« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Nis

2020

Ahmed Davudoğlu 1912- 07.04.1983

01 Ocak 1970

Fıkıh ve hadis bilgini (D. 1912, Şumnu / Bulgaristan - Ö. 7 Nisan 1983, İstanbul). Dedesi Dâvud Ağa, Koca Yusuf ile birlikte başaltı derecesine kadar yük­selmiş bir pehlivan, babası Hasan Ağa fakir bir çiftçiydi. Davudoğlu altı ya­şında sıbyan mektebine (ilkokul) başladı; ertesi yıl çağdaş usulle eğitim vermek üzere kurulan köy okuluna kaydoldu. 1924’te komşu Ekizce köyünde açılan rüştiye (ortaokul) mektebine girdi. Bu okulu bitirdik­ten sonra Şumnu’daki Medresetü’n-Nüvvâb’a devam etti. 1 Temmuz 1933’te bu eğitim kurumunun li­se bölümünü, 25 Temmuz 1936’da yük­sek bölümünü bitirdi. Aynı yıl, dereceye giren iki arkadaşı ile birlikte Bulgaristan Başmüftülüğü tarafından ihtisas eğitimi için Mısır’a gönderilen Davudoğlu, El-Ezher Üniversitesi’ni bitirerek ülkesine döndü (1942). Önce Medresetü’n-Nüvvâb’ın lise ve yüksek bölümlerine öğretim görevlisi, iki yıl sonra da ay­nı medreseye müdür olarak atandı (1944). Bu görevi sırasında Şumnu komünist yönetiminin baskılarına ve anarşist öğrenci­lerin eylemlerine karşı mücadele verdi.

Davudoğlu, 1945 Mayıs ayı başlarında Türkiye le­hine çalışmalar yapacak bir casusluk örgütü kurduğu savıyla tutuklanarak Sofya’daki askeri mahkemeye verildi. Burada ağır işkenceler altında bir ay kadar hapis yattı. Daha sonra Rositsa kasabası yakınlarındaki topla­ma kampına gönderilerek baraj inşaatın­da çalıştırıldı. 17 Kasım 1945’te hastalı­ğı nedeniyle serbest bırakılarak eski göre­vine iade edildi. Davudoğlu, kısa bir sü­re sonra yöneticilikten istifa ederek öğretmenliğe döndü. Bu sıralarda bir yağmur duasın­da yaptığı vaazdan dolayı Şumnu milis komutanı tarafından ömür boyu hapisle tehdit edilince Türkiye’ye kaçmak iste­di, ancak bunu başaramadı. Daha sonra güç­lükle pasaport sağlayarak 31 Aralık 1949 tarihinde eşi ve iki kızı ile bir­likte Türkiye’ye göç etti.

Ahmet Davudoğlu, önce Adapazarı’ndaki bir akrabasının yanına yerleşti. Bir süre sonra İstanbul’a giderek Yedikule Küçükefendi Camisi’nde imamlığa başladı. Ardından gezici vaizliğe atandı. Sekiz ay kadar Ankara’da vaizlik yaptıktan sonra sırasıyla Bursa’nın Orhangazi ilçesi müftülüğüne (7 Ocak 1951), İstanbul’da Fatih Kütüphanesi memur­luğuna (29 Haziran 1953) ve bu kütüpha­nenin Süleymaniye’ye nakledilmesi üzerine de (6 Eylül 1956) Süleymaniye Kütüphanesi memurluğuna atandı. Buradaki görevi sırasında bir yandan da İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda dersler verdi. 16 Kasım 1959 tarihinde, o yıl öğ­retime başlayan İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün öğretim kadrosu içinde yer aldı. 5 Şubat 1960’ta müdür yardımcısı, 7 Ağustos 1962’de müdür ve­kili, 13 Mart 1963’te de müdür oldu. 25 Aralık 1964 tarihine kadar sürdürdüğü bu son resmi görevinin ardından aynı kurum­da Arap dili ve edebiyatı dersleri okut­tu.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 1966 yılında Konya’da düzenlenen müf­tüler seminerinde laikliğe aykırı beyan ve telkinlerde bulunduğu gerekçesiyle Konya Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 22 Mart 1968 tarihinde bir yıl ağır ha­pis, Kırşehir’de dört ay zorunlu ikamet ve memuriyetten ihraç cezalarına çarp­tırıldı. 15 Mart 1971’de memuriyetle ilişkisi kesildi; ancak emeklilik hakları verilmedi. Cezasını tamamladıktan son­ra ilmî çalışmalarını evinde sürdüren Da­vudoğlu, 7 Nisan 1983 tarihinde vefat etti ve Eyüp Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Türkçeden başka Arapça ve Bulgarca bilen Davudoğlu, inançlarına bağlılığı, ya­şayışındaki sadelik ve alçak gönüllülüğü ile seçkinleşmiş bir İslâm bilginidir. İnançlarından hiçbir zaman taviz vermemiştir. Ona göre din, “neşvünemâ (büyüme ve gelişme) bulmakla değil, ancak çelik gibi donuk durmakla ilâhî vasfını muhafaza etmiş ve edecektir; yenilik ta­raftarları ise farkında olmadan İslâmi­yet’i tahrip etmektedirler” (Selâmet Yolları I, İstan­bul 1965). Onun bu düşünceleri benimseme­sinde, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efen­di ile yakın dostluğu olan ve bir süre Bulgaristan Başmüftülüğü de yapan kayınpederi Hüseyin Hüsnü Efen­di’nin, Atatürk devri laik Türkiye’sindeki kimi dinî kısıtlamalara karşı giriştiği şiddetli kalem mücadelesi ortamında yetişmesinin yanı sıra, bizzat kendisinin de Bulgaristan ve Mısır’da benzeri uy­gulamalarla karşılaşmasının büyük et­kisi olmalıdır.

ESERLERİ:

Bulûğu’l-Merâm Tercü­mesi ve Şerhi: Selâmet Yolları I-IV (İbn Hacer el-Askalanî’nin ahkâm hadislerine dair “Bülûğu’l- merâm” adlı eserinin çeviri ve şerhidir. İstan­bul 1965-1967), Sahîh-i Müslim Tercemesi ve Şerhi I-XI (Müs­lim b. Haccâc’ın “el-Câmicu’ş-sahih” ad­lı ünlü hadis kitabının çevirisi ve şer­hidir. İstanbul 1973-1980), Kur’ân-ı Kerîm ve İzahlı Meâli (İstanbul 1988), Tibyân Tefsiri I-IV (Ayıntabî Mehmet Efendi’nin “Tefsir-i Tib­yân” adlı Türkçe tefsirin Süleyman Fâhir Bey tarafından sadeleştirilmesinin yeniden gözden geçirilmiş şeklidir. İstanbul 1980-1981), Reddü’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr I-XVIII (İbn Âbidin’in fıkha dair ünlü eseri “Reddü’l muhtâr”ın çevirisidir. Mehmet Savaş ve Mazhar Taşkesenlioğlu ile, İstanbul 1982-1988), Mülteka Tercemesi I-II (Mehmet Mevköfatî’nin, İb­rahim b. Muhammed el-Halebî’ye ait “Mülteka’l-ebhur” adlı fıkıh eseri­ne yaptığı eklerle çevirinin sadeleşti­rilmişidir. İstanbul 1980-1983), Dini Tamir Davasın­da Din Tahripçileri (Yenilikçi İslamcılık akımına reddi­yedir. İstanbul 1974, 1978, 1980), Ölüm Daha Güzeldi (Anıları, İstanbul 1970, 1979).

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 120554

ulkucudunya@ulkucudunya.com