. Son yıllarında kendisini görmeye giderdim. Zengin bir insan değildi. Muntazam ödenmeyen emekli aylığı çok yalınkat olan evinin geçimine yetmiyordu. Eşyası eskimişti. Hatta minder örtüleri yamalı idi. Küçülmemek için ne aylığına zam ve ne de geçmiş maaşlarının ödenmesini istemişti. Farklılığı sırf göz ve gönül tokluğu değildi. Sevmediklerini mevkilerine bakmadan apaçık aşağılar, hoşlandıklarına da toz kondurmazdı. İri püsküllü fesi, yuvarlak çehresi korku ve saygı duygularını bir arada uyandırırdı. Kendisi için Baş aşağı kütüphane, her tarafı dikenli bir yuvarlak, binektaşı iriliğinde bir pırlanta denmişti. Rüşvete bulaşmış kamu görevlilerini çerçöpten sayar, ahmakları ve yetenekleri dahi bunlardan üstün tutarmış. Yakınlarına, kendime deli dedirtinceye kadar neler çektim bilmezsiniz demesi meşhurdur. Bayram tatilini kaldırması, kızdıklarını karakuşi hapsettirmesi, kovması, esnafa borcunu ödemeyen bürokratın atını sattırması, fesinin püskülü biçimi ve kullanış tarzı, alaycılığı, gecelik entarisi, takkesi, gözlüğü pabuçları da Ahmed Vefik Paşa’nın olduğu için ünlenmişti.” (5)
DİPNOTLAR
(1) Târih-i Şânâ-zâde 4.Cild, İstanbul, 1291,s 33-34, İbnülemin, Son Sadrıâzamlar, ss651/not1)
(2) AhmedCevdet Paşa Ma’rûzât, (haz.Dr. Y.Halaçoğlu, İstanbul, 1980,, s.60
(3) İkbâl Kütüphanesi, Şems Matbaası 1- 4 ciltler, İstanbul 1326- 1328
(4) I.Cüz, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1969, s701- 705
(5) Abdurrahman Şeref, Târih Musahabeşleri. İstanbul, 1339, s223
KAYNAKÇA:
A.Hamdi Tanpınar’ın “Ahmed Vefik Paşa” İA, ( 1941, cüz 3 ss.207-210),
Mehmed Zeki Pakalın’ın, Son Sarâzamlar ve Başvekiller ( 1942, 3. cilt, ss 45- 359),
İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Son Sadrazamlar, (1944, V, ss 651- 738) başlıcalarıdır.) Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri’nde ( 1339, ss.223-234 ve yer yer başka sayfalarda) onun özelliklerini, kimi anılarını, yaşama koşullarını anlatmıştır.
Sevim Güray, Ahmed Vefik Paşa, AKDTTK, Ankara 1991.
İslâm Ansiklopedisi’nde Ö.Faruk Akün imzasıyla yayımlanan ”Ahmed Vefik Paşa” maddesinin sonundaki bibliyografya paşa hakkında, yerli yabancı yazıların hemen tümünü vermektedir. (1989, ss143- 157)